Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir.   Aslıma Karışıp Toprak Olunca ...Benden ayrılınca kin ve buğuzumHerkese güzellik gösterir yüzümTopraktır cesedim güneştir özümHava yağmur uyandırır hislerim Alimler alemi ölçer biçerlerHamını hasını eler seçerlerBu dünya fanidir konar göçerlerVeysel der ki gel barışak küslerim            Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiMukaddime-i Kitâb: İlm-i Tıbbın Şerefi Ve Fazîleti Beyanındadır (3)
Osmanlı Tıbbından

Ashâbdan Kuteybe hazretleri radıyallâhu teʻâlâ anhum buyururlar ki: Enbiyâ-i Benî İsrâîlʼden salavâtullâhi aleyhim biri zaʻf-ı bedenden halâs içüb Bârî Teʻâlâya niyâz eyledi. Ol nebîye vahy geldi ki, lühûmu elbânla tabh eylen, biz anda kuvvet vedîʻa eyledik. Ve yine mezbûr Kuteybe hazretleri radıyallâhu anh rivâyet buyururlar ki: Hazret-i Kelimullâh aleyhisselâm marîzi tabîbe varub devâ taleb eylemekden menʻ buyururlar idi. Mübârek sinn-i şerîflerine vecaʻ ârız oldukda tevekkül buyurub devâya mürâcaʻat eylemediler ve sıhhat recâ eylediler. Cenâb-ı İzzet âlâuhû allet hazretinden eturîdu en tubtile hikmetî bi-tevekkülike aleyye kelâm-ı izzet-meşhûnu vârid oldu. Mertebe-i Kelimullâh hod maʻlûmdur. Yine Cenâb-ı İzzet hikmetin ibtāline ve Hazret-i Mûsâʼnın tevekkülüne rızā virmedi. Ehâdîs-i sahîhadandır, Hazret-i Fahr-i Âlem sallallâhu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki: tūbâ li-beledin fîhi sultānun âdil ve tabîbun hâzık ve nehrun câr ve sûkun kāime Zamânımızda Elhamdülillâhi teʻâlâ sultānımız âdil, hergiz zulme rızā-yı hümâyûnları yokdur. Nehr-i cârîmiz dahi Kâğıdhāne ve İstanbul’a gelen sulardır. Sûk-ı kāime hod her çâr sûda ve her bir yolda bir sûk kāimdir. Ammâ tabîb-i hâzık hâline çendân maʻrifetimiz yokdur, zîrâ ekserin müşâhede eyledik katı sâde bulduk. Hudâ bilür ki kimseye garazımız yokdur. Eğer İslâmiyyûn eğer sâir edyânın ashâbı ancak ketb tetebbuʻ iderim deyü kitâbın hamlinden mütelezzizlerdir. Tecrübe ve amelde çendân maʻrifetleri yokdur. Çok edviyye-i müfrede ve mürekkebeyi gördüm. İhvânımız teşhīs itmeyüb attārın kavliyle âmil olurlar. Taksīrâtlarından suâl olunsa marîz-i muvâfık ve attār-ı sādık yokdur dirler. Hakīkatde bu ikisi vardır. Ammâ tabîb-i hâzık yokdur. Sadeleştirme Tıp İlminin Şerefi ve Fazileti (3) Ashâb-ı kirâmdan Hz. Kuteybe (ra) buyururlar ki: İsrailoğullarından bir peygamber,  bedenin zayıflığından kurtulmak için Allahʼa dua etti. O peygambere vahyedildi ki; “Eti sütle birlikte pişir, biz onlara güç verdik. Yine mezbûr Hz. Kuteybe (ra) buyururlar ki: Kelimullâh Hz. Musa (as) bir hastanın hekime giderek ilaç istemesini yasaklamıştı. Mübârek dişleri ağrıdığı zaman tevekkül ederek herhangi bir ilaç almadan Allahʼtan şifa diledi. Allahu Teâlâ buyurdu ki: “Bana tevekkül ederek hikmetimi yok etmek mi istiyorsun?” Hz. Musa (as) peygamberlik makamına rağmen Allah kendi hikmetinin yok sayılarak Hz. Musaʼnın tevekkülünü kabul etmedi. Sahih hadistendir ki: Hz. Fahr-i Âlem (sav) buyurmuşlardır ki: “Ne mutlu o beldeye ki, adil sultanı, mütehassıs tabibi, akan nehri ve işleyen çarşısı vardır.” Günümüzde çok şükür sultanımız âdildir, asla zulme rıza göstermez. Kâğıthane ve İstanbulʼa doğru akan nehirlerimiz vardır. Her köşe başında ve her bir yolda işleyen çarşılar vardır. Ama uzman hekim konusunda, gerçi kesin bilgimiz yoktur, kimseye de kinimiz yoktur ancak çoğunda gördüm ki Müslüman veya kâfir fark etmeksizin yalnızca teorik bilgileri olan, tecrübe ve pratiği olmayan kimseler vardır. Bu hekimler hastalığı tam teşhis edemeyip yalnızca aktarların tavsiyelerine uyarak tedaviye çalışırlar. Fayda görmediklerinde ise ya hastanın mizacı bozuk ya da doğru ilaç veren aktar yok derler. Gerçekte bu ikisi de vardır ancak uzman hekim yoktur.

Mesut BUDAK 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi Kitabesi Kazâ-yı mübremi tedbîr ile tağyîr mümkün mü?O tîrin def’i kâbil mi ki râmîdir kazâ kavsiZiyaret eden ahbâbı desin fevtiçün târîhVedûdâ Mustafâ Paşa’ya ihsan eyle firdevsi Kelimeler: Kazâ-yı mübremi: Kaçınılması mümkün olmayan, sağlam hüküm; ilahi takdirTîr: OkRami: ok atanm kişiKaza kavsi: Kaza (Kader) yayıFevtiçün: Ölümü içinVedûdâ: Ey Vedûd olan AllahımFirdevs: Cennet, Bahçe Emîn Ali Efendi Mezar Kitabesi (Merkez Efendi) Âh mine’l-firâk!Suriye Vilâyet-i CelîlesiDefterdarı Emîn AliEfendi hazretlerinin kayınVâlideleri Merhûme Â’işeHanım'ın rûhuna FâtihaFî 1 Zilhicce sene 1316 Kelimeler: Celîl: 1. Çok yüce, ulu, kadri ve mertebesi yüksek: 2. Eskiden vezir ve müşir rütbesindeki kimselere ve bunların başında bulundukları makāma yazılan yazılarda kullanılan bir hitap sözü: 3. “Ululuk ve celâl sâhibi, yüce, âli” anlamında esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel isimlerinden)dr:Celîle: Celil kelimesinin kadını ifâde eden, kadın ismi olarak kullanılan veya tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli.Defterdar: 1. Bir ilin mâliye işlerine bakan sorumlu memur, Mâliye Bakanlığı’nın o ildeki en yüksek memuru: 2. târih. Osmanlı Devleti’nde mâlî işlerin başında bulunan yüksek memur [Başdefterdar sonraları mâliye nâzırı adını almıştır]firâk: 1. Ayrılık, ayrılma, ayrı düşme, hicran, firkat: 2. teşmil. Hüzün, teessür, mahzunluk

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Ocak
Konu resmiIrmak
Bir Dergi Bir Yazı

