Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Şerîfe Sadiye Bacı Mezar Kitabesi Lâ mevcûde illâ HûBu han-gâh-ı ʻâlide post-nişînMerhûm eş-Şeyh Mesʻûd Efendi hazretlerininHalîle-i muhteremesi merhûme ve mağfûrunlehâ‘Âbide, zâhide, dervîşe ŞerîfeSaʻdiye Bacıʼnın RûhîçûnHak rızâsıçûn FâtihaSene 1279 Kelimeler: Âbid: İbâdet eden, kulluk eden kimse; 2. Allah’ın emirlerine titizlikle uyan, ibâdete düşkün, takvâ sâhibi kimse.Âbide: Âbid kelimesinin kadını ifâde eden ve kadın ismi olarak kullanılan veya tam-lamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli.Dervîş: 1. Tarîkata girip bir şeyhe bağlanan, onun izinden Hak yolunda yürüyüp nef-sini ıslâh eden, varlık iddiâsından geçip Allah’ın birliğini bütün kâinatta göre-rek kendini Hakk’a ve onun yarattıklarına adayan kimse, tarîkat müntesibi; 2. Böyle bir hakîkat yolcusunun niteliklerini taşıyan, kanâatkâr, saf, alçak gönül-lü, her şeyi hoş gören kimse.Dervîşe: Dervîş kelimesinin kadını ifâde eden ve kadın ismi olarak kullanılan veya tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli.Halîle: Bir erkeğin nikâhlı hanımı, zevce, eş.Han-Gâh: Bir tarîkatın merkez durumundaki tekkesi, hankah.Post-Nişîn: Bir tekkede şeyhlik postuna oturan, şeyh makāmına geçen kimse.Muhterem: 1. Saygı gösterilen, saygıya lâyık olan, saygı değer; 2. Konuşma ve yazışma-larda hitap edilen veya adı geçen kimselerin isimleri başına getirilen saygı sö-zü, sayın.Muhtereme: Muhterem kelimesinin kadını ifâde eden veya tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli.Merhûme: Allah’ın rahmetine kavuşmuş, rahmetli olmuş, ölmüş müslüman kadın.Mağfûr: Allah tarafından günahları bağışlanan veya günahlarının bağışlanması için Cenâbıhakk'a duâ edilen (ölmüş kimse).Mağfûrun-lehâ: Allah tarafından bağışlanmış, affa erişmiş olan, mağfur kadın.Zâhid: Dünyâyı terkedip dînin emirlerine çok titizlikle riâyet eden, züht ve takvâ sâhibi, dindar, müttakî (kimse); 2. Çok dindar olup irfânı olmayan kimse, ka-ba sofu.Zâhide: Zâhit kelimesinin kadını ifâde eden, kadın ismi olarak kullanılan veya tamla-malarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli. Selimiye Kışlası Sultan Abdülmecid Han Çeşmesi Kelimeler: ÂBIRÛ – ÂBRÛ: 1.Yüz suyu; şeref, haysiyet, izzetinefis; 2. İftihar vesîlesi, övünç.FEYİZ – FEYZ: 1. Verimlilik, bolluk, bereket; 2. Nîmet, bağış, ihsan, kerem; 3. Rûha huzur verici mübârek ve uğurlu tesir; 4. İrfan, ilim ve mârifet; 5. tasavvuf. Allah tarafından kula lutfedilen ve ilham yoluyle kalbe gelen şey, vâridat: 6. tasavvuf. Âlemin, tek kaynak olan Allah’tan sürekli, derece derece ve başka bir varlığı meydana getirme hassasını taşıyacak biçimde zuhur ve sudûru, zât-ı ilâhîden her seviyedeki varlığa kadar yukarıdan aşağıya doğru inen ve âlemin bütününde gerçekleşen sürekli oluş, yaratılış ve yenilenme  .CUYBAR: Nehir, ırmak, akarsu.REŞK: 1. Kıskanma, haset;2. (Farsça isim tamlamasının birinci öğesi olarak) Kıskançlığa sebep olacak nitelikte olan, kıskanılan kimse veya şey.GÛNÂ – GÛNE: Tür, nevi, çeşit, tarz [Bir gûnâ kullanılışı olumsuz cümlelerde “hiçbir şekilde” anlamına gelir].HÂME: Kalem.SİMAT: İşâretler, nişanlar, alâmetler, damgalar. Sonuna geldiği kelimelere “üzerinde … izi, işâreti görülen, … görünüşlü” anlamı katarak birleşik sıfatlar yapar.YENBÛ: Kaynak, pınar, memba.KERRÛBÎ: Cenâbıhakk’a en yakın olan ve “melâike-i mukarrebin” denen meleklerden her biri; büyük melek.ŞEH: Şah kelimesinin nazımda ve bâzı birleşik şekillerde kullanılan şekli.CAY – CÂ: Yer, mahal, mevki.DEHR: 1. Dünya, cihan, âlem; 2. Zaman, kesintisiz zaman, devir.

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Ocak
Konu resmiİstikbale Yürümenin Çaresine Bakalım*
Okuma Metinleri

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللهِ شَهِيدًا Tercümesi: “Öyle bir Hâkim-i Ezelidir ki; İslam’ı bütün edyana galib çıkarmak için peygamberini hem irşad hem o din-i hakkı için telkin vazifesiyle göndermiştir. Buna şahid ise Allah kafidir.” (Fetih, 28) Din-i Hak olan İslam’ın -bila istisna- bütün edyana (dinlere) galip geleceğini, bir gün gelip yeryüzünde hâkim-i mutlak kesileceğini, Allah zülcelal bize ayet-i celilede vadediyor. Hem yalnız va’d ile de kalmıyor; bu va’din katiyetine kendi zat-ı Kibriya-penahını işhad ediyor. Ne büyük va’d, ne muazzam teyid! Müfessirin-i kiramdan bazıları bu ayet-i kerimenin yalnız zaman-i nüzulüyle sebeb-i nüzulüne bakarak daha Mekke’nin fethiyle va’d-i İlahinin tahakkuk etmiş olduğuna kani oluyorlarsa da bizim bu kanaate iştirakimiz ancak din-i hakkın galebesini, lakin kati, kahir bir galebesini görmekle kabil olabilir. Demek, va’d-i İlahi henüz tahakkuk etmemiştir. Demek, İslam’ın mazisinde çok daha parlak bir istikbal olduğuna iman ederek ona göre çalışmak en mütehattim (elzem) bir vazifedir. Yoksa hem bir taraftan (إِنَّ اللهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ), (ولن يخلف الله وعده), (وعد الله لا يخلف الله وعده)… ayetlerini dilden düşürmemek, hem diğer taraftan böyle en kati bir va’d İlahinin tahakkukundan meyus olmak küfrün, imansızlığın pek garip bir şekli olur! Bir riyazi-i fatinin dediği gibi “Bu din ya vahiddir yahut sıfırdır. Kesir olmasının ihtimali yoktur.” Dinin vahid olduğuna iman edenler böyle ikide birde beni İsrail gibi (أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ) “Yoksa sizler kitabullahın bir kısmına karşı mümin de bir kısmına karşı kafir misiniz?” itabına hedef olmalıdırlar. Ey cemaat-i Müslimin! Geliniz, ye’sin, füturun, ataletin küfr-ü mahz olduğunu kafalarımıza iyice yerleştirelim de din-i İlahi için mev’ud olan istikbal-i nur envere doğru bir an evvel yürümenin çaresine bakalım. Siz eliniz, kolunuz bağlı duruyorsunuz amma zaman durmuyor, süfeha-yı zaman durmuyor! Aranızdaki rabıtayı büsbütün kırarak sizi şirazesi kopmuş bir kitabın evrakı gibi perişan etmek isteyenler bakınız nasıl çalışıyorlar, nasıl uğraşıyorlar! Görmüyor musunuz, İslam’a, şeair-i İslam’a, namus-u İslam’a, ahlak-ı İslam’a edilen hücumlar ne mürettib bir tarzda oluyor? Her biri başka yolda rezil bir emel besleyen yığın yığın esafil kendi mülevves (çirkin) ihtiraslarını tatmine mâni gördükleri İslam’ı yere sermek için bir araya geliyorlar, el ele veriyorlar da her histe, her fikirde, her emelde birleşmiş, aynı gaye-i güzine doğru bi perva yürümesi icab eden sizler nasıl oluyor da bu kadar habersiz, bu kadar hissiz davranabiliyorsunuz? İmam-ı Müslimin, halife-i Resul-i Rabbi’l-âlemin cenab-ı Ömer (ra), (اشكو الي الله من تجلد زنديق ذ بطائة صديق) “Zındığın celadet, mümin-i sıddıkın ise betaet göstermesinden Allah’a sığınırım” dermiş. Biz ne diyelim ki! Zındık alabildiğine tecellüd gösteriyor, sıddık ise son derecede lakayd davranıyor! Vela havle vela kuvvete illa billah. *(Mehmet Akif / Sebilürreşad, 15 Ağustos 1329)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