(1) On beş günde bir çıkarılan edebi, ilmi mecmuadır. (2) Irmak’ı herkes benimsemeli, kendine mal etmelidir. Çünkü Irmak bizim değil muhterem kari’lerimizindir. Bu samimi duygu ve gönülden arzularımıza Irmak’ın tercüman olduğunu gördüğümüz gün kendimizi çok bahtiyar sayacağız. Irmak (3) Bana gözyaşlarımı, heyecanlarımı vecd u istiğrakımı iade et. Gönlümün alevini tutuştur; imanın çerağını tekrar yak. Ben gülün renginde, rüzgârın sesinde, suların akışında Sen’i görmez, bulmaz, duymazsam ne yaparım; ben sensiz neylerim ya Rab! Kânunuevvel 927 Balıkesir Çoban Ateşi (4) Balıkesir şairlerinden Fatıma Kamile Hanım Balıkesir’de Keşkekzade ailesine mensup Hacı Mehmet Efendi namında bir zatın kızıdır. 1255 senesinde doğmuş ve 1339 tarihinde vefat etmiştir. Babası tahsil ve terbiyesine fevkalade itina eylemiş, Tırpancızade zade Fahrettin Efendi gibi memleketçe tanınmış zevattan ders görmüştü. Şairlikle mahallinde iştihar eden Fatıma Kamile Hanım’ın kudret-i şiiriyesine delil olabilecek mirac-ı peygamberi hakkındaki aşıkane uzun manzumesiyle viladet-i nebeviyeye dair 306 senesinde tab’ olunan ve: Kim dilerse mevlüd-i pak-i Resul Her dü alemde bulur Hakk’a vusul Beytiyle başlayan Dehayü’l-Cinan adlı eseri ve bir de münacat, naat, şeyhi için yazdığı eş’ar ile dolu, perişan yazılı, gayr-ı matbu bir mecmuası vardır. (5) [1] Fatıma Kamile Hanım, son hayatında uğradığı nüzul vesair hastalıktan dolayı uzun müddet yerinden kalkamayacak bir hale gelmiş, bu esnada iken bir gece merasim-i diniyeden olan kandil-i şerif münasebetiyle evlerine lıhye-i şerif getirtmiş ve mevlüd-i Nebevi okutturulmuş, mevlüd-i Nebevi kıraatinin hitamında misafir komşular tarafından lıhye-i şerifi ziyaret için yüksek sesle getirilen tekbir’in ilahi tesirine kapılan Kamile hanım, meczup gibi hemen yerinden fırlamış, ben bu saadetten mahrum mu kalacağım ya Resulallah diyerek karşısındaki lıhye-i şerif öpülen odaya yürümüş gitmiş ağlaya ağlaya lıhye-i şerife yüzünü gözünü sürmüş tekrar gelip yerine yatmış ve bir daha yatağından kalkamamış, bu hali görenler nasıl kudret buldu da yerinden kalkıp yürüdü diyerek hayret etmişler. (6) Türk Kadın Şairleri Zübeyde Fitnat Hanım Kütüphanelerimizde mevcut bilumum tezkireleri gözden geçirdiğimiz halde doğum tarihine tesadüf edemediğimiz Zübeyde Fitnat Hanım yaratılışındaki taşkın zekasıyla, zarif nükteleri, irtihali, bedihi sözleriyle yaşadığı on ikinci asrın en yüksek bir kadını yahut şairesi olmak üzere tanınmıştır.

Zafer ŞIK 01 Ocak
Konu resmiBalıklı Göl (Şanlıurfa)
Seyyah

Türkiye’nin kadim şehirlerinden biri olan ve ‘Peygamberler şehri’ olarak anılan Şanlıurfa ilinin sınırları içinde yer alan Balıklıgöl, Hz. İbrahim’in (diğer adıyla Halilü’r-Rahman Allah’ın dostu), ateşe atıldığı yer olarak bilinir. Balıklıgöl 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğindedir. Gölün içerisinde, ateşe atılma hadisesinde geçen sazan türü balıklar mevcuttur ve bu balıklar İbrahim Aleyhisselamın yaşadığı hadiseye hürmeten korunur, beslenir ve yenilmezler. Bahsi geçen bu ibretlik olay Babil Hükümdarı Nemrut ile Hz. İbrahim arasında yaşanmıştır. Putperestliğe karşı çıkan ve bununla mücadele içinde olan Hz. İbrahim, insanlara putlara tapınmayı bırakmalarını, bu gafletten kurtulmalarını, tek ve kudreti yüce olan Allah’a inanmalarını tebliğ etmiştir. Bir gece halkın taptığı putları devirmiştir. Bu hadise ayet-i kerime de şöyle geçer: “Sonra (o da) gizlice onların ilâhlarına varıp dedi ki: ‘(Önünüze konmuş bu yiyeceklerden) yemiyor musunuz? Size ne oldu da konuşmuyorsunuz?’ Derken sağ eliyle (kuvvetli) bir darbe indirmek üzere gizlice üzerlerine vardı (da onları kırdı). Bunun üzerine (kavmi) koşarak ona yöneldiler. (İbrahim) dedi ki: “(Siz ellerinizle) yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Hâlbuki sizi de yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Onlar ise:) “Onun için bir bina yapın da onu ateşe atın!” dediler. Böylece ona tuzak kurmak istediler, fakat onları en alçak kimseler kıldık. Nihâyet (biz kendisini ateşten kurtardıktan sonra İbrahim) dedi ki: “Gerçekten ben Rabbime gidiciyim; (O) bana doğru yolu gösterecektir.” (Saffât, 91-99) Evet, tebliğlerine aralıksız devam eden Hz. İbrahim, Nemrut’un dikkatini çekmiş ve o da dinlerine karışılmasına ve engellenmesine kızarak ve Hz. İbrahim’in yakılmasını emretmiştir. Hz. İbrahim’i, şu anki Balıklı Göl’ün üst kısmındaki tepeye kurdurduğu mancınıkla, önceden yakılan büyük ateşe fırlatmışlardır. Tam bu esnada Allah: “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selametli ol” diye buyurur. Yanan ateş göle, odunlar da balıklara dönüşür. Varlığına ve birliğine inandığı ve sürekli onu aradığı için Allah, Hz. İbrahim’e “halilim” yani dostum demiştir. Bu göle de bu yüzden Halilurrahman Gölü denilmiştir. Dünyada kim ne kadar güçlü görünürse görünsün, kudret-i İlahiye karşısında bir hükmü yoktur. Hem Rahman’a karşı teslimiyetimiz en harlı ateşi bile suya çevirir. Allah bize de Hz. İbrahim’in teslimiyetini nasib eylesin. تركيه نڭ قدیم شهرلرندن بري اولان و ‘پيغمبرلر شهري’ اولارق آڭيلان شانلي اورفه  ايلنڭ صينيرلري ايچنده  ير آلان باليقلي كول، حضرت ابراهيمڭ (ديگر آديله  خليل الرحمن اللّٰهڭ دوستي)، آتشه  آتيلديغي ير اولارق بيلينير. باليقلي كول ١٥٠ متره  اوزونلغنده  و ٣٠ متره  كنيشلگنده در. كولڭ ايچريسنده ، آتشه  آتيلمه  حادثه سنده  كچن سازان توري باليقلر موجوددر و بو باليقلر ابراهيم عليه السّلامڭ ياشاديغي حادثه يه  حرمتًا قورونور، بسلنير و يڭيلمزلر. بحثی كچن بو عبرتلك اولاي بابل حكمداري نمرود ايله  حضرت ابراهيم آراسنده  ياشانمشدر. پوتپرستلگه  قارشي چيقان و بونڭله  مجادله  ايچنده  اولان حضرت ابراهيم، انسانلره  پوتلره  طاپينمه يي بيراقمه لرينى، بو غفلتدن قورتولمه لرينى، تك و قدرتي يوجه  اولان اللّٰهه  اينانمه لرينى تبليغ ايتمشدر. بر كيجه  خلقڭ طاپديغي پوتلري دویرمشدر. بو حادثه  آيت كريمه ده  شويله  كچر: “صوڭره  (او ده ) كيزليجه  اونلرڭ الٰهلرينه  واروب ديديكه : ‘(أوڭڭزه  قونمش بو ييه جكلردن) یيمه يورميسڭز؟ سزه  نه  اولدي ده  قونوشمايورسڭز؟’ ديركن صاغ اليله  (قوتلي) بر ضربه  اينديرمك أوزره  كيزليجه  أوزرلرينه  واردي (ده  اونلري قيردي) . بونڭ أوزرينه  (قومي) قوشارق اوڭا يوڭلديلر. (ابراهيم) ديديكه : “(سز اللريڭزله ) يونتمقده  اولديغڭز شيلره مي طاپييورسڭز؟ حالبوكه  سزي ده  ياپمقده  اولدقلريڭزي ده  الله ياراتمشدر.” (اونلر ايسه :) “اونڭ ايچون بر بنا ياپڭ ده  اوني آتشه  آتڭ!” ديديلر. بويله جه  اوڭا طوزاق قورمق ايسته ديلر، فقط اونلري اڭ آلچاق كيمسه لر قيلدق. نهايت (بز كنديسني آتشدن قورتاردقدن صوڭره  ابراهيم) ديديكه : “كرچكدن بن ربّمه  كيديجي يم؛ (او) بڭا طوغري يولي كوستره جكدر.” (صفّات، ٩١-٩٩) اوت، تبليغلرينه  آرالقسز دوام ايدن حضرت ابراهيم، نمرودڭ دقّتنى چكمش و او ده دينلرينه  قاريشيلمه سنه  و انگللنمه سنه  قيزارق حضرت ابراهيمڭ ياقيلمه سني امر ايتمشدر. حضرت ابراهيمي، شو آنكي باليقلي كولڭ أوست قسمنده كي تپه يه  قورديرديغي منجنيقله ، أوڭجه دن ياقيلان بيوك آتشه  فيرلاتمشلردر. تام بو اثناده  الله: اي آتش، ابراهيمه  قارشي سرين و سلامتلي اول دييه  بويورور. يانان آتش كوله ، اودونلر ده  باليقلره  دونوشور. وارلغنه  و برلگنه  اينانديغي و سوركلي اوني آراديغي ايچون الله، حضرت ابراهيمه  “خليلم” يعني دوستم ديمشدر. بو كوله  ده  بو يوزدن خليل الرحمن كولي دينيلمشدر. دنياده  كيم نه  قدر كوچلي كورونورسه  كورونسون، قدرت الهيه  قارشوسنده  بر حكمي يوقدر. هم رحمنه  قارشي تسليميتمز اڭ خارلي آتشي بيله  صويه  چويرير. الله بزه  ده  حضرت ابراهيمڭ تسليميتنى نصيب ايله سين.

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

شد قوشانمه  تورني اخيلكده  بر قلفه  اون ياشنى كچنجه  أوچ ييل چيراقلق ياپاردي. يترلي بجری يه  اولاشان چيراقلر، اوسته سنڭ ياننده  أوچ ييل ده  قلفه لق ياپدقدن صوڭره  آنجق اوسته  اولابيلير و كندي ايش يريني آچابيليردي. قلفه لر شد قوشانمه  تورني ايله  اوسته لغه  كچيش ياپارلردي. اوسته ، قلفه سنڭ مسلكي بجريسنڭ اوسته لق دوزينه  كلمسيله  اوڭا اوسته لق تكليف ايدردي و تورنله  اوسته لق پايه سي ويريليردي. اخيلكده  شد قوشانمه  تورنلري شو شكلده  ياپيليردي: تورنه  بتون نقيبلر و اوسته لر قاتيلير. أوڭده  نقيبلر و آرقه ده  اوسته لر اولمق أوزره  ايكي حلقه  حالنده  اوتورورلر. تورنده  مفتي و قاضي ده  يريني آلير. مفتي، تجارت اخلاقي ايله  ايلكيلي آيت و حديثلري ايچرن بر قونوشمه  ياپار. بوندن صوڭره  اوسته لغه  كچه جك اولان قلفه ، صاغنده  نقيب صولنده  اوسته سي ايله  اوطه يه  كيرر و هركسي سلاملارلر. مفتينڭ امامه  قرآن اوقومسي ايچون اشارتي ايله  تورن باشلار. قرآني كريمدن صوڭره  نقيب، آياغه  قالقوب اوسته يي ياننه  چاغيرير. اوڭا اخيلگڭ اخلاقي ايله  ايلكيلي نصيحت ايدر. بوندن صوڭره  اوسته  آطاينڭ اوسته سي، اوسته  اولاجق قلفه سي حقّنده  قونوشور و اوڭا حقّنى حلال ايدر آنجق شوني ده  اكلر: ”عالملرڭ ديدكلريني، نقيبلرڭ أوگوتلريني، بنم سوزلريمي طوتمازسه ڭ آنا، بابا، خواجه ، اوسته  حقّنه  دقّت ايتمزسه ڭ، حلقه  ظلم ايدرسه ڭ، يتيم حقّنى آليرسه ڭ و اللّٰهڭ ياساقلرندن صاقينمازسه ڭ حقّم حرام اولسون.“ بوندن صوڭره  اوسته ، قلفه سنڭ بلنه  اوسته لق پشتمالني اليله  صارار. يڭي اوسته  ايچون اوطه ده كي هركس دعا ايدر و او ده  بيوكلرڭ اللريني أوپه رك تورنڭ صوڭ آشامه سني كرچكلشديرمش اولور. اوسته  اولانلر، ايسترلرسه  و تشكيلاتڭ بللي شرطلري كرچكلشيرسه ، شخصنه  عائد بر ايش يرينه  صاحب اولابيليردي. Şed Kuşanma Töreni Ahilikte bir kalfa on yaşını geçince üç yıl çıraklık yapardı. Yeterli beceriye ulaşan çıraklar, ustasının yanında üç yıl da kalfalık yaptıktan sonra ancak usta olabilir ve kendi iş yerini açabilirdi. Kalfalar şed kuşanma töreni ile ustalığa geçiş yaparlardı. Usta, kalfasının mesleki becerisinin ustalık düzeyine gelmesiyle ona ustalık teklif ederdi ve törenle ustalık payesi verilirdi. Ahilikte şed kuşanma törenleri şu şekilde yapılırdı: Törene bütün nakipler ve ustalar katılır. Önde nakipler ve arkada ustalar olmak üzere iki halka halinde otururlar. Törende müftü ve kadı da yerini alır. Müftü, ticaret ahlâkı ile ilgili ayet ve hadisleri içeren bir konuşma yapar. Bundan sonra ustalığa geçecek olan kalfa, sağında nakip solunda ustası ile odaya girer ve herkesi selamlarlar. Müftünün imama Kur’an okuması için işareti ile tören başlar. Kuranı Kerim’den sonra nakip, ayağa kalkıp ustayı yanına çağırır. Ona ahiliğin ahlakı ile ilgili nasihat eder. Bundan sonra usta adayının ustası, usta olacak kalfası hakkında konuşur ve ona hakkını helal eder ancak şunu da ekler: “Âlimlerin dediklerini, nakiplerin öğütlerini, benim sözlerimi tutmazsan ana, baba, hoca, usta hakkına dikkat etmezsen, halka zulmedersen, yetim hakkını alırsan ve Allah’ın yasaklarından sakınmazsan hakkım haram olsun.” Bundan sonra usta, kalfasının beline ustalık peştamalını eliyle sarar. Yeni usta için odadaki herkes dua eder ve o da büyüklerin ellerini öperek törenin son aşamasını gerçekleştirmiş olur. Usta olanlar, isterlerse ve teşkilatın belli şartları gerçekleşirse, şahsına ait bir işyerine sahip olabilirdi. (http://tesvak.com/ahilikte-sed-kusatma-toreni/) اوليا چلبي اوليا چلبي، ١٠ محرّم ١٠٢٠ تاريخنده  استانبول اونقاپاني سمتنده  دنيايه  كلمشدر. باباسي سراي قويومجي باشيسي، درويش محمد ظلّي افنديدر. دده سي ياوز أر بك، فاتح سلطان محمدڭ سنجاق بگلرندندر. صويني خواجه  احمد يسوي يه  طايانديرر. اوليا چلبي سياحت عشقنى كورديگي بر رؤيايه  باغلامقده در. بوڭا كوره ، رؤياسنده  استانبول اخي چلبي جامعنده  پيغمبريمزي غلبه لك بر جماعتله  برلكده  كورور. هيجانه  قاپيلرق پيغمبريمزڭ النى أوپركن، ”شفاعت يا رسول اللّه“ دييه جگي يرده  ”سياحت يا رسول اللّه“ دير. پيغمبريمز تبسّم ايدرك شفاعتي، سياحتي و زيارتي اوڭا مژده لر. اوليا چلبي عثمانلي دولتنڭ اڭ كنيش صينيرلرينه  اولاشديغي ١٧نجی يوز ييلده  ياشامشدر. سلطان ٤‘نجی مراد اولمق أوزره ، كوپرولي عائله سي وزيرلري و دونمڭ أونملي دولت آدملريله  ايي ايليشكيلر قورمشدر. بو ايليشكيلري سايه سنده  عثمانلي جغرافيه سني كزمه  و ياقيندن طانيمه  امكاني بولمشدر. قرق ييلي آشقین بر سوره  همن همن بتون عثمانلي ئولكه سني و ديگر مملكتلري طولاشارق كولتور تاريخمزده  أورنگنه  راستلانمايان اون جلدلك بيوك بر سياحتنامه  قلمه  آلمشدر. Evliya Çelebi Evliya Çelebi, 10 Muharrem 1020 tarihinde İstanbul Unkapanı semtinde dünyaya gelmiştir. Babası saray kuyumcu başısı, Derviş Mehmed Zıllî Efendidir. Dedesi Yavuzer Beg, Fatih Sultan Mehmed’in sancakbeylerindendir. Soyunu Hoca Ahmed Yesevî’ye dayandırır. Evliya Çelebi seyahat aşkını gördüğü bir rüyaya bağlamaktadır. Buna göre, rüyasında İstanbul Ahî Çelebi Camii’nde Peygamberimizi kalabalık bir cemaatle birlikte görür. Heyecana kapılarak Peygamberimizin elini öperken, “Şefaat ya Rasûlallah” diyeceği yerde “Seyahat ya Rasûlallah” der. Peygamberimiz tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti ona müjdeler. Evliya Çelebi Osmanlı Devleti’nin en geniş sınırlarına ulaştığı 17. yüzyılda yaşamıştır. Sultan IV. Murad