قيمتلي دوستلر، دويديغمزده  انسانڭ معنوياتنى حركته  كچيرن، درين معنالري طاشييان كلمه لر طوپليلغندن برينڭ داها كوكنلرينه  بر يولجيلق ياپاجغز. فتحلر آيي اولان مايس آينده  “فتح، فتحي، فتحيه ، فاتح، فاتحان، فتوحات، فاتحه ، فتّاح، سفتاح، مفتاح، مفتّح” كلمه لريني طانيياجغز. بو يازي يه  مشهور بر دعا ايله  باشلايالم… (اللّٰهم يا مفتّح الابواب / افتح لنا خير الباب) “اي بتون قاپيلري آچان و قوللريني ايستك و آرزولرينه  اولاشديران ربّمز / بزه  ده  اڭ خيرلي قاپيلري آچ”! Kıymetli dostlar, duyduğumuzda insanın maneviyatını harekete geçiren, derin manaları taşıyan kelimeler topluluğundan birinin daha kökenlerine bir yolculuk yapacağız. Fetihler ayı olan mayıs ayında “Fetih, Fethi, Fethiye, Fatih, Fatihan, Fütühat, Fatiha, Fettah, Siftah, Miftah, Müfettih” kelimelerini tanıyacağız. Bu yazıya meşhur bir dua ile başlayalım… (Allahümme ya Müfettihu’l ebvab / İftah lenâ hayre’l-bab) “Ey bütün kapıları açan ve kullarını istek ve arzularına ulaştıran Rabbimiz / Bize de en hayırlı kapıları aç!” FETİH: Kur’an kökenli olan bu güzel kelime İslamiyet’le birlikte dilimize girmiştir. “Açmak, açıklığa kavuşturmak, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak” manasına gelen bir fiildir. “Bir memleket, şehir veya bir mevkii düşman elinden alıp orayı imanın ve İslam’ın güzelliklerine açma” anlamındadır. Fetih sadece toprakları ele geçirme şeklinde sığ bir mana değildir. Asıl fetih gönülleri, kalbleri, ruhları muhabbetle fethetmektir. “Mekke’nin fethi” böyledir, “Kudüs’ün fethi” böyledir, “İstanbul’un fethi” böyledir. Burada çok kıymetli bir ifade “Fetih ruhu” dur. Bu ifade her Müslüman için çok kıymetli bir hakikati içinde saklar. Fetih ruhunda¸ insanlara İslâm medeniyetinin güzelliklerini ulaştırma azmi yatar. Gerçek fetih gönülleri fethetmek etmektir. Diğer yönden dedelerimiz toplantıda, sohbette bir söze başlamaya “Feth-i kelâm” derlerdi. Eski tıpta ise herhangi bir soruşturma için ölen birinin kabrini açmaya “feth-i kabir”, otopsi işlemine de “feth-i meyyit” denirdi. FÂTİH: Fetheden, açan, ülkeler ele geçiren kimseye, fatih deriz. Bu isim daha ziyade Fatih Sultan Mehmet Han üzerinden bilinir. O Fatih ki, Sevgili Peygamberimizin (sav) müjdesine mazhar olabilmek için 21 yaşında İstanbul’u fethederek 1480 yıllık Roma İmparatorluğu’nun varisi olan Doğu Roma İmparatorluğu’na son verdi. Bu fetih Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edildi. Bu Fetih o kadar büyüktü ki fetihten sonra “Fethin Babası” manasına gelen “Ebû’l-Feth” ismiyle anıldı. Fatih Sultan Mehmed Han, Sevgili Peygamberimizin (asm) “Konstantiniyye elbet feth olunacaktır. Onu fethedecek komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” hadisine nâil oldu. FETHİ: Bu kelime “feth” mastarına nispet eki “і” takılması ile meydana gelir. “Fetihle ilgili, fethe ait” anlamına gelir. Müslümanlar erkek çocuklarına “Fethi” kız çocuklarına “Fethiye” isimlerini koyarlar. Ayrıca eski ismi “Beş kaza” olan Fethiye’nin ismi de şuradan gelir: 1914 yılında Şam’dan havalanarak bir süre sonra Taberiye yakınlarında uçağı düşürülerek şehid olan ilk pilotlarımızdan “Fethi Bey’in ismi anısına” Fethiye olarak değiştirilmiştir. FATİHÂN: Fatih kelimesine Farsça çoğul eki olan (-an) eki gelmesi ile “Fethedenler, fâtihler” manasında bir kelimedir. Fatihan kelimesinin terkip şeklinde söylenen en güzel şekli “Evlâd-ı fâtihân”dır. Bu tabir Rumeli’nin fethi sırasında Anadolu’dan göç ettirilip bu bölgeye iskân edilen ve sonra oralarda kalıp İslamiyet’i yayan Müslümanları ifade eder. Mesela Yahya Kemal’in şu mısraı bu manayı çok güzel anlatır. “Üsküp ki Yıldırım Beyazıt Han diyârıdır / Evlâd-ı fâtihâna onun yadigârıdır.” FÜTÜHAT: Bu kelime de duyulduğunda insanın maneviyatını harekete geçiren bir kelimedir. “Fetihler, zaferler” manasında çoğul bir kelimedir. Fütuhat dendiğinde ilk akla gelen İslami, imani, manevi fetihler zaferlerdir. İslam tarihindeki fetihler “Fütuhat- İslamiye” ifadesi ile anlatılır. Tasavvufta ise, “Manevi mertebe ve makamların mana denizinde, Allah’ın yardımıyla fetihlerde bulunmak, Rabbimizin kelamıyla gönüllere iman ve İslam tohumları ekerek gönülleri fethetmek” manalarında kullanılır. Ayrıca “Fütuhat- Mekkiye” isimli Muhyiddin ibnü’l-Arabi’nin tasavvufi eseri de bu konuda önemlidir. FATİHA: Kur’ân-ı Kerîm’in ilk suresi ve bir bakıma onun önsözü olduğu için bu adı almıştır. Fatiha kelimesi “bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, girişi” manasında kullanılır. Bu sure o kadar kıymetlidir ki, Fatiha suresinin Kur’an’daki en büyük sure olduğu, Tevrat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara suresinin son ayetleriyle birlikte “iki nûr” diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair pek çok hadisler vardır.  FETTAH: Rabbimizin güzel isimlerindendir. Aslında “feth” kökünden mübalağa ifade eden bir sıfattır. “İyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların nihaî hakemliğini yapmak suretiyle mutlak adaleti gerçekleştiren, hak ile bâtılı birbirinden ayırıp durumu açıklığa kavuşturan, mazlumlara yardım edip mümin kullarına zafer veren” manalarına gelir. SİFTAH: Bu kelime halk arasında esnaflar tarafından günün ilk alışverişinde kullanılan güzel bir kelimedir. Bazı yerlerde “siftah parası” bazı yerlerde ise “sefteh senden bereket Allah’tan” şeklinde kullanılır. Halbuki kelimenin aslı, Arapça hayırlı bir açılışı Allah’tan istemek anlamında “istiftah” kelimesidir. MİFTAH: Yine “feth” kökünden türemiş bir kelimedir. “Açıcı, açmaya yarayan alet” manasında “anahtar” demektir. Ayrıca eskiden “Bir dili ve ilmi kolayca öğretmek amacıyla yazılmış kılavuz kitaplara da miftah denirdi. MÜFETTİH: Rabbimizin güzel isimlerinden biridir. “Hayırlar açan, hayırlara ulaştıran Allah (cc)” manasındadır.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiHudûdnâme
Biliyor muydunuz?

عثمانلي دولتنده  صينير قيدلرينڭ طوتولديغي بلگه لره  حدودنامه  دينيردي. حدودنامه لره  يبانجي ئولكه لرله  عثمانلي دولتي آراسنده كي صينيرلر قيد ايديلديگي كبي؛ ايل، ايلچه ، كوي، ملك و وقف صينيرلري ده  قيد ايديليردي. بر آڭلامده  خريطه لرڭ يازي يه  دوكولمش حالي كبيديلر. حدودنامه لره  صينير نامه  ده  دينيليردي. صوڭره كي زمانلرده  خريطه لره  كوندرمه  ياپيلسه  ده  صينيرلر، آيرينتيلي بر شكلده  بليرتيليردي. عثمانلي دولتنڭ يبانجي ئولكه لرله  اولان صينيرلري ايسه ، عهدنامه لرده  بليرلنديگي شكليله  قيده  كچيريليردي. صينيرلر تثبيت ايديليركن ايكي طرفڭ يتكيليلري ايله  چوره يي ايي بيلنلر ده  حاضر بولونديرولوردي. تثبيت ايديلن صينيرلر ايچون تمسّك حاضرلانيردي. بو تمسّكلر، استانبولده  حاضرلاناجق اولان حدودنامه لره  قايناق اولويوردي. تمسّكلرده  سوزه ، “سبب تحرير كتاب حدود بودركه ” ويا “سبب تحرير اصل كتاب و موجب تقرير فصل خطاب بودركه ” شكلنده  افاده لرله  باشلانييوردي. عثمانلي دولتنده  صينيرلرڭ بليرلنمسي احتياجي كنلده ، بر صواش صوڭره سي امضالانان آندلاشمه  سببيله  اورته يه  چيقاردي. زماننده  طوغري اولارق بليرلنمه مش ايچ صينيرلر ايسه  اراضي صاحبلري، كويليلر ويا تيمار صاحبلري آراسنده  آڭلاشمازلغه  يول آچابيلييوردي. بو طرز اختلافلر قاضيلر طرفندن بالذّات يرنده  تدقيق ايديله رك، چوزومه  قاووشديرولور و عرصه  صاحبلرينه  صينيرنامه لري تسليم ايديليردي. دفتر خاقاني نظارتندن، صدارته  يازيلان ٢٣ قاسم ١٩٠٨ تاريخلي بلگه ده  ( بوآ، آ.}متز. (٠٤)، ١٧٣/٧-٢) مصطفي پاشانڭ كبزه ده كي عمارتي وقفندن اولان و كونمزده  بولغارستان صينيرلري ايچنده  قالان ريلا طاغي يايلاقلرينه  عائد حدودنامه نڭ اسكيديگي ايچون يڭيلنمسي كركديگي افاده  ايديلمشدر. Osmanlı Devleti’nde sınır kayıt­larının tutulduğu belgelere hudûdnâme denirdi. Hudûd­nâmelere yabancı ülkelerle Osmanlı Devleti arasındaki sınırlar kaydedildiği gibi; il, ilçe, köy, mülk ve vakıf sınırları da kaydedilirdi. Bir anlamda haritaların yazıya dökülmüş hali gibiydiler. Hudûdnâmelere sınırnâme de denilirdi. Sonraki zamanlarda haritalara gönderme yapılsa da sınırlar, ayrıntılı bir şekilde belirtilirdi. Osmanlı Devleti’nin yabancı ülkelerle olan sınırları ise, ahidnamelerde belirlendiği şekliyle kayda geçirilirdi. Sınırlar tespit edilirken iki tarafın yetkilileri ile çevreyi iyi bilenler de hazır bulundurulurdu. Tespit edilen sınırlar için temessük hazırlanırdı. Bu temessükler, İstanbul’da hazırlanacak olan hudûdnâmelere kaynak oluyordu. Temessüklerde söze, “Sebeb-i tahrîr-i kitâb-ı hudûd budur ki” veya “Sebeb-i tahrîr-i asl-ı kitâb ve mûcib-i takrîr-i fasl-ı hitâb budur ki” şeklinde ifadelerle başlanıyordu. Osmanlı Devleti’nde sınırların belirlenmesi ihtiyacı genelde, bir savaş sonrası imzalanan antlaşma sebebiyle ortaya çıkardı. Zamanında doğru olarak belirlenmemiş iç sınırlar ise arazi sahipleri, köylüler veya tımar sahipleri arasında anlaşmazlığa yol açabiliyordu. Bu tarz ihtilaflar kadılar tarafından bizzat yerinde tetkik edilerek, çözüme kavuşturulur ve arsa sahiplerine sınırnameleri teslim edilirdi. Defter-i Hakanî Nezaretinden, Sadarete yazılan 23 Kasım 1908 tarihli belgede (BOA, A.}MTZ.(04), 173/7-2) Mustafa Paşa’nın Gebze’deki imareti vakfından olan ve günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan Rila Dağı yaylaklarına ait hudûdnâmenin eskidiği için yenilenmesi gerektiği ifade edilmiştir. BELGE NO: BOA, A.}MTZ.(04), 173/7-2 Transkripsiyonu: Tarih: Hicrî 28 Şevval 1326 (Miladî 23 Kasım 1908) (1)Hû (2)Defter-i Hakanî Nezâreti (3)Mektûbî Kalemi (4)Aded 333 (5)Huzûr-ı maâlî-mevfûr-ı cenâb-ı Sadâretpenâhîye (6)Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki (7)Şeref-res-i eydî-i ta’zîm olan 27 Teşrinievvel sene 1324 tarihli ve üç yüz yetmiş dokuz numaralı tezkire-i sâmiye-i cenâb-ı Sadâretpenâhîleriyle irsâl buyurulan fermân-ı âlî sûreti üzerine tedkîkât-ı mukteziye (8)icrâ olundukda mezkûr fermân-ı âlînin merhûm Mustafa Paşa’nın Gebze’de vâki’ imâreti vakfından Cebel-i Rila’da kâin yaylakların hudûdnâmesini muhtevî olduğu anlaşılmış ise de mürûr-ı zamanla (9)fersûdelenmiş ve bir çok yerleri kırâet olunmaz dereceye gelmiş olmasına mebnî tamâmen kaydıyla tatbîki kâbil olamadığının Kuyûd-ı Hakanî İdâresi ifâdesiyle huzur-ı maâlî-mevfûr-ı cenâb-ı Sadâretpenâhîlerine (10)arzına ve mezkûr sûretin leffen iâde ve takdîmine mücâreset kılındı ol-bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir  (11)Fî 28 Şevval sene 1326 ve fî 10 Teşrinisani sene 1324 (12)Defter-i Hakanî Nâzırı (13)Bende (14)(İmza)

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiFatih Cami-i Şerifinde*
Okuma Metinleri