olmak üzere, Köprülü ailesi vezirleri ve dönemin önemli devlet adamlarıyla iyi ilişkiler kurmuştur. Bu ilişkileri sayesinde Osmanlı coğrafyasını gezme ve yakından tanıma imkânı bulmuştur. Kırk yılı aşkın bir süre hemen hemen bütün Osmanlı ülkesini ve diğer memleketleri dolaşarak kültür tarihimizde örneğine rastlanmayan on ciltlik büyük bir seyahatname kaleme almıştır. (İslam Ansiklopedisi’nden düzenlenerek alınmıştır.) شمس الدّين سيواسي سيواس شهرينڭ اورته سنده ، قوجه  حسن پاشا جامعي آوليسنڭ شمال طرفنده ، قوتلي بر تربه ده  كومولي شيخ قره  شمس افندي سلطان حضرتلري، اگري فاتحي سلطان ٣’نجی محمد زماني شيخلرندن اولوب اگري غزاسنده  برلكده  ايديلر. حتّی عثمان اوغلي عسكري بوزولمش ايكن بو عزيز محمد خانڭ آتنڭ يولارندن طوتوب، ”صبر ايله  خانم! شيمدي غنيمت فرصتيدر“ دييه  اسلام عسكرينى جنكه  تشويق ايدر. اللّٰهڭ حكمتي ايله  ظفر روزگاري اسلام طرفنه  اسنجه  مسلمان غازيلر كافر عسكرينى قيليچدن كچيروب بر آنده  مظفّر اولديلر. عثمانلي عسكري، كناهكار مجارلردن يتمش آلتي قلعه يي فتح ايدوب اگري يي صاغلام و قوروناقلي حاله  قويديلر. عثمان اوغوللري دولتنده  ايكي شمس الدّين واردر. بري فاتح سلطان محمد خان ايله  استانبول فتحنده  بولونان آق شمس الديندر. ديگري ده  بو سيواسي قره  شمس الدّيندر و اگري غزاسنده  عثمان اوغلینڭ يوزيني آق ايله مشدر. سيواس حسن پاشا جامعنڭ آوليسنده  مدفوندر. بو ذات يدي سنه  قطبيته  آياق باصمشدر، ديرلر. خلوتي طريقتنده  بر اولو سلطاندر. اللّٰه عزيز سرينى مقدّس و مبارك ايله سين. Şemseddin Sivasî Sivas şehrinin ortasında, Koca Hasan Paşa Cami’si avlusunun şimal tarafında, kutlu bir türbede gömülü Şeyh Kara Şems Efendi Sultan Hazretleri, Eğri fatihi Sultan 3. Mehmed zamanı şeyhlerinden olup Eğri Gazasında birlikte idiler. Hatta Osmanoğlu askeri bozulmuş iken bu aziz Mehmed Han’ın atının yularından tutup, “Sabreyle Han’ım! Şimdi ganimet fırsatıdır” diye İslam askerini cenge teşvik eder. Allah’ın hikmeti ile zafer rüzgârı İslam tarafına esince Müslüman gaziler kafir askerini kılıçtan geçirip bir anda muzaffer oldular. Osmanlı askeri, günahkâr Macarlardan yetmiş altı kaleyi fethedip Eğri’yi sağlam ve korunaklı hale koydular. Osmanoğulları Devleti’nde iki Şemseddin vardır. Biri Fatih Sultan Mehmed Han ile İstanbul fethinde bulunan Akşemseddin’dir. Diğeri de bu Sivasî Kara Şemseddin’dir ve Eğri Gazasında Osmanoğlu’nun yüzünü ak eylemiştir. Sivas Hasan Paşa Camisi’nin avlusunda medfundur. Bu zat yedi sene kutbiyyete ayak basmıştır, derler. Halveti tarikatında bir ulu sultandır. Allah aziz sırrını mukaddes ve mübarek eylesin.  (Düzenlenerek alınmıştır.) (Yücel Mutlu, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Sivas ve İlçeleri, Buruciye Yayınları, Ankara, 2010) چرمن محاربه سي مراد خداوندكار، ١٣٦٢ ييلنده  تخته  كچدي. بو ييللرده  باش كند بروسه يدي. سلطان مراد، ادرنه يي فتح ايدرك بورايي باش كند ياپدي. بو كليشمه  پاپالغڭ دقّتنى چكدي. ١٣٦٤ ييلنده  پاپالغڭ تشويقيله  طوپلانان خاچلي اوردوسي ايله  عثمانلي اوردوسي آراسنده  صربصينديغي دينيلن يرده  حرب اولدي. بوراده ، آلتمش بيڭ كيشيلك خاچلي اوردوسي اون بيڭ كيشيلك حاجي ايلبگ قوموته سنده كي عثمانلي اوردوسنه  مغلوب اولدي. بر سوره  صوڭره  سلطان مرادڭ آناطولي يه  كچمه سنی فرصت بيلن صرب قرالي صيربصينديغي صاواشنڭ انتقامنى آلمق ايچون ادرنه يه  صالديري پلاني ياپدي و طوپلاديغي يتمش بيڭ عسكر ايله  كيزليجه  ايلرله مه يه  باشلادى. ٨٠٠ عثمانلي آقينجيسي بو صالديري پلاننى أوڭجه دن فرق ايدرك صرب اوردوسني تعقيب ايتدي. مريج قييلرينه  قدر كلن دشمان برلكلرينڭ قوناقلاديغي صيره ده  عثمانلي آقينجيلري كيجه  باصقيني ياپدي. نه  اولديغني آڭلايامايان دشمان اوردوسي پانيكله يه رك طاغيلدي. باصقين، عثمانلي اوردوسنڭ كسين ظفريله  صوڭوچلاندي. خاچلي اوردوسي ياقلاشيق اون بيڭ غائب ويردي. قاچمق ايسته ين بيڭلرجه  دشمان عسكري مريج ايرماغنده بوغولدي. ٢٦ ايلول ١٣٧١’ده  وقوع بولان چرمن محاربه سي ايله  عثمانلينڭ آوروپه ده  كسين أوستونلگي قبول ايديلمشدر. بالقانلرده  فتحلر خيز قازانمش و برچوق قراللق ويرگي يه  باغلانمشدر. Çirmen Muharebesi Murat Hüdavendigar, 1362 yılında tahta geçti. Bu yıllarda başkent Bursa’ydı. Sultan Murat, Edirne’yi fethederek burayı başkent yaptı. Bu gelişme Papalığın dikkatini çekti. 1364 yılında Papalığın teşvikiyle toplanan haçlı ordusu ile Osmanlı ordusu arasında Sırpsındığı denilen yerde harp oldu. Burada, altmış bin kişilik haçlı ordusu on bin kişilik Hacı İlbey komutasındaki Osmanlı ordusuna mağlup oldu. Bir süre sonra Sultan Murat’ın Anadolu’ya geçmesini fırsat bilen Sırp kralı Sırpsındığı savaşının intikamını almak için Edirne’ye saldırı planı yaptı ve topladığı yetmiş bin asker ile gizlice ilerlemeye başladı. 800 Osmanlı akıncısı bu saldırı planını önceden fark ederek Sırp ordusunu takip etti. Meriç kıyılarına kadar gelen düşman birliklerinin konakladığı sırada Osmanlı akıncıları gece baskını yaptı. Ne olduğunu anlayamayan düşman ordusu panikleyerek dağıldı. Baskın, Osmanlı ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı. Haçlı ordusu yaklaşık on bin kayıp verdi. Kaçmak isteyen binlerce düşman askeri Meriç ırmağında boğuldu. 26 Eylül 1371’de vuku bulan Çirmen Muharebesi ile Osmanlı’nın Avrupa’da kesin üstünlüğü kabul edilmiştir. Balkanlar’da fetihler hız kazanmış ve birçok krallık vergiye bağlanmıştır.

Murat DARICIK 01 Ocak
Konu resmiBizim Hazinemiz Toprakta
Baş Muharrir

بزم خزينه مز طوپراقده  ١٣٣٤ تاريخلي جريدۀ صوفيه  مجموعه سنده  ”زراعت ادبياتي“ باشلغنده  بر شعر وار. اوراده  بر درتلگنده  شويله  دييور: ”بزم خزينه مز طوپراق ايچنده  / ديڭله  أوگوديمي اللّٰهڭ قولي / پيغمبر يوليدر چفتجينڭ يولي.“ عاشق ويسل ده  ”قره  طوپراق“ اسملي شعرنده  شويله  ديمشدي: ”حقيقت آرارسه ڭ آچيق بر نقطه  / اللّٰه قوله  ياقين قول ده  اللّٰهه  / حقّڭ خزينه سي كيزلي طوپراقده  / بنم صادق يارم قره  طوپراقدر.“ يا بزم؟ ١٩٠٠’لرڭ باشنده  خزينه يي طوپراقده  كوسترن ادبياتمز، صنايع دوريميله  برلكده  شهرلرڭ طاش و طوپراغنى آلتين كوسترمه يه ، كوي نفوسنڭ آزالارق شهرلره  قايمسي نتيجه سنده  طوپراقدن أورتيمڭ آزالمه سنه  طاشيدي بزلري. باشي طوپراق، صوڭي طوپراق اولان انسانڭ اورته ده كي قوجه  آلاننه  بطونلر كيردي. أورتن وصفمزڭ يريني توكتن آلدي. حياته  آيينه  طوپراقله  ايليشكيمز قوپديغندن بري انسان و طوپلومده  حسسزلشمه ، بطون صوغوقلغنده  بر يالڭزلاشمه  و أورتيمدن قايناقلي حظّي يوق ايدن بر غيرتسزلك باش كوستردي. ذاتًا بطونلرڭ آراسنه  صيقيشوب قالان باشمز، طارالان متره قاره لرمزله  داها ده  صيقينتيلي اولمه يه ، طوپراقله  ياقين اولمه يه  دائر باغچه لي أو خياللري صولرده  غائب اولمه يه ، بر شكلده  شهرڭ پنچه سندن قورتولابيليرسه  بلكه  كوينه ، يوردينه  دونمه  كبي صوڭوچلره  طاشيمه يه  باشلادى بزلري… شهرلر ده  البته  اولاجق. صنايع ده  اولمه يه  دوام ايده جك. اما بو طوپراغه  صيرتمزي دونمه يي، أورتيمدن اوزاقلاشمه يي، فطري اولاندن محروم اولمه يي برابرنده  كتيرمه ملي. بونڭ ايچون انسانمزڭ تشويق ايديلديگي قدر، آلت و أوست ياپيسنڭ عيارلانمسي، بتون اولارق قونويه  ياقلاشيلمسي، اگيتيمڭ اڭ باشندن بري پارچه سي اولمسي كبي ضرورتلري ده  اونوتمامق كركمكده در. طوپراغه  اولان أوزلممز هر كون داها ده  آرتاركن، توكتيم طوپلومي اولمه نڭ ويرديگي توكنمشلكله  صارصيلارق يوروديگمز حيات يولجيلغنده  چوق قونوشيلان اما آغير آديملرله  ايلرله دىگمز شو موضوعي كوندمه  طاشيمق و تاريخده  قونوشيلانلردن بحثله  هم عثمانليجه  أوگرنيممزه  قاتقي صاغلامق هم ده  او باقيش آچيسيله  تكرار خاطرلامق ايسته دك. فائده لي اولمسي ديلگيله  تمّوز صاييسني نظرلريڭزه  عرض ايدييورز. 1334 tarihli Ceride-i Sofiyye mecmuasında “Ziraat Edebiyatı” başlığında bir şiir var. Orada bir dörtlüğünde şöyle diyor: “Bizim hazinemiz toprak içinde / Dinle öğüdümü Allah’ın kulu / Peygamber yoludur çiftçinin yolu.” Aşık Veysel de “Kara Toprak” isimli şiirinde şöyle demişti: “Hakikat ararsan açık bir nokta / Allah kula yakın kul da Allah'a / Hakk’ın hazinesi gizli toprakta / Benim sadık yârim kara topraktır.” Ya bizim? 1900’lerin başında hazineyi toprakta gösteren edebiyatımız, sanayi devrimiyle birlikte şehirlerin taş ve toprağını altın göstermeye, köy nüfusunun azalarak şehirlere kayması neticesinde topraktan üretimin azalmasına taşıdı bizleri. Başı toprak, sonu toprak olan insanın ortadaki koca alanına betonlar girdi. Üreten vasfımızın yerini tüketen aldı. Hayata ayna toprakla ilişkimiz koptuğundan beri insan ve toplumda hissizleşme, beton soğukluğunda bir yalnızlaşma ve üretimden kaynaklı hazzı yok eden bir gayretsizlik baş gösterdi. Zaten betonların arasına sıkışıp kalan başımız, daralan metrekarelerimizle daha da sıkıntılı olmaya, toprakla yakın olmaya dair bahçeli ev hayalleri sularda kaybolmaya, bir şekilde şehrin pençesinden kurtulabilirse belki köyüne, yurduna dönme gibi sonuçlara taşımaya başladı bizleri… Şehirler de elbette olacak. Sanayi de olmaya devam edecek. Ama bu toprağa sırtımızı dönmeyi, üretimden uzaklaşmayı, fıtri olandan mahrum olmayı beraberinde getirmemeli. Bunun için insanımızın teşvik edildiği kadar, alt ve üst yapısının ayarlanması, bütün olarak konuya yaklaşılması, eğitimin en başından beri parçası olması gibi zaruretleri de unutmamak gerekmektedir. Toprağa olan özlemimiz her gün daha da artarken, tüketim toplumu olmanın verdiği tükenmişlikle sarsılarak yürüdüğümüz hayat yolculuğunda çok konuşulan ama ağır adımlarla ilerlediğimiz şu mevzuu gündeme taşımak ve tarihte konuşulanlardan bahisle hem Osmanlıca öğrenimimize katkı sağlamak hem de o bakış açısıyla tekrar hatırlamak istedik. Faydalı olması dileğiyle Temmuz sayısını nazarlarınıza arz ediyoruz.

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiToprak Hayatın Aynasıdır
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTarsus ve Abbasî Halifesi Memun
Biliyor muydunuz?