İkindi vaktine yarım saat kadar vardı ki Fatih Cami-i Şerifine girmiş, Akdeniz cihetindeki maksureye oturmuştum.O muazzam mabed, tenha ve haşyet aver bir sükuna müstağrak idi. Yalnız ara sıra (Allahu Ekber) nidası, kubbelerde fasılalı ve ulvi akisler husule getiriyordu. Cümle kapısına doğru baktım; direklerden birinin arkasında bir son cemaat teşekkül etmişti. Fesi püskülsüz, ayakları çıplak bir Müslüman, bu cemaate öğle namazını kıldırıyor, kubbeleri inleten tekbir sesi de onun iman dolu göğsünden coşuyordu. Muktedileri içinde üstü başı düzgünce kimseler, hatta mükellef ve mübelles bir hoca efendi vardı. Fakat hiçbiri, muktedanın püskülsüz çorapsız olduğuna ehemmiyet vermemiş, Allah’ın huzurunda insanların müsavi olduğunu düşünerek ona uymuştu. Demek ki müsavat perverlik yahut -nazik bir Türkün lisanına hiç de yakışmayan- (halkçılık) bazılarımızın vehmi gibi garbilik ve asriliğin muhassala-i fikriyesi değildi. (إِنَّا جَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللهِ أَتْقَاكُمْ) yani “Ey insanlar! Birbirinizi tanıyasınız diye sizi şubelere ve kabilelere ayırdık. İnd-i İlahide en keriminiz, en ziyade muttaki olanınızdır” beyan-ı beliğiyle on üç buşuk asır evvel ilan eylemişti.Acaba garbi memleketlerde ve asriler diyarında efrad-ı halk içinden bir fakirin böyle muhtelit bir cemaate mukteda-yı ibadet olabilmesi vukua değil, hayale gelir mi idi? İslamiyet ve insaniyetin mealisini tasvir eyleyen şu canlı ve samimi levhanın hayran-ı temaşası kaldığım sırada samiama İlahi bir nağme aksetti. Ona doğru döndüm. İleride hıfza çalışan bir Molla (Sre-i Müzzemmil)’in yukarıya naklettiğim ayetlerini tekrarlıyordu. *(Tahirü’l-Mevlevi / Mahfil, Şaban 1343, c. 5 aded 58, s. 174)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiHayırlar Fethola! Şerler Defola!
Baş Muharrir

خيرلر فتح اولا !شرلر دفع اولا ! ميدان امتحان اولان دنيا حياتنده ، يينه  بر امتحان وسيله سي اولان جهاد و مجاهده  أونملي بر يره  صاحبدر. زيرا قيليچله  ياپيلان مجادله لرڭ ياننده  هر دائم باشمزده  اولان نفسله  مجادله  واردر. هر انسان جهده  موظّف، هر خيرلي ترجيح قزانيلمش بر ظفردر. بو نقطه ده  اڭ مهم يارديمجمز اللّٰهدر. عثمانليده  مجاهدلرڭ قولاقلريله  برابر كوڭلني عشق و شوق ايله  طولديران مهترڭ كلبانكنده  كچن آيتدن مقتبس شو جمله ، ايشڭ سرينڭ چوزولديگي يردر: ”و كنديسني سوه جگڭز ديگر بر شي داها واردر: اللّٰهدن بر ظفر و ياقين بر فتح! ( اي حبيبم!) مؤمنلري مژده له ! “ ظفرلر آينده  و فتحلرڭ سمبولي فتح استانبولڭ كرچكلشديگي بو آيده  كلبانكڭ بر قسمنى بورايه  آلييور و هر دائم يڭي خير قاپيلرينڭ آچيلمه سني ربّمزدن نياز ايدييورم. الي قان، قليجي قانسینه سي عريان، جگري پريان،ميدان شهادتده  اللّٰه يولنه  روان.قهريمز، غضبمز دشمانه  زيان!عدودن قورقمدق،قورقمايز هيچ بر زمان.قرآنده  ظفر وعد ایدييورحضرت يزدان. هدا قيلينجني كسكين ايتسين،عمريني كون كبي مديد!فخر عالمي خشنود ايتدڭ؛حق، غزاي اكبرڭايتسين مبارك و سعيد! نصر من الله وفتح قريب.و بشّر المؤمنين. يا محمّد! اللّٰه اللّٰه اللّٰهاللّٰه اللّٰه اللّٰه. . . يكدر اللّٰه! يكدر اللّٰه!يكدر اللّٰه!الّا اللّٰه! Meydan-ı imtihan olan dünya hayatında, yine bir imtihan vesilesi olan cihad ve mücahede önemli bir yere sahiptir. Zira kılıçla yapılan mücadelelerin yanında her daim başımızda olan nefisle mücadele vardır. Her insan cehde muvazzaf, her hayırlı tercih kazanılmış bir zaferdir. Bu noktada en mühim yardımcımız Allah’tır. Osmanlıda mücahidlerin kulaklarıyla beraber gönlünü aşk ve şevk ile dolduran mehterin gülbankında geçen ayetten muktebes şu cümle, işin sırrının çözüldüğü yerdir: “Ve kendisini seveceğiniz diğer bir şey daha vardır: Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetih! (Ey Habibim!) Müminleri müjdele!” Zaferler ayında ve fetihlerin sembolü feth-i İstanbul’un gerçekleştiği bu ayda gülbankın bir kısmını buraya alıyor ve her daim yeni hayır kapılarının açılmasını Rabbimizden niyaz ediyorum. Eli kan, kılıcı kan,Sinesi üryan, ciğeri püryan,Meydan-ı şehadette Allah yoluna revan.Kahrımız, gazabımız düşmana ziyan!Adülden korkmadık,Korkmayız hiçbir zaman.Kur’an’da zafer vadediyorHazreti Yezdan. Hüda kılıncını keskin etsin,Ömrünü gün gibi medid!Fahr-i alemi hoşnud ettin;Hak, gazay-u ekberinEtsin mübarek ve said! Nasrun minallahi vefethun karin.Ve beşşiri’l- mü’minin. Ya Muhammed! Allah Allah AllahAllah Allah Allah... Yektir Allah! Yektir Allah!Yektir Allah!İllallah!

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiİstanbul'un Kılıçla Fethi
Belge Okumaları