عبّاسي خليفه سي مأمون، مشهور خليفه  هارون رشيدڭ اوغلي اولوب، ٨١٣ سنه سنده  تخته  چيقمشدر. خليفه  مأمونڭ طرسوس ماجراسي خلافتنڭ صوڭ ييللرنده  باشلامشدر. بيزانس ايمپراطورلغندن كله بيله جك محتمل صالديريلره  قارشي أوڭلم آلابيلمك ايچون خليفه  مأمون قومانده سنده كي عبّاسي اوردوسي، ٢٣ مارت ٨٣٠ تاريخنده  آناطولي يه  طوغري حركته  كچمش؛ موصل، اورفه  و آنطاكيه دن كچه رك طرسوسه  اولاشمشلردر. بورادن بيزانس طرفنه  ياپيلان حركاتله  برلكده  ماجده ، قره ، سندس و سنان قلعه لري آليندي. حركاتڭ صوڭنده  ٩ ايلول ٨٣٠ تاريخنده  خليفه  مأمون، طرسوسه  كري دوندي. بوراده  برقاچ كون قالدقدن صوڭره  قيش ياقلاشديغي ايچون شامه  كيتدي. ايرته سي سنه  بيزانس ايمپراطوري النى چابوق طوتوب، خليفه  مأموندن أوڭجه  طرسوس ياقينلرينه  كلدي. ايلك آشامه ده  باشاريلي اولسه  ده  مأمونڭ اوغلي عبّاسه  يڭيلنجه  باريش تكليف ايتدي. خليفه  مأمون آندلاشمه  ياپمه يه  ياڭاشمدي، ايرته سي سنه  تكرار قپادوكيه يه  دونوب بيزانس اوردوسني مغلوب ايتدي. صوڭ اولارق خليفه  مأمون، ٨٣٣ سنه سنده  تكرار اوردوسيله  برلكده  طرسوسه  كلدي. بيزانسڭ باريش تكليفلريني يينه  رد ايدوب يڭي فتح ايديلن يرلرده  مسلمانلرڭ اسكاني ايچون چاليشمه لر يوروتديگي صيره ده  وفات ايتدي. ايلك عبّاسي خليفه لرينڭ قبرلري كيزلنييوردى. خليفه  مأمونڭ مزاري ده  بو آچيدن كيزلنمش اولمقله  برلكده  محتملاً طرسوسده  دفن ايديلمشدر. عثمانلي آرشيو بلكه لرنده  ده  خليفه  مأمونڭ قبرينڭ طرسوسده  بولونديغندن بحث ايديلمه كده در. بلكه لرده  جامع النور اولارق آدلانديريلان، كونمزده  ايسه  طرسوس اولو جامعي آديله  بيلينن جامعڭ ياننده  خليفه  مأمونڭ قبرينڭ بولونديغي آنجق بر سلطانڭ قبرينه  ياراشير تزييناته  صاحب اولماديغي بليرتيلمكده در. خليفه  مأمون ايله  حضرت شيت (ع م) و حضرت لقمانه  (ع م) عائد مقاملرڭ شبكه  ايچنه  آلينارق، مقاملرينه  اونلره  ياراشير علامتلرڭ قونولمه سنه  اذن ويريلديگني شوراي دولت داخليه  دائره سنڭ ٢٩ مارت ١٨٩٦ تاريخلي يازيسندن ( بوآ، به و، ٧٥٨/٥٦٨٢٦-١) آڭلايابيلييورز. Abbasî Halifesi Memun, meşhur Halife Harun Reşid’in oğlu olup, 813 senesinde tahta çıkmıştır. Halife Memun’un Tarsus macerası hilafetinin son yıllarında başlamıştır. Bizans İmparatorluğundan gelebilecek muhtemel saldırılara karşı önlem alabilmek için Halife Memun kumandasındaki Abbasî ordusu, 23 Mart 830 tarihinde Anadolu’ya doğru harekete geçmiş; Musul, Urfa ve Antakya’dan geçerek Tarsus’a ulaşmışlardır. Buradan Bizans tarafına yapılan harekâtla birlikte Mâcide, Kurre, Sündüs ve Sinan kaleleri alındı. Harekâtın sonunda 9 Eylül 830 tarihinde Halife Memun, Tarsus’a geri döndü. Burada birkaç gün kaldıktan sonra kış yaklaştığı için Şam’a gitti. Ertesi sene Bizans imparatoru elini çabuk tutup, Halife Memun’dan önce Tarsus yakınlarına geldi. İlk aşamada başarılı olsa da Memun’un oğlu Abbas’a yenilince barış teklif etti. Halife Memun antlaşma yapmaya yanaşmadı, ertesi sene tekrar Kapadokya’ya dönüp Bizans ordusunu mağlup etti. Son olarak Halife Memun, 833 senesinde tekrar ordusuyla birlikte Tarsus’a geldi. Bizans’ın barış tekliflerini yine reddedip yeni fethedilen yerlerde Müslümanların iskânı için çalışmalar yürüttüğü sırada vefat etti. İlk Abbasî halifelerinin kabirleri gizleniyordu. Halife Memun’un mezarı da bu açıdan gizlenmiş olmakla birlikte muhtemelen Tarsus’ta defnedilmiştir. Osmanlı arşiv belgelerinde de Halife Memun’un kabrinin Tarsus’ta bulunduğundan bahsedilmektedir. Belgelerde Camiu’n-Nûr olarak adlandırılan, günümüzde ise Tarsus Ulu Cami adıyla bilinen caminin yanında Halife Memun’un kabrinin bulunduğu ancak bir Sultan’ın kabrine yaraşır tezyinata sahip olmadığı belirtilmektedir. Halife Memun ile Hz. Şit (as) ve Hz. Lokman’a (as) ait makamların şebeke içine alınarak, makamlarına onlara yaraşır alametlerin konulmasına izin verildiğini Şûrâ-yı Devlet Dahiliye Dairesi’nin 29 Mart 1896 tarihli yazısından (BOA, BEO, 758/56826-1) anlayabiliyoruz. Transkripsiyonu: Tarih: Hicrî 14 Şevval 1313 (Miladî 29 Mart 1896) (1)Hû (2)Şûrâ-yı Devlet (3)Dâhiliye Dâiresi (4)Aded 85 (5)Dâhiliye Nezâretinden Şûrâ-yı Devlete havâle buyurulan 12 Ramazan sene 1313 tarih ve dört bin yüz kırk sekiz numaralı tezkiresi Dâhiliye Dâiresinde kırâat olundu (6)Meâlinde hanedan-ı Abbasî’den Memûn Halîfe’nin Tarsus’daki Câmi’un-nûr ittisâlindeki merkadında mülûk ve selâtîne mahsûs tezyînât ve sâireden bir eser görülemediği gibi ibkâ-yı nâmına (7)vesîle olacak bir sened-i alâmet dahî kalmamış olduğundan bahisle Halîfe-i müşârun-ileyhin ve civârında vâki’ Şit ve Lokman aleyhimü’s-selâm hazerâtının makâmât-ı âliyesi bir şebeke içine alınarak (8)başka başka alâmetler vaz’ olunmak üzere atıyye-i seniyye olarak on bin kuruşun i’tâsı Tarsus Kazası meclis-i idâresinden tanzîm ve Adana vilâyetinden bâ-tahrîrât irsâl olunan mazbatada inhâ (9)olunduğu beyânıyla îfâ-yı muktezâsı istîzân olunmuş ve sûret-i iş’âr münâsib görünmüş olmakla ber-mûcib-i iş’âr meblağ-ı mezbûrun atıyye-i seniyye tertîbinden bi’t-tesviye keyfiyetin cânib-i (10)vilâyete teblîğinin Dâhiliye Nezâretine havâlesi tezekkür kılındı ol-bâbda emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir fî 14 Şevval sene 1313 ve fî 16 Mart sene 1312 (11)Şûrâ-yı Devlet (Mühür) (12)Dâhiliye Dâiresi Reîsi (13)Akif … Halilürrahman (14)Azâdan Şerîf Abdullah Paşa bulunmadı (15)Azâdan Lütfî Efendi bulunmadı (16)Azâdan Rıza Bey nâ… (17)Azâdan Ali bin El-Hüseyin (18)Azâdan Es-Seyyid Abdullah … (19)Azâdan … Efendi memûriyette (20)Azâdan … (21)Azâdan Reşîd (22)Azâdan Hüsnü Bey bulunmadı (23)Azâdan Es-Seyyid İsmet Süleyman (24)Azâdan … (25)Azâdan … (26)Azâdan Azîz Bey komisyonda (27)Azâdan Es-Seyyid Ali Rıza bin … (28)Azâdan İlyas Efendi bulunmadı (29)Azâdan İbrahim Behcet bin … (30)Azâdan Nureddin Bey bulunmadı (31)Azâdan … (32)Azâdan Es-Seyyid Mehmed Arif Hikmet (33)Azâdan Dimitri …

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiKara Toprak*
Okuma Metinleri

دوست دوست دييه  نيجه سنه  صاريلدمبنم صادق يارم قره  طوپراقدربيهوده  طولاندم بوشه يورولدمبنم صادق يارم قره  طوپراقدر نيجه  كوزللره  باغلاندم قالدمنه  بر وفا كوردم نه  فائده  بولدمهر تورلي ايستگم طوپراقدن آلدمبنم صادق يارم قره  طوپراقدر قويون ويردي قوزو ويردي سوت ويرديييمك ويردي اكمك ويردي ات ويرديقازمه  ايله  دوگمه ينجه  قيط ويرديبنم صادق يارم قره  طوپراقدر آدمدن بو دمه  نسلم كتيرديبڭا تورلي تورلي ميوه  ييديرديهر كون بني تپه سنده  كوتورديبنم صادق يارم قره  طوپراقدرقارنن ياردم قازمه ينان بليننيوزن ييرتدم طيرناغنان ألننيينه  بني قارشيلادى گلنن بنم صادق يارم قره  طوپراقدر اشكنجه  ياپدقجه  بڭا كولرديبونده  يالان يوقدر هركس ده  كورديبر چكردك ويردم درت بوستان ويرديبنم صادق يارم قره  طوپراقدر هوايه  باقارسه م هوا آليرمطوپراغه  باقارسه م دعا آليرمطوپراقدن آيريلسه م نرده  قاليرمبنم صادق يارم قره  طوپراقدر ديلگڭ وارسه  ايسته  اللّٰهدنآلمق ايچون اوزاق كيتمه  طوپراقدنجومردلك طوپراغه  ويريلمش حقدنبنم صادق يارم قره  طوپراقدر حقيقت آرارسه ڭ آچيق بر نقطه اللّٰه قوله  ياقين قول ده  اللّٰهه حقّڭ كيزلي خزينه سي طوپراقده بنم صادق يارم قره  طوپراقدر بتون قصوريمزي طوپراق كيزلييورمرهم چالوب ياره لريمي دوزلييورقولڭ آچمش يوللريمي كوزلييوربنم صادق يارم قره  طوپراقدر هر كيمكه  اولورسه  بو سره  مظهردنيايه  بيراقير ئولمز بر اثركون كلير ويسلي باغرينه  باصاربنم صادق يارم قره  طوپراقدر Dost dost diye nicesine sarıldımBenim sâdık yârim kara topraktırBeyhude dolandım boşa yoruldumBenim sâdık yârim kara topraktır Nice güzellere bağlandım kaldımNe bir vefa gördüm ne fayda buldumHer türlü isteğim topraktan aldımBenim sâdık yârim kara topraktır Koyun verdi kuzu verdi süt verdiYemek verdi ekmek verdi et verdiKazma ile döğmeyince kıt verdiBenim sâdık yârim kara topraktır Âdem’den bu deme neslim getirdiBana türlü türlü meyva yedirdiHer gün beni tepesinde götürdüBenim sâdık yârim kara topraktırKarnın yardım kazmayınan belinenYüzün yırttım tırnağınan elinenYine beni karşıladı gülünen Benim sâdık yârim kara topraktır İşkence yaptıkça bana gülerdiBunda yalan yoktur herkes de gördüBir çekirdek verdim dört bostan verdiBenim sadık yârim kara topraktır Havaya bakarsam hava alırımToprağa bakarsam dua alırımTopraktan ayrılsam nerde kalırımBenim sâdık yârim kara topraktır Dileğin varsa iste Allah’tanAlmak için uzak gitme topraktanCömertlik toprağa verilmiş Hak’tanBenim sâdık yârim kara topraktır Hakikat ararsan açık bir noktaAllah kula yakın kul da Allah’aHakkın gizli hazinesi topraktaBenim sâdık yârim kara topraktır Bütün kusurumuzu toprak gizliyorMerhem çalıp yaralarımı düzlüyorKolun açmış yollarımı gözlüyorBenim sâdık yârim kara topraktır Her kim ki olursa bu sırra mazharDünyaya bırakır ölmez bir eserGün gelir Veysel’i bağrına basarBenim sâdık yârim kara topraktır *Aşık Veysel Şatıroğlu

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTarih-i Ziraat-i Osmaniye Tedkikatından Lale Edebiyatı*
Okuma Metinleri

Osmanlı tarih-i ziraatı tetkik edilirken esnafın çiçeklere karşı hissettikleri ezvak-ı zarifeyi temsil edecek bir “çiçek edebiyatı” ile beraber bir de ayrıca bir “lale edebiyatı”nın mevcut olduğunu söylemiştik. Hakikaten devr-i Ahmed-i saliste “lale presti”nin çiçek zevkleri arasında bir hususiyeti, bir fevkaladeliği vardı. Hiçbir çiçek, hiçbir zaman biz de bunun kadar sevilmemiş, bunun kadar tevkır edilmemiştir. Yani lale tahassüsatı, lalelerin renkleri, nevileri kadar mütenevvi’di. Her lale, belki bir hiss-i bediinin en tabii, en güzel bir mülhem-i münakkaşı, Bir mübdi-i mülevveni idi. İşte bu mütenevvi olduğu kadar bir nezaket-i hususiyeye malik olan bu tahassüsat lale perestane, bizde bir “lale edebiyatı” vücuda getirmişti. Fakat bu zarif edebiyat da “çiçek edebiyatı” gibi bizde maalesef hiç tetkik edilmemiştir. Halbuki bu tedkikatın bugün bizim için müteaddit faydaları vardır. Evvelen eslaf-ı kiramın laleler hakkındaki tahassüsatına kesb-i nüfuz etmek, saniyen lale nevilerini öğrenerek ecdadımızın çiçekçilik fenni hususunda maharetlerini anlamak, salisen lale mübdilerinin ne gibi zevat olduğunu bilmek.. rabian saha-i fende hiçbir muvaffakiyetimize kail olmayan avrupalılara karşı birkaç asır evvelki türklüğün mefahir-i ilmiye ve fenniyesini meydana çıkarmak, hamisen tabiata karşı, lakaydi, nebatat ve ezhara karşı hissizliğe itham edilmemizin Haksız olduğunu ispat ve irae etmek… işten tarih-i ziraatimizin “çiçekçilik” faslındaki “lale tetkikatı” bize bu gibi fevaid temin edecektir. Bu cihetle biz, bu gibi nukatı nazar-ı dikkate aldığımızdan ara sıra bahsi geçen “lale” tetkikatına devamı bir vazife addediyoruz. Lale devrinde binlerce nevilere ayrılan lalelerin envaını ve onların “deskripsiyon morfoloik / evsaf-ı hariciye”lerini birer birer tetkik ve tetebbu eden bir zat varsa o da “Tabip Muhammed Aşkî Efendi” idi. Hem Aşkî Efendi yalnız bununla da kalmamıştı. Her laleye karşı olan tahassüsatı anlamak için zamanın hissen lalelerle alakadar olan şuarasına müracaat ederek her nev’e karşı söylenen eş’âr ve edebiyatı toplamış ve hatta bazılarını bu şairlerin kendi hatt-ı destleriyle yazdırarak imza ettirmiş ve bu suretle “Mi’yaru’l-Ezhar”ını[1] vücuda getirmişti. Şimdi Aşkî Efendi gibi lalelerin üzerindeki en ufak beneklere, onların uzun ve tezkir ve te’nis=etaminlerinin bile renklerine ve zamanın bunlar hakkındaki en ince tahassüsatına kadar hulül ve nüfuz eden bir zatın bir lalezar derunundaki hissiyatını tetkik edecek olursak işte o devrin bu husustaki en yüksek zevk-i edebisini bir dereceye kadar anlamış ve lale edebiyatının mahiyeti hakkında bugün bir fikir edinmiş oluruz. Mesela ben eminim ki Aşkî Efendi bir lale çerağanında etrafa nurlar saçan çelebilerin envar-ı feyzinin laciverdi kitabelerini, gülrenk beyaz ile mülevven berklerini, yeşil vüreykatını, mor fitillerini gördüğü vakit buna Darüssaade yazıcısı Hanif Efendinin: Başında sikke-i berk-i sebzidir tenevvüre-i laleÇerağ-ı Mevlevi’dir şemsten “envar-ı feyz” almış dediğini hatırlıyor, belki büsbütün başka bir zevkle mütehassis oluyordu. Aşkî Efendi bir lale zarda kurulmuş bir meclis-i badede bir “aşub deveran” tesadüf etse acaba yine çelebilerin “bad-ı zehri” kitabeli “aşub deveran”ını ona takdim ederken Arif Efendi hafiidi Arif’in Bahar erdi müheyya işte badeGel “aşub deveran” lale zara” beytini irad eder miydi? Fakat ihtimal o, bu aşub deverandan başka “navek gülşen” kurumunda, leylak renkli bir “bir aşub gülizar” görüyor ve onun için: Ne tohum hake rağbet kor ne seyretmeye ezharıGörürse lalelerle dilhun olur “aşub gülizarı” diyor ve elindeki “peymane-i zerrin”e bakarak ve onun mübdii olan Veliyüddin Efendiyi hatırladıktan sonra “Gayur Amedi”nin: Renk sahba-yı lebin tesir edildin laleyeNeş’e-bahş eyler idin “peymane-i zerrin” veş dediğini tahayyül ediyordu. Acaba o zamanda bu gibi lale zevklerine, her tarafa pertev-endaz olan lale çerağanlarına payan mı vardı? Çünkü en ufak bir tarhta bile Üsküdarlı berber hacının pertev-endazları, İhsan Efendinin dediği gibi Olur ziynet-feza-yı işve vü nazİrem bağından olmuş “pertev-endaz” dediği gibi her tarafa hakikaten “ziynet feza-yı işve vü naz” oluyorlardı. Bedbaht, mağmum bir gönül bile lale zarda güzel bahar kokuları arasında belki Ataullah Efendinin pertev saadetini görür ve ona bakarak: Ta’tir eder meşam-ı dehri abîr-i behçetSahn-ı baharda düşse ger “pertev saadet” beytini okurdu. Belki de lale ile hasbıhal ederek keza Ataullah Efendinin sarı renkteki hasbihali önünde: Gel serv-i çemen der hal-i ferahfal-i dildarıDil pür dağ ile uşşaka lale hasbihal olmuş gibi hasbihallerde bulunurdu. Eğer öteden bir “duhter-i naz” tesadüf etse o mağmumiyetle beraber belki lalelerin bir düğün yapacak kadar mesruriyetlerini görerek: “Duhter-i naz” gelicek sahn-ı çemen zara bugünLaleler saçıverip eğlendiler ona düğün diyeceği gelir belki de atıf efendi zade ömer efendinin raks averini görerek ona Hatıf Efendinin Temaşa-yı çemen eyler ise ol serv-kad dilberDeğil lale ederdi serteser ezharı raks-aver dediğini düşünerek sevincinden raks ederdi veyahut hiçbir şey söylemezse de saatçi zade hafız Üsküdarinin dehn-bestesine bakarak Hanif Efendi gibi Nevbahar çemen alemi seyrana çıkanLale vüş dağ-ı bedel böyle dühn beste gider deyip dehn beste olarak giderdi. *Cevad Rüşdü, Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası, c. 2, s. 277, 8 Safer 1336 [1]. Bu yegâne nüsha Ali Emiri Efendi hazretlerinin ihya buyurdukları Fatih'teki “Millet” kütüphanesinde mahfuzdur.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiOsmanlı’da Tarımı Teşvik Politikaları
Belge Okumaları