Fetih, lügat olarak açmak ve zafer kazandırmak manalarına gelmektedir. Hudeybiye Muâhedesi (628) sebebiyle nüzul olan Fetih Suresinden ilhamla kullanılmaya başlanan fetih kelimesi; Batı medeniyetinin yaptığı ekonomik ve kültürel kaynaklı istila ve sömürü hareketlerinden ayrı olarak, İslamî ve imanî hakikatlerin insanların olduğu her yere ulaşması, Allah’ın yüce isminin akıl ve kalplere yerleştirilmesi amacıyla yapılan sefer ve savaşlar anlamını taşımaktadır. İslamiyet’in yayılacağı ve kelime-i tevhîd bayrağının dalgalanacağı birçok memleketi henüz sağlığında iken Müslümanlara haber veren Hz. Peygamber (sav), iʻlâ-yı kelimetullah için Müminleri sürekli teşvik etmiştir. Bu memleketlerden biri de “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir!” hadis-i şerifinde geçen İstanbul şehridir. Bu müjdeyi duyan Müslümanlar, dokuzu Araplar ve dördü Osmanlılar tarafından olmak üzere İstanbul’u on üç kez kuşatmışlar, ancak “kutlu komutan” müjdesine erişebilen kişi, on dördüncü kuşatmada Osmanlı Devleti’nin yedinci padişahı Sultan 2. Mehmed olmuştur. Evvelâ müjde-i Nebeviyyeʼyi, ardından İstanbul’un siyasi ve ekonomik ehemmiyetini kendisine hareket noktası seçen 2. Mehmed, 6 Nisan 1453ʼte şehre kuşatma yapmış; büyük toplar döktürmüş, tekerlekli kuleler yaptırmış ve Rumeli Hisarı’nı inşa ettirmiştir. Haliç’in ağzı kalın zincirlerle kapalı olduğu için, 70 kadar gemiyi kızaklar yardımıyla karadan Haliç’e indirmiş, 53 günlük muhasara sonunda 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethederek Bizans Devleti’ne son vermiş ve İstanbul’u bir İslâm şehri yapmıştır. İstanbul’un fethiyle “Fatih” ve “Ebuʼl-Feth (Fethin Babası)” unvanlarını alan Sultan Mehmed Han, Orta Çağ’ı kapayıp Yeni Çağ’ı açan hükümdar kabul edilmiş, ayrıca Osmanlı Devleti’ni bir cihan imparatorluğu hâline getirmiştir. İstanbul ile ilgili bu hadis-i şeriften başka bir diğer müjde-i Peygamberî (sav), Müslimʼde geçen rivayete göre İstanbul’un kıyametten önce kılıç ve ok olmadan tehlil ve tekbirlerle fethidir. İlk fetih “komutan ve askerle”, ikinci fetih ise “tekbirle” olacağına göre, bu kutlu beldenin kılıçla fethin ardından bir kez daha işgale uğrayacağı, fakat bu işgalin maddi değil manevi olacağı, dolayısıyla ikinci fethin de manevi bir surette vuku bulacağı işaret edilmektedir. Biz de İstanbul’un kılıçla fethinin 570. yıldönümü olan bu ayda, Osmanlı kazaskerlerinden İmamzâde Esad Efendi’nin Sultan 2. Mahmudʼa takdim edilmek üzere hazırladığı Feth-i Kostantıniyye isimli eserden bir bölüm paylaşıyoruz. Bu münasebetle Cenab-ı Allah’tan, İstanbul’un manevi fetih coşkusunu da en yakın zamanda bizlere ve neslimize yaşatmasını temenni ve niyaz ediyoruz. (1) Cemâl-i dilârâ-yı (2) zafer cilâ-yı zuhûrda cilveger olmayıcak erkân-ı (3) saltanatın Halîl Paşaʼya muvâfakatla semt-i (4) musâlahaya terğîb ve lüzûm-ı mürâcaʻat (5) mukaddimâtını tertîbleri himmet-i bülend mertebet-i mülûkâne (6)-lerinde emr-i sahîf idüğünden o misillü (7) enzâr-ı fâsideden sarf-ı inân buyurduklarında (8) ulemâ-i izâmından Şeyh Ahmed-i Gûrânî ve erbâb-ı (9) kerâmât-ı zâhireden Şeyh-i hak-bîn Ak (10)-şemseddîn hazarâtıyla vüzerâ-yı izâmından (11) Zağanos Paşa sultân-ı kişveristân ile yekdil (12) ve yekzebân olub şâhid-i fetih dâmeninden (13) el çekmek sıdk u azîmet nişânı değildir deyü (14) sipâh-ı zaferpenâhı letâif-i nesâyih ile ilzâm (15) ve lüzûm ve ihtimâmı ifhâm idüb Şehriyâr-ı (16) Felâtûn-tedbîr biʼl-işâre ümerâ-yı isâbet-ârâların (17) cemʻ ve istişâre ve hisârın cânib-i berri (18) handak-ı amîk ile mesdûd ve esbâb-ı hırâseti (19) nâ-maʻdûd ve mahall-i vâhidden düşmana zafer (20) müstetbiʻ-i izâʻa-i evkât ve hatardır. Ve Galata (21) ile İstanbul miyânını katʻ eden Haliç üzere (22) çekilmiş olan zincîr mâniʻ-i mürûr ve bu vechile (23) cânib-i bahrden dahi hisârı tazyîk imkândan (24) dûr olduğundan erkân-ı devlet sûret-i (25) teshîl ve takrîbinde bî-şuʻûr iken âkıbet (26) zamîr-i münîr-i pâdişâhîlerine ilhâm-ı İlâhî böyle (27) sünûh ve zuhûr eyledi ki Yeni Hisâr cânibinden (28) gemiler imrâr ve Galata verâsından aşu (29)-rılarak cânib-i bahrden dahi hisârı rahnedâr (30) edeler. Ve bu melhûz fiʻle çıkmak teklîf-i mâlâyutâk (31) kabîlinden ise de ilm-i cerr-i eskâl mâhirlerinin (32) hayret-efzâ tedbîrleri ile berden bahre geştîler (33) çekilüb küffâr-ı hâksârın gözlerine karşu (34) hâlâ Kasımpaşa nâm kasaba hüveydâ olduğu (35) vâdîden deryâya indirilüb metrisler vazʻla (36) dilîrâne cenk ve İstanbul gibi hisâr-ı (37) vesîʻi çeşm-i küffâra tenk etmeleriyle dest-i (38) idârelerinden çıkub Edirnekapusıʼnın cânib-i (39) cenûbîsinde peydâ olan rahneler seddini (40) tekfûr-ı Frenk leşkerine ihâle etmiş idüğünden (41) havâss-ı asker miyânına bâʻis-i ihtilâl ve sultân-ı (42) ekâlîm-küşânın mezîd-i ikbâl ve tulûʻ-ı kevkeb-i (43) âmâl ve ol mahâzîlin teferruk-ı bâllarına dâl (44) oldu. Rahne-i cidâra meʼmûr olan Frenk (45) mahâzîlinin serdârı hisâr-ı dîvâr üzerinde (46) kasd-ı müdâfaʻada iken bir cüvân-ı dilâver (47) -çâlâkın seyf-i bî-hayfıyla çâk çâk (48) helâk olub mahâzîl-i mesfûre perîşân (49) ve hevl-i cânla deryâ cânibine revânlarında hemândem (50) gâziyân-ı huceste-kudûm merdâne hisâra (51) hücûm ve ân-ı vâhidde ber-vech-i suʻûd (52) ve livâ-yı fethi bâlâ-yı sûra nasbıla isbât-ı vücûd (53) eylediler. İmdâd-ı bîçûn ile hafaza-i hısn (54) zebûn ve asker-i İslâm-ı zafer-encâm teʼyîd (55) -nümûn olub ol kişver-i vesîʻ ve hisâr-ı (56) üstüvâr-refîʻ dârüʼl-harb iken Feth-i Mübîn ile (57) dâr-ı İslâm ve âşiyân-ı şekâvet ve dalâl (58) iken kudûm-i mücâhidîn ile âsitân-ı saʻâdet (59) ve hidâyet-i enâm oldu. Ve derûnunda olan (60) evsân-ı hasîse ve esnâm-ı habîseyi tathîr (61) ve şeʻâîr-i mutayyebe ile Belde-i Tayyibe denilmeğe (62) sezâ idüğü muktezâ-yı hisâb-ı hurûfî (63) bir latîf maʻnâdır. Bu feth-i azîm elli bir gün (64) muhârebeden sonra sene-i mezbûre Cemâdiye (65)ʼl-ûlâsının yiğirminci Salı günü vukûʻ (66) bulub Cumʻa-i ûlâda Ayasofyaʼda edâ-yı (67) salât ve ber-veche-i râst-kıble duʻâ (68) ve münâcât eylediler. Emîrüʼl-müʼminîn (69) mazhar-ı tebşîr-i Hazret-i Sâdıkuʼl-vaʻdiʼl-emînini (70) Cenâb-ı Sultân Muhammed Hân-ı Sânî ibn Murâd Hân-ı (71) Sânî hazretleri bu feth-i celîl cihetiyle Ebuʼl-Feth (72) künyesiyle tekennî buyurub ve târîh-i velâdet (73)-leri arş-ı berîn sene 832 ve mahlas-ı şâhâneleri (74) Avnî idüğü Müstakîmzâde Mecmûʻasıʼnda (75) mestûrdur. Kelimeler: Arş-ı berîn: Yüksek tahtÂsitân-ı saʻâdet: Mutluluk eşiğiÂşiyân-ı şekâvet: Haydutluk yuvasıBâlâ-yı sûr: Surun üstüBerr: KaraBer-veche-i râst-kıble: Doğru kıbleye dönerekBer-vech-i suʻûd: YücelerekCenûbî: Güneye aitCilveger: Tecelli eden, ortaya çıkanCüvân-ı dilâver: Yiğit gençÇâk çâk: Parça parçaÇâlâk: Çabuk hareket eden, çevikÇeşm-i küffâr: Kâfirlerin gözüDâl: Delil, işaretDalâl: SapıklıkDâmen: EtekDilîrâne: YiğitçesineDûr: UzakEmr-i sahîf: Zayıf ve yetersiz işEnâm: HalkEnzâr: BakışlarEsbâb-ı hırâset: Koruma tedbirleriEsnâm-ı habîse: Pis putlarEvsân-ı hasîse: Kötü putlarGeştî: GemiHafaza-i hısn: Kale muhafızlarıHandak-ı amîk: Derin hendekHatar: TehlikeHayret-efzâ: Çok şaşırtıcıHemândem: Derhal, hemenHevl: KorkuHimmet-i bülend-mertebet-i mülûkâne: Padişahın derecesi yüksek olan yardımıHisâr-ı üstüvâr-ı refîʻ: Dayanıklılığı yüce hisarHuceste-kudûm: Ayak basması uğurluHüveydâ: Belli, apaçıkİfhâm: Anlatma, bildirmeİlm-i cerr-i eskâl: Mekanik ilminin ağırlıkların çekilmesinden ve kaldırılmasından bahseden kısmıİmdâd-ı bîçûn: Kendisine soru sorulamayan Allahʼın yardımı İmrâr: Geçirmeİnân: Zapt, kontrolKişver-i vesîʻ: Geniş memleketKudûm: Ayak basmaKüffâr-ı hâksâr: Perişan kâfirler Leşker: AskerLetâif-i nesâyih: Öğütlerin güzel ve nazik olanlarıMahâzîl: Rezil kimselerMâlâyutâk: DayanılmazMelhûz: Olabileceği düşünülen, umulanMesdûd: KapalıMesfûre: Yukarıda adı geçenMestûr: YazılmışMetris: Toprak siperMezîd-i ikbâl: Kısmet ve talihin artmasıMiyân: AraMuktezâ-yı hisâb-ı hurûfî: Harf (ebced) hesabı gereğinceMürûr: Geçme, geçişMüstetbeʻ-i izâʻa-i evkât: Vaktin boşuna geçirmesini gerektirenNâ-maʻdûd: SayısızRahne-i cidâr: Duvarın delinmesiRahnedâr: Üzerine gedik açılmış, yaralanmışRevân: Yürüyen, gidenSâdıkuʼl-vaʻdiʼl-emîni: Vaadine sadık ve emin olan (Peygamber Efendimiz)Seyf-i bî-hayf: Pişman olmayan kılıç Sipâh-ı zaferpenâh: Zaferin sığınağı olan askerSultân-ı ekâlîm-küşâ: Ülkeleri fetheden sultanSultân-ı kişveristân: Memleketin sultanıSünûh: İçe doğmak, hatıra gelmek Şeʻâîr-i mutayyebe: Hoşa giden âdetlerTathîr: TemizlemeTebşîr: MüjdelemeTeferruk-ı bâl: Kol ve kanadın dağılmasıTekennî: Künye almaTenk: DarTeshîl: KolaylaştırmaTeʼyîd-nümûn: Kuvvet gösterenTulûʻ-ı kevkeb-i âmâl: Emel yıldızının doğmasıÜmerâ-yı isâbet-ârâ: Fikirleri isabetli emirler, yöneticilerVerâ: Arka, öteVesîʻ: GenişYekzebân: Tek dilZafer-encâm: Sonu zafer olanZamîr-i münîr-i pâdişâhî: Padişahın parlak gönlüZebûn: Güçsüz, zayıf Kaynak: İmamzâde Esad Efendi, Feth-i Kostantıniyye, 42-49.

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiSefer Bizim, Zafer Allah’ındır
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiBize Parlak Bir İstikbâl, Ecnebilere Müşevveş Bir Mazi Düşmüş*
Okuma Metinleri

  Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaice medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkîde istikbâle uçmalarıyla beraber, bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkîfeden “Altı Tane Hastalık”tır. O hastalıklar da bunlardır: Birincisi: Ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi. İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaice-i siyasiyede ölmesi. Üçüncüsü: Adavete muhabbet. Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani râbıtaları bilmemek. Beşincisi: Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdâd. Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek. Bu altı dehşetli hastalığın ilacını da bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı ictimâiyemizde, eczâhâne-i Kur’âniyeden ders aldığım “Altı Kelime” ile beyan ediyorum. Muâlecenin (tedavinin) esasları onları biliyorum. Birinci Kelime: اَلْاَمَلْ Yani rahmet-i İlâhiyeye kuvvetli ümid beslemek. Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslam’ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm’ın terakkisi onların intibâhıyla olan Arab’ın saadetinin fecr-i sâdıkının emareleri inkişafa başlıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin burnunun rağmına olarak, (Hâşiye)[1] ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i katiyemle derim: İstikbâl, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbâl, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş. Bu davama çok burhanlardan ders almışım. Şimdi o burhanlardan mukaddemâtlı bir buçuk burhanı zikredeceğim. O burhanın mukaddemâtına başlıyoruz. İşte İslâmiyet’in hakaiki hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var. Birinci Cihet olan manen terakki ise, biliniz, hakiki vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şâhiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hatta Rus’u mağlup eden Japon başkumandanının İslâmiyet’in hakkaniyetine şehadeti de şudur ki: Hakikat-i İslamiyet’in kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslam’ın hakikat-i İslâmiyede zafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve herc ü merc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir. Yani salâbet ve taassuplarının zafiyeti nisbetinde temeddün ve terakkî ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassuplarının kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş. Hem asr-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delîl-i yakînî ile ve İslâmiyet’e tercih etmekle, eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avamın delilsiz, taklidî bir surette başka dine girmesinin bu meselede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Halbuki bütün dinlerin etbâ‘ları ise, hatta en ziyade dinine taassub gösteren İngilizlerin ve eski Rusların muhakeme-i akliye ile İslâmiyet’e dâhil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım, kat‘î burhan ile İslâmiyet’e girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar. (Hâşiye)[2] Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef‘âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri, elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıtaları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler. *Said Nursi / Mektubat Mecmuası, Hutbe-i Şamiye, s. 438 [1] Hâşiye: Eski Said, hiss-i kablelvuku ile bin üç yüz yetmiş birde (m.1951), başta Arap Devletleri, Âlem-i İslam’ın ecnebi esaretinden ve istibdâdından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini, kırk beş sene evvel haber vermiş. İki harb-i umumiyi ve otuz kırk sene devam eden istibdâd-ı mutlakı düşünmemiş. Üç yüz yirmi yedide (m.1911) olacak gibi müjde vermiş. Tehirinin sebebini nazara almamış. [2] Hâşiye: İşte bu mezkûr da‘vâya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umûmînin ve şiddetli bir istibdâd-ı mutlakın zuhûruyla beraber, bu da‘vâya kırk beş sene sonra, şimâlin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’ân’ı mekteblerinde ders vermek ve kabûl etmek ve komünistliğe ve dinsizliğe karşı sed olmak için kabûl etmeleri; ve İngiliz’in mühim hatîblerinin bir kısmı Kur’ân’ı İngiliz’e kabûl ettirmeye tarafdâr çıkmaları; ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakîkatlerine tarafdâr çıkması; ve İslâmiyet’le Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musâlaha bulacağına karar vermesi; ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvîk etmesi; ve onlarla ittifâka çalışması, kırk beş sene evvel olan bu müddeâyı isbat ediyor. Kuvvetli bir şâhid olur.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiOrdunun Duası
Okuma Metinleri

ييلمام ئولومدن، يارادان، عسكرماوردومه  ‘غازي’ ديدي پيغمبرمبر ديلگم وار ئولورم ايسترميورديمه  تك دشمان آياق باصماسين آمين ديسين هپ بردن يگيتلرالله اكبر كوكدن شهيدلرآمين! آمين! الله اكبر ترك اري يز سلسله مز قهرمانمسلمانز حقّه  طاپان مسلمانپوتلري الله طانييانلر، آمانمسجديمڭ بويننه  چاڭ آصماسين آمين ديسين هپ بردن يگيتلرالله اكبر كوكدن شهيدلرآمين! آمين! الله اكبر ملّت ايچون ايتديمي اوردوم سفركوكره مش آرسلان كسيلير هر نفردوكديگي قاندن كوگه  اورسون ظفرطوپراغه  بر طامله سي بوشه آقماسين آمين ديسين هپ بردن يگيتلرالله اكبر كوكدن شهيدلرآمين! آمين! الله اكبر اي اولو پيغمبريمز نرده سڭديڭله  مناره مده  أوتن كور سسڭكل! بڭا يار اولكه  جهان تيتره سينكيمسه  دونوب سونكومه  يان باقماسين آمين ديسين هپ بردن يگيتلرالله اكبر كوكدن شهيدلرآمين! آمين! الله اكبر Yılmam ölümden, yaradan, askerimOrduma ‘Gazi’ dedi PeygamberimBir dileğim var ölürüm isterimYurduma tek düşman ayak basmasın Âmin desin hep birden yiğitlerAllahu Ekber gökten şehitlerÂmin! Âmin! Allahu Ekber Türk eriyiz silsilemiz kahramanMüslümanız Hakk’a tapan MüslümanPutları Allah tanıyanlar, amanMescidimin boynuna çan asmasın Âmin desin hep birden yiğitlerAllahu Ekber gökten şehitlerÂmin! Âmin! Allahu Ekber Millet için etti mi ordum seferKükremiş arslan kesilir her neferDöktüğü kandan göğe vursun zaferToprağa bir damlası boşa akmasın Âmin desin hep birden yiğitlerAllahu Ekber gökten şehitlerÂmin! Âmin! Allahu Ekber Ey ulu Peygamberimiz nerdesinDinle minaremde öten gür sesinGel! Bana yar ol ki cihan titresinKimse dönüp süngüme yan bakmasın Âmin desin hep birden yiğitlerAllahu Ekber gökten şehitlerÂmin! Âmin! Allahu Ekber

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTarihin Altın Sayfaları
Okuma Metinleri

تاريخڭ آلتون صحيفه لري شبهه سزكه  اسلامي اوموزلرنده  يوجلتن صحابه  افنديلريمزدن صوڭره  كلن اسلام قهرمانلري ده  فداكارلغڭ اڭ كوزل نمونه لريني تاريخه  آلتون حرفلرله  يازديرمشلردر. اسلامي فرقلي جغرافيه لره  يايمق آرزوسيله  و عشقيله  يانان طارق بن زياد آفريقه دن آوروپه يه  كچوب بر داها دونمك حسّي هيچ كيمسه ده  اويانماسين دييه  كميلري ياقمش و آوروپه يه  استاد اولاجق اندلس مدنيتنى قورمشدر. بو مدنيتڭ انشاسنده  باش رول اوينايان طارق بن زيادڭ قهرمانجه  ياپديغي فداكارلقلر نتيجه سنده ، آوروپه ليلرڭ ييللرجه  أونيورسيته لرنده  اوقوتدقلري كتابلر تأليف ايديلمش و بيليمه  يوڭ ويرن برچوق اسلام عالمى يتيشمشدر. اسلامه  ييللرجه  بايراقدارلق ياپان بو نجيب ملّتڭ آناطولي يه  يرلشمه سنه  وسيله  اولان سلطان آلب آرسلان ايسه  ملازكرد كوني بياض البسه لريني كيمش و بونڭ كفني اولديغني، بو يوله  باش قويديغني، “ئولورسه م شهيد قاليرسه م غازي يم” دوشونجه سني عسكرلرينه  اتكيله ييجي بر قونوشمه يله  آڭلاتمشدر. نتيجه ده  بيزانسي بوزغونه  اوغراتوب آناطوليمزڭ اسلاملاشمه سنده  چوق بيوك رول اوينامشدر. الله رسولنڭ استانبولي فتح ايدن اوردويي و قوموتاني مدح ايتمسي نتيجه سنده  برچوق اسلام قهرماني بو مژده يه  نائل اولابيلمك ايچون دفعه لرجه  استانبولي قوشاتمش، فقط فتح بو قهرمانلره  بر تورلي نصيب اولمامشدي. قدر سلطان محمّد خاني تعيين ايتمشدي. استانبول صوڭ كز قوشاتيلييوردي. سلطان محمّد خان و اوردوسي، دنيا تاريخنده  كورولمه مش بر طرزده  كميلري قره دن يوروتويور، شاهي طوپله ریني دوكويور، فتح ايچون ياپدقلري اخلاصلي دعالرله  سجده  يرلريني كوز ياشلريله  ايصلاتييورلردي. ايشته  بو صميمانه  چاليشمه لرڭ و اخلاصله  ايديلن دعالرڭ نتيجه سنده ، اولوباتلي حسن، الندن دوشورمديگي سنجاغي، برچوق اوقڭ وجودينه  اصابت ايتمه سنه  رغمًا، بيزانسڭ كهنه  سورلرينه  ديكييوردى. آرتيق بيزانس دوشمش، آياصوفيه  اسلامڭ سمبولي حالنه  كلمش و سلطان محمّد خان بو مژده لي فتحڭ فاتحي اولمشدي. ايشته  بو قهرمانجه  فداكارلقلرڭ نتيجه سنده  استانبول اسلامڭ يوز ييللرجه  مركزي اولمش و عالمه  عدالت بورادن نشر ايديلمشدي. اسلام اوغرينه  حياتنى وقف ايدن بر ديگر قهرمان ده  قفقاس قارتالي امام شيخ شاملدر. امام شامل، اون بش ياشنده  بينديگي آتڭ أوستندن، اسلام اوغرينه ، حياتي بوينجه  اينمدي. روسلرڭ اسلامي قفقاسيه دن آتمق و آناطوليدن كچه رك صيجاق دڭزلره  اينمك هوسلري، امام شاملڭ چوق چتين جهاديله  قورساقلرنده  قالييوردي. آناطولينڭ دشمان چيزمه لري آلتنده  چيگننمه سنه  كوڭللري راضي كلمه ين قهرمانلر، اسلامڭ مركزي اولان استانبوله  صالديران ائتلاف دولتلرينه  چاناق قلعه ده  “طور!” دييور و يوز بيڭلرجه  قهرمان عادتا بوغازده  أتدن ديوار أورويوردي. بر دستاندي چاناق قلعه ، بر محشر، بدرڭ آسلانلرينڭ كوچك قرداشلرينڭ دوگونيدي. جناب حقّڭ عنايتنڭ انواعنڭ كورونديگي بر مشهر. وطنڭ طوغوسندن باتيسنه ، كونيندن قوزينه  هر كوشه سندن كلن، اللّٰهه  قربان اولمق مقصديله  قينالانان قوزولرڭ بايراميدي چاناق قلعه . ايشته  بو قهرمانلرڭ جلدلر طولوسي كتابلري قاپساياجق فداكارلقلري سايه سنده  دين مبين اسلامڭ حيثيتي قورتاريلمش اولويوردي. آنالر كوزلريني قيرپمادن اولادلريني جبهه يه  كوندرييور، “شهيد اولمازسه ڭ سوتم سڭا حلال اولماز” دييوردي… Şüphesiz ki İslam’ı omuzlarında yücelten sahabe efendilerimizden sonra gelen İslam kahramanları da fedakârlığın en güzel numunelerini tarihe altın harflerle yazdırmışlardır. İslam’ı farklı coğrafyalara yaymak arzusuyla ve aşkıyla yanan Tarık bin Ziyad Afrika’dan Avrupa’ya geçip bir daha dönmek hissi hiç kimsede uyanmasın diye gemileri yakmış ve Avrupa’ya üstat olacak Endülüs medeniyetini kurmuştur. Bu medeniyetin inşasında başrol oynayan Tarık bin Ziyad’ın kahramanca yaptığı fedakârlıklar neticesinde, Avrupalıların yıllarca üniversitelerinde okuttukları kitaplar telif edilmiş ve bilime yön veren birçok İslam âlimini yetişmiştir. İslam’a yıllarca bayraktarlık yapan bu necip milletin Anadolu’ya yerleşmesine vesile olan Sultan Alparslan ise Malazgirt günü beyaz elbiselerini giymiş ve bunun kefeni olduğunu, bu yola baş koyduğunu, “ölürsem şehit kalırsam gaziyim” düşüncesini askerlerine etkileyici bir konuşmayla anlatmıştır. Neticede Bizans’ı bozguna uğratıp Anadolu’muzun İslamlaşmasında çok büyük rol oynamıştır. Allah Resulünün İstanbul’u fetheden orduyu ve komutanı methetmesi neticesinde birçok İslam kahramanı bu müjdeye nail olabilmek için defalarca İstanbul’u kuşatmış, fakat fetih bu kahramanlara bir türlü nasip olmamıştı. Kader Sultan Muhammed Hanı tayin etmişti. İstanbul son kez kuşatılıyordu. Sultan Muhammed Han ve ordusu, dünya tarihinde görülmemiş bir tarzda gemileri karadan yürütüyor, şahi toplarını döküyor, fetih için yaptıkları ihlaslı dualarla secde yerlerini gözyaşlarıyla ıslatıyorlardı. İşte bu samimane çalışmaların ve ihlasla edilen duaların neticesinde, Ulubatlı Hasan, elinden düşürmediği sancağı, birçok okun vücuduna isabet etmesine rağmen, Bizans’ın köhne surlarına dikiyordu. Artık Bizans düşmüş, Ayasofya İslam’ın sembolü haline gelmiş ve Sultan Muhammed Han bu müjdeli fethin fatihi olmuştu. İşte bu kahramanca fedakârlıkların neticesinde İstanbul İslam’ın yüzyıllarca merkezi olmuş ve âleme adalet buradan neşredilmişti. İslam uğruna hayatını vakfeden bir diğer kahraman da Kafkas Kartalı İmam Şeyh Şamil’dir. İmam Şamil, on beş yaşında bindiği atın üstünden, İslam uğruna, hayatı boyunca inmedi. Rusların İslam’ı Kafkasya’dan atmak ve Anadolu’dan geçerek sıcak denizlere inmek hevesleri, İmam Şamilin çok çetin cihadıyla kursaklarında kalıyordu. Anadolu’nun düşman çizmeleri altında çiğnenmesine gönülleri razı gelmeyen kahramanlar, İslam’ın merkezi olan İstanbul’a saldıran itilaf devletlerine Çanakkale’de “Dur!” diyor ve yüz binlerce kahraman adeta boğazda etten duvar örüyordu. Bir destandı Çanakkale, bir mahşer, Bedir’in aslanlarının küçük kardeşlerinin düğünüydü. Cenab-ı Hakk’ın inayetinin envaının göründüğü bir meşher. Vatanın doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine her köşesinden gelen, Allah’a kurban olmak maksadıyla kınalanan kuzuların bayramıydı Çanakkale. İşte bu kahramanların ciltler dolusu kitapları kapsayacak fedakârlıkları sayesinde Din-i Mübin-i İslam’ın haysiyeti kurtarılmış oluyordu. Analar gözlerini kırpmadan evlatlarını cepheye gönderiyor, “Şehit olmazsan sütüm sana helal olmaz” diyordu…

Hasan AKKAYA 01 Ocak
Konu resmiYâ Fettâh
Beyt-i Berceste

Köşe Penceresi فتّاح و مصوّر اسملرينڭ تجلّيلرينه  باق. باشده  انسان اولارق بتون حيواناتڭ صو قطره لرندن آچيلان پك چوق معنيدار صورتلرينه  و بهار چيچكلرينڭ حبّه  و ذرّه جكلرينه  آچديريلان چوق جاذبه دار سيمالرينه  باق. فتّاحيت و مصوّريت الهيه نڭ معجزاتلي جمالنى كور. ايشته  بو مذكور مثاللره  قياسًا اسماي حسنانڭ هر بريسنڭ كندينه  مخصوص أويله  قدسي بر جمالي واركه ، بر تك جلوه سي، قوجه  بر عالمي و حدسز بر نوع گوزللشديرييور. Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellilerine bak. Başta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok manidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerine açtırılan çok cazibedar simalarına bak. Fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mucizâtlı cemâlini gör. İşte bu mezkûr misallere kıyasen esmâ-yı hüsnânın her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemâli var ki, bir tek cilvesi, koca bir âlemi ve hadsiz bir nevi güzelleştiriyor. (Siracu’n-Nur, s. 107-108) 1. Beyit بحمد اللّه كه بسم اللّه فتّاحایدوبدر قفل باب فتحه مفتاح Bihamdi‘llâh ki Bi‘smi‘llâh)ı( Fettâhİdübdür kufl-i bâb-ı fethe miftâh Zarifi (6) * Hamdolsun, ism-i şerifi Fettâh olan Rabbimiz, her kapının kilidini açmaya besmele-i şerifi bir anahtar yapmış.  * Kufl: Kilid 2. Beyit فصل گلدر باب باغی باغلاما ای باغبانتا كه سكا فتح ايده فتّاح ابواب نعیم Fasl-ı güldür bâb-ı bağ-ı bağlama ey bağbânTâ ki sana feth ide Fettâh ebvâb-ı na’îm Zati (5) * Ey bahçıvan, bu gül mevsimi bağ kapısını bağlamak da ne ola! Şöyle bir tefekkürle Naim Cennetlerinin kapısını aralaya durasın! Hamdolsun ki her fethi müyesser eden Fettâhımız var. 3. Beyit دلده زكرك اوله هر صبح مسا یا فتّاحفتح اوله باب كرم بخشی حقك بی مفتاح Dilde zikrün ola her subh (u) mesâ yâ FettâhFeth ola bâb-ı kerem (ü) bahşı Hakk’un bî-miftâh Seyyid Feyzi Efendi (2) * Lillahi’l-hamd. Her sabah-akşam yâ Fettâh kalbde zikrimdir. Hakkın ihsan ve kerem kapısını açmaya başka anahtara ne hacet! * Mesâ: (fa) Akşam 4. Beyit آچمغه باب مرآدی فتّاحكویا بسمله اولمش مفتاح Açmağa bâb-ı murâdı FettâĥGüyâ besmele olmus miftâĥ  Hayri (4) * Murad kapısını açmaya bismillahtan daha elyak anahtar olur mu? Bir ismi Fettâh olana binler hamd u senâ olsun. 5. Beyit اودر فتّاح فتح عقد عالماودر كشّاف كشف سرّ آدمبهاری ایلدی لطفندن آیاتنباتاتی ایدوب احیاسی اثبات Odur Fettâh-ı feth-i akd-ı âlemOdur Keşşâf-ı keşf-i sırr-ı Âdem Bahârı eyledi lütfundan âyâtNebâtâtı idüb ihyâsı isbât Haşimi (7) * Nicedir âlemin kayıtlarından azad olmak isteyen! Hem nicedir kendin sırrına kâşif olmak dileyen! Odur arzunun Fettâhı ve keşşâfı… Unutmaz seni: Bahar âyetlerinden okudur kendin. Hamde sezâ. 6. Beyit ازل فتح اولسه دلده اسم فتّاحاولورجمله كلید كنجه مفتاحانكله حال اولور هر عقد مشكلكركدر هر نفس ٖذكر ایلیه دل Ezel feth olsa dilde ism-i Fettâh Olur cümle kilîd-i gence miftâh Anunla hâl olur her akd-i müşkîlGerekdür her nefes zikr eyleye dil Manisalı Câmi’î (8) * Bir kez düştüyse cemre-misal dil ve kalbe ism-i Fettâh, her hazinenin kildini açacak anahtar elindedir bil. Başını bağlayan müşkillerin halli her nefes zikrettiğin ism-i Fettâhtadır bil. Hamdini ser-tac eyle! * Genc: (fa) Hazine 7. Beyit یا مفتح الابواب افتح لنا باب المغلقاتیا محول الاحوال حول حالنا الی رضاك Yâ müfettiha’l-ebvâb iftah lenâ bâbe’l-muğlekâtYâ mühavvile’l-ahvâl havvil hâlenâ ilâ rızâk Ahmed Suzi (3) * Ey kapıları açan Allah’ım, kapalı kapıları bize aç. Ey hâlleri değiştiren Allah’ım, hâlimizi rızâna çevir. * Kaynakça BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2009), Siracu’n-Nur, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât Divan-ı Feyzi Efendi, İnebey Yazma Eser Kütüphanesi, Genel, No: 4775/1 (v. 17B) Divan-ı Suzi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY09930 (v. 61B) Hilye-i Şerif, Milli Kütüphane, Yazmalar No: A 158/2 (v. 31A) Mecmu’a-i Kasa’îd-i Türkiyye, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi, No: 3418 (v. 242B) Mihr ü Mâh, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY00673 (v. 118B) Mihr ü Vefâ Divanı, Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Seyfettin Özege, Nadir Eser, No: 368/ASL k.1 (v. 3B) Muhabbet-nâme, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Fatih, No: 4142 (v. 1B) http://katalog.istanbul.edu.tr/ https://kulliyat.risale.online/ http://lugatim.com/ http://yazmalar.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiHabib-i Neccar Camii (Hatay)
Seyyah

مدنيتلر شهري خطاي، نيجه  كولتورلري ايچنده  بارينديروب كونمزه  قدر ياشاتمش اولوب، بو كولتورلري اثرلره  ده  ياڭسيتمشدر. بو اثرلردن اڭ دگرلي و قدیم اولانلردن بريسي حبيب نجّار جامعيدر. آنطاكيه نڭ ٦٣٨ ييلنده  مسلمان عربلرڭ النه  كچديگي دونمده  انشا ايديلمشدر. حبيب النجّار جامعي؛ ايكي تربه ، مدرسه  حجره لري و شادرواندن اولوشور. جامعه  اسمنى ويرن حبيب نجّار، كچيمنى مارانغوزلقله  صاغلايان بر آنطاكيه ليدر. جذّاملي بر اوغلي اولديغي ايچون طاغده كي بر مغاره ده  ياشار. م.ص. ٤٠’لي ييللرده  حضرت عيسی نڭ حواريلري آنطاكيه يه  كلوب الٰهڭ تك اولديغني آڭلاتمه يه  چاليشدقلرنده  اونلره  اينانانلرڭ باشنده  مارانغوز (نجّار) كلير. يس سوره سي ١٤ و ٣٢نجی آيتلري بو حادثه دن بحث ايدر. بحثي كچن آيتلرده ، بر شهر خلقنه  اللّٰهه  اينانمه لري ايچون كوندريلن ايكي ايلچي ايله  داها صوڭره  اونلري دستكله مك ايچون كوندريلن أوچنجي بر ايلچيدن سوز ايديلير. خلقڭ بو ايلچيلري يالانلامه لري أوزرينه ، شهرڭ ئوبور اوجندن قوشارق كلن بر آدمڭ ايلچيلرڭ سويله دكلرينه  ايمان ايتمه سي، بونڭ أوزرينه  قومي طرفندن ئولديرولمسي و جنّتله  مژده لنيشي آڭلاتيلير. شهرڭ ئوبور اوجندن كله رك ايلچيلره  اينانان و بو يوزدن شهيد ايديلن كيشي، حبيب النجّاردر. بو نه دنله  حبيب النجّار، “صاحب يس” اولارق ده  آڭيلمشدر. عثمانلي آرشيو قيدلرنده ، آنطاكيه ده  “دفين حقّ عطرناك (كوزل قوقولي طوپراغه  كومولي)” اولديغي بليرتيلن حبيب النجّاره  عائد جامع، تاريخه  بر شاهد اولارق ياشامه يه  دوام ايدييور. عصرڭ فلاكتنده  خسار كورن جامع يڭيدن آياغه  قالقاجق و مناره سندن اذانلر يوكسله جك ان شاء الله. Medeniyetler şehri Hatay, nice kültürleri içinde barındırıp günümüze kadar yaşatmış olup, bu kültürleri eserlere de yansıtmıştır. Bu eserlerden en değerli ve kadim olanlardan birisi Habib-i Neccar Camiidir. Antakya’nın 638 yılında Müslüman Arapların eline geçtiği dönemde inşa edilmiştir. Habibü’n-Neccar Camii; iki türbe, medrese hücreleri ve şadırvandan oluşur. Camie ismini veren Habib-i Neccar, geçimini marangozlukla sağlayan bir Antakyalıdır. Cüzzamlı bir oğlu olduğu için dağdaki bir mağarada yaşar. MS 40’lı yıllarda Hz. İsa’nın havarileri Antakya’ya gelip ilahın tek olduğunu anlatmaya çalıştıklarında onlara inananların başında marangoz (neccar) gelir. Yasin Suresi 14 ve 32. ayetleri bu hadiseden bahseder. Bahsi geçen ayetlerde, bir şehir halkına Allah’a inanmaları için gönderilen iki elçi ile daha sonra onları desteklemek için gönderilen üçüncü bir elçiden söz edilir. Halkın bu elçileri yalanlamaları üzerine, şehrin öbür ucundan koşarak gelen bir adamın elçilerin söylediklerine iman etmesi, bunun üzerine kavmi tarafından öldürülmesi ve cennetle müjdelenişi anlatılır. Şehrin öbür ucundan gelerek elçilere inanan ve bu yüzden şehit edilen kişi, Habibü’n-Neccar’dır. Bu nedenle Habib’ün Neccar, “Sahib-i Yasin” olarak da anılmıştır. Osmanlı arşiv kayıtlarında, Antakya’da “defin-i hâk-ı ıtır-nâk (güzel kokulu toprağa gömülü)” olduğu belirtilen Habibü’n-Neccar’a ait cami, tarihe bir şahid olarak yaşamaya devam ediyor. Asrın felaketinde hasar gören cami yeniden ayağa kalkacak ve minaresinden ezanlar yükselecek inşaAllah.

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiMukaddime-i Kitâb: İlm-i Tıbbın Şerefi Ve Fazileti Beyânındadır*
Osmanlı Tıbbından

De’b-i musannifîndendir, kütüb-i muʻteberenin ve zî-bâl olan umûr-ı mukarrerenin evâilinde hamdele ve tasliyye ile bed’ idüb emmâ baʻd terkîbini îrâd ideler. Binâen alâ-zâlik uhde-i hamd ü hamîd ve salavât-ı şerîfeden hurûc müyesser olduysa maʻlûm ola ki, ilm-i tıbb eşref-i ulûmdur. Hiç ilim buna müvâzî olmaz. Ve hiç ehad bu ilmi taʻlîm ve taʻallümden müstağnî değildir. Şerefine ihbâr ve faziletine âsâr bî-nihâyedir. Beden-i insânî ki eşref-i mevâlîd ve erkândır. İlm-i tıbba ihtiyâcı kavîdir. İnsânın ise sâir hayvândan şerefi îmân ve irfân ve tâʻat ve ibâdet ve riʻâyet-i erkândır. Bu maʻnâ ise sıhhat ile olur. Hayâtın kemâli sıhhatdir. Ve sıhhatin hıfzı zâil oldukda istirdâdı ilm-i tıbbla olur. Tabîb menʻ-i mevt eylemede eğerçi vâfî değildir. Ammâ hayâtı ber-vech-i ekmel güzer itdirmeğe vâfîdir. Bu maʻnâ dahi ya kemmiyyet ile olur veyahud keyfiyyet ile olur. Kemmiyyet ile vâfî olması eğer tıbba mülâzemet idüb tedbîr-i fâzıl ile takayyüd iderse şâyed ki ecel-i tabîʻîye erişe. Eğer terk-i hıfz-ı sıhhat iderse (22b) tūl-i hayât müyesser olmaz. Keyfiyyet ile vâfî olmasıçün hayât sebeb-i sıhhat ve selâmet-i bedendir. Tabîb buna keyfiyyâtı iʻtāya vâfîdir. Zîrâ kuvvet-i nazarî ve amelînin istikmâli gerek maʻâd ve gerek maʻâşda mümkün değildir. Meğer selâmet-i beden ile ola. Beden ki, derd ve rence mübtelâ ola, şahsın kemâli baʻîd olur. Husūsen Cenâb-ı İzzet hazretlerinin zikr ü fikri ki ehemm-i umûrdan iken edâda kâsır olur. Ale’l-husūs ilm-i teşrîh ki hılkat-i insânda Hazret-i Hakk’ın bedâyiʻ-i kudretidir, beden-i insân zaʻîf ve nahîfe ne vechile terkîb vâkiʻ olmuşdur ve ne vedîʻat konmuşdur. Maʻrifet-i nefse akreb vesâildir çün ıttılâʻ hâsıl ola. Emrâz ve devâ kemâ-yenbağī biline. Bundan ziyâde maʻrifet yine budur. Zîrâ her derd mukābelesinde bir nice devâ ve bir nice şifâ vazʻ olunmuşdur. Râhat-ı lutf u ihsân kıbel-i Hakk’dan zuhûr itdikde mûcib-i izdiyâd-ı irfân olur. Bir vech dahi sıfat-ı kemâldir. Bu derece-i bülenddir. Beden-i insânda hiç râhat kadar kemâl yokdur. Râhat ise sıhhat ile olur. Bu sıhhati dahi vâfî olan ilm-i tıbbdır. Vâcibü’l-Vücûd’un eltāfından sıhhatden ziyâde lutf olmaz. Bu atiyyeye tabîb nâib-i menâb-ı Hakk olmuş olur. Metnin Güncel Çevirisi Tıp İlminin Şerefi ve Fazileti Yazarların bir geleneğidir, önemli kitapların girişinde Allahʼa hamd ve Resûlüne (sav) salavat ile söze başlanır, ardından konuya girilir. Bundan dolayı bu kitapta da hamd ve salavat bittikten sonra bilinmelidir ki tıp ilmi ilimlerin en şereflisidir. Hiçbir ilim buna denk değildir ve her insan bu ilmi öğrenip öğretmeye muhtaçtır. Tıbbın şerefi saymakla bitmez. Varlıkların en şereflisi olan insan bedeninin bu ilme ihtiyacı büyüktür. Zira insanın diğer canlılardan üstünlüğü iman, marifet ve ibadetle mümkündür, bunlar ise insanın sağlıklı olmasına bağlıdır. Hayat sağlıkla bir anlam ifade eder. Sağlık kaybedildiğinde geri kazanılması ancak tıp ilmi ile mümkündür. Gerçi hekim ölümü engelleyemez, ancak hayatın güzel ve sağlıklı bir şekilde geçmesine vesile olabilir. Bu nicelik ve nitelik anlamında iki şekilde olur. Eğer tıbbi kaidelere uyulursa yaşayabileceği en uzun ömrü yaşayabilir. Ancak sağlığını kaybederse uzun ömürlü olamaz. Kaliteli bir yaşam için de yine sağlık şarttır. Yani hekim hem uzun hem de sağlıklı bir ömrü sağlayabilir. Vücut hastalanırsa o insanın olgunluğu da eksik olur. Zira Allahʼın hem zikri hem de marifetindeki tefekkürü hastalığından ötürü zayıf olur. Öte yandan anatomi denilen ve Allahʼın yüce kudretinin yansıması olan vücut yapısı nasıl terkip edilmiştir, hangi özelliklere sahiptir, hastalık ve tedavilerin bilinmesi için bu bilgilere de ihtiyaç vardır. Tıpta her hastalığa bir şifa vardır. Bu sağlık ve rahatlık nimetleri, marifetullah ilminin artmasına ve insanın kemal noktaya ulaşmasına da vesile olan yüce bir mertebedir. Tüm bunlar tıp ilminin bilinmesi ile mümkündür. Tabip de sıhhate vesile olduğu için bu nimetin insana verilmesinde Allahʼın yeryüzündeki vekili sayılır. *(Kaynak: Emir Çelebi, Enmûzecüʼt-Tıbb, T-7043, 22a-22b.)

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. Ey şanlı ordu, ey şanlı askerHaydi gazanfer, umman-ı safterBir elde kalkan, bir elde hançerSerhadde doğru ey şanlı asker.Deryada olsa her şey muzafferDillerde tekbir, Allahü EkberAllahü Ekber, Allahü EkberOrdumuz olsun daim muzaffer          Ç  Ö  Z  Ü  M      اسكي اوردو مارشي اي شانلي اوردو، اي شانلي عسكرهايدي غضنفر، عمّان صافتربر الده  قالقان، بر الده  خنچرسرحدده  طوغري اي شانلي عسكر.درياده  اولسه  هر شي مظفّرديللرده  تكبير، اللّٰه اكبراللّٰه اكبر، اللّٰه اكبراوردومز اولسون دائم مظفّر

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiGenç Fikirler
Bir Dergi Bir Yazı

(1) Küçük hikaye Çıldıran Peder Ela gözlerinde ümit ışıklarını söndüren bir damla zehir yaşı vardı. Uzun senelerden sonra takarrup eden bir tehlikenin ümit vermeyen hisleri içinde onu her gün rengi uçuk sakalı ağarmış, solgun bir çehre ile görürdüm. Dört seneden beri veremden yatan tıbbiye mektebinden mezun bir tek oğlu vardı. İhtizar devrelerinin muzdarib anlarında her zaman değişen bir reçete ile hastasına, yeşil şişeler içinde renkli kağıtlara sarılı birkaç terettüb ümit suları taşırdı. Ara sıra basık tavanlı dar aralıklardan hükümete dönen köşe başında karşılaşırdık. Gözlerinden sızan evlat aşkının son damlalarını siyah mendiliyle kuruturdu. (2) Memleket Tahassüsleri Bir memleketin hakiki tahassüslerini o memleketin koşma ve manileri çok temiz ifade eder. Aynı zamanda his ve hayaldi ki hususiyetleri de irae etmesi itibarıyla şayan-ı dikkattir. Trabzon’un çok güzel fakat zamanla unutulan veya unutulmaya mahkûm bulunan bu gibi asarını yeniden canlandırmaya gayret edeceğiz. Bu manilerde kari’lerimiz hep kendi hususiyetlerinin sade, veciz bir ifadesini bulacaktır. (3) Sualler S 1 - Trabzon’un en büyük şairi kimdir.S 2 - Bizde matbaacılığın tarih-i tesisi ne zamana müsadiftir.S 3 - Trabzon’un muhtelit takımı kimlerden müteşekkil olmalı.S 4 - Trabzon’da sporun terakkisi için ne yapmalı. (4) Bilmecemiz Beş harfli alat-ı musıkiyeden biriyim. O derece kıymet-i musıkiyem yoktur. Baştan üçüncü, ikinci, birinci harflerim zamanı ifade eder. Dördüncü, beşinci ve üçüncü harflerimde bazen tatlı ve bazen yakıcı olur. Dördüncü, beşinci, birincisi de tabiat-ı beşeriyeden birini irae eder. Biliniz ben neyim. Mürettibi Veli Bey zade Fazıl (5) Davamız Vali-i sabık Nazım Bey ile sahib ve muharririmiz beyninde mütehaddis dava, adliye vekalet-i celilesince ehemmiyetle nazar-ı dikkate alınarak Trabzon mülkiye müfettişliği vesatatiyle yapılan netice-i tahkikatın vekalet-i müşarun ileyhaya arz ve takdim kılındığı müstahberdir. (6) Cemal Bey azimet ettiler Sabık valimiz muhterem Cemal Beyefendi perşembe günü Reşit Paşa vapuruyla İstanbul’a azimet ettiler. Selametler temenni eyleriz.

Zafer ŞIK 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

İstanbul Haritasında işaretli yer isimlerini sırasıyla boşluklara yazınız ve daire içine gelen harfleri alttaki numaralı yere yerleştirip cümleyi oluşturunuz.                   Ç  Ö  Z  Ü  M        

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

خواجه نڭ تأثيري ارطوغرول دوزداغڭ صنعتجي، آيدين و آراشديرمه جي كيشيلك قازانمه سني صاغلايان، ماهر ايزڭ أوگرتدكلرندن بلكه  ده  اڭ أونمليسي قرآن حرفلريدر. بو سايه ده  دوزداغ، ابوالسعود افندينڭ فتوالري كبي برچوق تاريخي و ادبي متنڭ چويريسني ياپمشدر. كندينه  و صنف آرقداشنه  ويريلن ايلك عثمانليجه  درس خاطره سني شويله  آڭلاتمقده در: ”خواجه مز، صحبتڭ آراسنده ، بحثي، قرآن كريمي و عثمانليجه  اسكي اثرلري اوقومه يه  كليردي. بونڭ أونمنى بليرتدي. تيپيك ايكي جمهوريت عائله سنڭ چوجقلري اولارق، ايكيمز ده  اسكي حرفلريمزي بيلمييوردق. فقط البته  أوگرنمك ايستييوردق… خواجه مز همن داها أوڭجه  حاضرلاديغي ايكيشر فورمه لق ايكي دانه  اينجه  ليسه  دفتري چيقاردي. ايكيمزي ده  ياڭنه  چاغيردي. ايكي طرفنه  اوتورتدي. صيره يله  هر ايكي دفترڭ باشنه  اصلي حرفلريله  برر بسملۀ شريفه  قويدي. او كونڭ تاريخنى آتدي. صوڭره  قرآن آلفابه سني فارسجه  و تركجه  ايچون قوللانيليركن اكلنمش اولان (پ)، (چ ) و (ژ)  حرفلريله  برلكده  تكر تكر و ايضاح ايدرك يازدي. بيتيردكدن صوڭره  دفتري بزه  ويردي. بو هفته كي درسڭز بو. مسودّه  كاغدلرنده  اييجه  چاليشوب، تكرار تكرار يازڭ. اڭ صوڭ شكلنى دفتره  يازوب كتيرڭ، تصحيح ايده لم و يڭي درسڭزه  كچه لم ديدي.“ Hocanın Tesiri Ertuğrul Düzdağ’ın sanatçı, aydın ve araştırmacı kişilik kazanmasını sağlayan, Mahir İz’in öğrettiklerinden belki de en önemlisi Kur’an harfleridir. Bu sayede Düzdağ, Ebussuud Efendi’nin fetvaları gibi birçok tarihi ve edebi metnin çevirisini yapmıştır. Kendine ve sınıf arkadaşına verilen ilk Osmanlıca ders hatırasını şöyle anlatmaktadır: “Hocamız, sohbetin arasında, bahsi, Kur’an-ı Kerim’i ve Osmanlıca eski eserleri okumaya gelirdi. Bunun önemini belirtti. Tipik iki cumhuriyet ailesinin çocukları olarak, ikimiz de eski harflerimizi bilmiyorduk. Fakat elbette öğrenmek istiyorduk… Hocamız hemen daha önce hazırladığı ikişer formalık iki tane ince lise defteri çıkardı. İkimizi de yanına çağırdı. İki tarafına oturttu. Sırayla her iki defterin başına aslî harfleriyle birer Besmele-i Şerife koydu. O günün tarihini attı. Sonra Kur’an alfabesini Farsça ve Türkçe için kullanılırken eklenmiş olan pe, çe ve je harfleriyle birlikte teker teker ve izah ederek yazdı. Bitirdikten sonra defteri bize verdi. Bu haftaki dersiniz bu. Müsvedde kâğıtlarında iyice çalışıp, tekrar tekrar yazın. En son şeklini deftere yazıp getirin, tashih edelim ve yeni dersinize geçelim dedi.” [Mahir İz. (1990). Yılların İzi, Kitabevi Yayınları. (s. 404-405)] بها بيچيله مين كتاب ١٩١٢ سنه سيدي. موسم قيش و هوا صوغوقدي. بردن النده  بيوك بر كتاب اولديغي حالده  برهان افندي ايچري يه  كيرر. كلوب علي اميري افندينڭ قارشيسنه  اوتورور. ”بويوريڭز، باقيڭز.“ دير. ترك ديلينه ، ترك شعرلرينه ، ترك آتاسوزلرينه ، ترك ايللرينڭ خريطه سنه ، ترك بايراقلرينڭ رسمنه  تركڭ اسكي يازيسنه  دائر عبّاسيلر زماننده  يازيلمش بر كتاب. حتّی آمريقه نڭ كشفندن درت بش يوز سنه  قدر أوڭجه  يازيلديغي حالده  كتابڭ خريطه سنده  جابلقه  ناميله  آمريقه  ده  وار. علي اميري افندي سوينجنى بللي ايتمز، كتابي اينجه لر. برهان افندي، ”صاحبي اوتوز ليره  ايستييور. اگر اوتوز ليره  ويررسه ڭ يارين كتابي سڭا كتيره يم.“ ديينجه  آڭلاشيرلر. علي امیري افندي بورج ايدينه رك كتابي اوتوز ليره يه  آلير، أوستنه  ده  أوچ ليره  بخشش ويرر. داها أوڭجه  كتاب برقاچ كيشي يه  كوستريلمشدر. بعض كتابجيلر طوپلانوب فيات بليرله مشلردر. ”استانبول فيئاتي ايكي ليره ، آوروپه يه  كوندرمك شرطيله  صاتيليرسه  يگرمي ليره يه  آليرز.“ ديمشلردر. برهان افندي يه ، ”هايدي، هايدي! يگرمي ليره يه  بن بر كتبخانه  طولوسي كتاب آليرم. كتابنى كوتور ده  او فيئات ايله  نره يه  ايسترسه ڭ صات.“ دينيلمشدر. علي اميري افندي كتابي صاتڭ آلدقدن ايكي سنه  صوڭره  اگيتيم باقانلغي كتابي باصمق ايچون ايستر. دنياده  اشي و بڭزري بولونمايان بو كتاب ايچون كنديسنه  أوچ يوز آلتين ليره  تكليف ايديلير. ”بن سمسار دگلم، دلّال دگلم. وطن نامنه  بر كتاب ايسته نيلمش، ويرمشم. بوڭا قارشيلق پاره  ويرمه نڭ نه  لزومي واردر، ايسته مم.“ دير. شيمدي يازمه  اثر كتبخانه سنده  بولونان، دولت طرفندن قورومه  آلتنده  طوتولان كاشغارلي محمودڭ ديوان لغات الترك اسملي بو اثرينه  بها بيچيله مه مكده در. Paha Biçilemeyen Kitap 1912 senesiydi. Mevsim kış ve hava soğuktu. Birden elinde büyük bir kitap olduğu hâlde Burhan Efendi içeriye girer. Gelip Ali Emiri Efendinin karşısına oturur. “Buyurunuz, bakınız.” der. Türk diline, Türk şiirlerine, Türk atasözlerine, Türk illerinin haritasına, Türk bayraklarının resmine Türk’ün eski yazısına dair Abbasiler zamanında yazılmış bir kitap. Hatta Amerika’nın keşfinden dört beş yüz sene kadar önce yazıldığı hâlde kitabın haritasında Cabelka namıyla Amerika da var. Ali Emiri Efendi sevincini belli etmez, kitabı inceler. Burhan Efendi, “Sahibi otuz lira istiyor. Eğer otuz lira verirsen yarın kitabı sana getireyim.” deyince anlaşırlar. Ali Emiri Efendi borç edinerek kitabı otuz liraya alır, üstüne de üç lira bahşiş verir. Daha önce kitap birkaç kişiye gösterilmiştir. Bazı kitapçılar toplanıp fiyat belirlemişlerdir. “İstanbul fiyatı iki lira, Avrupa’ya göndermek şartıyla satılırsa yirmi liraya alırız.” demişlerdir. Burhan Efendiye, “Haydi, haydi! Yirmi liraya ben bir kütüphane dolusu kitap alırım. Kitabını götür de o fiyat ile nereye istersen sat.” denilmiştir. Ali Emiri Efendi kitabı satın aldıktan iki sene sonra Eğitim Bakanlığı kitabı basmak için ister. Dünyada eşi ve benzeri bulunmayan bu kitap için kendisine üç yüz altın lira teklif edilir. “Ben simsar değilim, dellal değilim. Vatan namına bir kitap istenilmiş, vermişim. Buna karşılık para vermenin ne lüzumu vardır, istemem.” der. Şimdi Yazma Eser Kütüphanesinde bulunan, devlet tarafından koruma altında tutulan Kaşgarlı Mahmud’un Divanu Lügati’t-Türk isimli bu eserine paha biçilememektedir. [Ali Emiri, (31 Teşrinievvel 1338), Millet Kütüphanesi Ne Surette Teşekkül Etti, Tarih ve Edebiyat, 1/3, s. 53-65. s. 55-58] كوكدن طوپلانان ييلديزلر: ماهيه لر ماهيه ، فارسجه  آي آڭلامنه  كلن ”ماه“ كلمه سنڭ أوزرينه  نسبت اكينڭ كتيريلمسيله  اولوشمش ” ماهيه (mahiyye)  “ كلمه سنڭ زمان ايچنده  سس دگيشيميله  اولوشمش حالیدر. عثمانلي دونمنده  ماهيه  رمضان، بايرام و قنديل كيجه لرينده  جامعلرده  ايكي مناره  آراسنه  كريلن ايپلر أوزرينه  طاقيلان ياغ قنديللري ايله  اولوشديرولوردي. آمپولڭ ايجادندن صوڭره  الكتريكلي لامبه لر قوللانيلمه يه  باشلانمشدر. ايلك ماهيه  ١٦١٧ ييلنده  يڭي ياپيلان سلطان احمد جامعي مناره لري آراسنه  چكيلمشدر. احمد سهيل أوڭوير ”استانبول رساله لري“ آدلي اثرنده  باتيلي بر سيّاحدن آلينتي ياپارق شو افاده لره  ير ويرمشدر: ”بر اجنبي سيّاح ديمشكه : دنيا يوزنده  سويلمه يه  و صاييلمه يه  لايق تركلرڭ هيچ بر مدني اثري اولماسه  بيله  يالڭز شو كوكدن ييلديزلري طوپله يوب مناره لر آراسنده  يازي يازمه يي عقل ايديشلري و بونده  موفّق اولمه لري اونلرڭ مدنيتده  نه  قدر ايلريده  اولدقلرينڭ بر افاده سيدر.“ Gökten Toplanan Yıldızlar: Mahyalar Mahya, Farsça ay anlamına gelen “mah” kelimesinin üzerine nispet ekinin getirilmesiyle oluşmuş “mahiyye” kelimesinin zaman içinde ses değişimiyle oluşmuş halidir. Osmanlı Döneminde mahya Ramazan, Bayram ve kandil gecelerinde camilerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine takılan yağ kandilleri ile oluşturulurdu. Ampulün icadından sonra elektrikli lambalar kullanılmaya başlanmıştır. İlk mahya 1617 yılında yeni yapılan Sultan Ahmet Camii minareleri arasına çekilmiştir. Ahmet Süheyl Ünver “İstanbul Risaleleri” adlı eserinde Batılı bir seyyahtan alıntı yaparak şu ifadelere yer vermiştir: “Bir ecnebi seyyah demiş ki: 'Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya layık Türklerin hiçbir medeni eseri olmasa bile yalnız şu gökten yıldızları toplayıp minareler arasında yazı yazmayı akıl edişleri ve bunda muvaffak olmaları onların medeniyette ne kadar ileride olduklarının bir ifadesidir.” ابو زر ابو ذر مسلمان اولمادن أوڭجه  ده  غفار خلقي كبي پوتلره  طاپماز، اونلردن نفرت ايدردي. اسلاميتي قبول ايتمه دن ايكي أوچ ييل أوڭجه  اللّٰهه  عبادت ايتمه يه  باشلادى. حنيفلرله  ياقين ايلگيسي اولديغي آڭلاشيلان ابو ذر، مكّه ده  حضرت پيغمبرڭ بر اولان اللّٰهه  اينانمه يه  دعوت ايتديگڭي طويوڭجه  اورايه  كيتدي و مسلمان اولدي. حضرت پيغمبر غفار قبيله سندن برينڭ كلوب مسلمان اولمه سنه  حيرت ايتمشدي، اللّٰه تعالينڭ ديله ديگنه  هدايت نصيب ايده جگني سويله مشدر. ايلك بدوي مسلمان دييه  بيلينن ابو ذرّڭ دردنجي ويا بشنجي كيشي اولارق اسلاميتي قبول ايتديگي سويلنه بيلير. كعبه نڭ ياننه  كيدرك مسلمانلغنى اعلان ايدن ابو ذر مشركلر طرفندن دوگولدي؛ آنجق عبّاس بن عبد المطلبڭ آرايه  كيرمسيله  ئولومدن قورتولدي. ايرته سي كون يينه  عين يرده  مسلمان اولديغني سويله يوب دوگولنجه  حضرت پيغمبر اوني، قبيله سنڭ خلقنى اسلاميته  دعوت ايتمك أوزره  كري كوندردي و چاغريلمدقجه  مكّه يه  كلمه مسني ايسته دي. ابو ذر اسمر، ايري جثه لي، اوزون بويلي و كور صاچلي بر كيمسه يدي. اسلاميتدن أوڭجه  يول كسن و جانلره  قييان بو سرت طبيعتلي انسان، اسلامڭ تربيه سيله  تمامًا دگيشمش، فقير و دوشكونلرڭ حاميسي اولمش، ياپديغي بر قصوردن طولايي كنديسني باغيشلامه سني ايسته ديگي بر سياهينڭ آياغنڭ آلتنه  ياناغنى قوياجق قدر تواضعلي، خدمتجيسيله  عين البسه يي كييه جك و عين ييمگي ييه جك قدر متواضع بر كيمسه  حالنه  كلمشدي. عين زمانده  جسور، طوغري، آچيق قلبلي بر كيشيدي. حضرت پيغمبر اونڭ حقّنده ، ”كوك قبه نڭ آلتنده  و ير يوزينڭ أوستنده  ابو ذردن داها طوغري سوزلي كيمسه  يوقدر.“ ديمشدر. Ebu Zer Ebu Zer Müslüman olmadan önce de Gıfâr halkı gibi putlara tapmaz, onlardan nefret ederdi. İslâmiyet’i kabul etmeden iki üç yıl önce Allah’a ibadet etmeye başladı. Haniflerle yakın ilgisi olduğu anlaşılan Ebu Zer, Mekke’de Hz. Peygamber’in bir olan Allah’a inanmaya davet ettiğini duyunca oraya gitti ve Müslüman oldu. Hz. Peygamber Gıfâr kabilesinden birinin gelip Müslüman olmasına hayret etmişti, Allah Teâlâ’nın dilediğine hidayet nasip edeceğini söylemiştir. İlk bedevî Müslüman diye bilinen Ebu Zerr’in dördüncü veya beşinci kişi olarak İslâmiyet’i kabul ettiği söylenebilir. Kâbe’nin yanına giderek Müslümanlığını ilân eden Ebu Zer müşrikler tarafından dövüldü; ancak Abbas b. Abdülmuttalib’in araya girmesiyle ölümden kurtuldu. Ertesi gün yine aynı yerde Müslüman olduğunu söyleyip dövülünce Hz. Peygamber onu, kabilesinin halkını İslâmiyet’e davet etmek üzere geri gönderdi ve çağrılmadıkça Mekke’ye gelmemesini istedi.  Ebu Zer esmer, iri cüsseli, uzun boylu ve gür saçlı bir kimseydi. İslâmiyet’ten önce yol kesen ve canlara kıyan bu sert tabiatlı insan, İslâm’ın terbiyesiyle tamamen değişmiş, fakir ve düşkünlerin hâmisi olmuş, yaptığı bir kusurdan dolayı kendisini bağışlamasını istediği bir siyahinin ayağının altına yanağını koyacak kadar tevazulu, hizmetçisiyle aynı elbiseyi giyecek ve aynı yemeği yiyecek kadar mütevazı bir kimse haline gelmişti. Aynı zamanda cesur, doğru, açık kalpli bir kişiydi. Hz. Peygamber onun hakkında, “Gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.” demiştir. (İslam Ansiklopedisi’nden düzenlenerek alınmıştır.)

Murat DARICIK 01 Ocak