Osmanlı Devletiʼnde kurulan toprak sistemi Türk İslam devletlerinden tevarüs etmiştir. Dirlik veya tımar sistemi olarak bilinen bu yöntemde devletin toprağı hür köylüler tarafından işlenmiş, vergileri ise görevlerinde başarılı olan devlet memurlarına tahsis edilmiştir. Dirlik sahipleri bu gelirlerin bir kısmıyla asker beslemekle yükümlü tutulmuştur. Görüldüğü üzere tımar sistemi ile hem toprağın sürekli ekili kalması sağlanmış hem de sefere hazır daimi bir ordu meydana getirilmiştir. Klasik dönem olan 16. yüzyıl ortalarında ülke topraklarının yaklaşık %85ʼinde bu dirlik sistemi uygulanıyordu. Osmanlı Devletiʼnde halkın neredeyse %90ʼının tarımla uğraştığı düşünülürse tımar sisteminin tarımsal faaliyetlerde ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir. Ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru savaşların uzun sürmesi, toprak kayıplarının artması, tarımsal üretimin yoğun olduğu Anadoluʼnun birçok yerini etkileyen Celali isyanlarının vukuu, tımar dağıtımında rüşvet ve kayırmacılığın önem kazanması, ağır vergi yükü gibi faktörler, Osmanlı Devletiʼnin birçok yönden gerilemesine yol açmış, tarımsal üretim de bu gerilemeden nasibini fazlasıyla almıştır. Devlet bu sıkıntıdan kurtulmak için iltizam gibi birtakım yeni modelleri denese de başarılı olamamış, uzun süren savaş ve isyanlar, hem üretimin hem de halkın refah seviyesinin azalmasına neden olmuştur. 19. yüzyılda Tanzimat Devri ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu birçok alanda olduğu gibi tarımda da modernleşme ve yenilik arayışına girmiştir. Bunun için ilk olarak tarımın daha verimli hâle getirilmesi amacıyla eğitim alanında farklı ziraat okulları açmış, bunların uygulama sahaları için de örnek çiftlik ve tarlalar faaliyete sokmuştur. Bununla birlikte zirai ürün ticaretinin serbest bırakılması, belli başlı ürünlerde devlet tekelinin kaldırılması, ekimi yaygınlaştırılmak istenen ürünler için geçici vergi muafiyeti, zirai kredi uygulamaları, çiftçiye tohum ve fidan dağıtımı, tarım araç ve metotlarının modernizasyonunda çiftçiye destek verilmesi, taban fiyat uygulaması ve belirli ürünlerin devlet tarafından satın alınması gibi çeşitli teşvik yöntemleri uygulamaya konulmuştur. Son dönemlerde ağır ekonomik sıkıntı içinde olmasına rağmen Osmanlı Devletiʼnin tarıma yönelik bu reform ve uygulamaları, bir ülkenin ekonomik kalkınma sürecinde birinci planda değerlendirilmesi gereken tarımın öneminin kavranması açısından dikkate değer bir gelişmedir. Tarım, gıda ve su savaşlarının artık komplo teorilerinden çıkıp bir risk olduğunun kabul edildiği bu yıllarda Osmanlı Devletiʼnin toprak ve ziraatın geliştirilmesine ilişkin çabaları günümüze ışık tutmalıdır. Vesika 1 Ziraat yapılmayan yerlerde üretim yapılması için bir araştırma yapılması hususunda merkezden Bağdat valisine yazılan kaime (11 Kasım 1850) (1) Bağdâd Vâlîsine (2) Beyândan müstağnî olduğu üzere maʻmûriyyet-i mülk ve tebaʻa kaziyyesinin vesâil-i esâsiyyesinden olan zirâʻat ve hırâset mâddesi (3) bi-lutfihî teʻâlâ sâye-i muvaffakiyyet-vâye-i hazret-i mülûkânede icrâ olunan usûl-i teşvîkiyye ve terğîbiyye semeresiyle ekser mahallerde gün be-gün (4) kesb-i tezâyüd ve terakkî itmekde olduğu misillü baʻzı esbâb ve mevâkiʻ-i zarûriyyeden dolayı zirâʻatden hâlî bulunan mahallerin dahi (5) aralıkda teftîş-i hâl ve keyfiyyâtıyla sâye-i makderet-vâye-i cenâb-ı şâhânede istihsâl-i vesâil-i iʻmârî levâzım-ı mülkdârîden (6) olduğuna ve bu kabîlden olarak Bağdâd ve havâlîsi her ne kadar münbit ve mahsûldâr mahaller ise de eyâlet-i merkûmenin hasbeʼl-mevkiʻ (7) sevâhile buʻdiyyet-i mesâfesi cihetiyle hubûbât ve zehâir misillü mahsûlâtın nakl ve fürûhtu birtakım tekellüfât ve zâid-i mesârifâta (8) muhtâc olmasıyla ahâlîsi yalnız kendülerine kifâyet idecek kadar eküb biçerek bu misillü ticâretle meʼlûf olduklarından (9) ekser mahalleri zirâʻatden hâlî kalub hâlbuki eyâlet-i mezkûre bunca nüfûs-ı kesîre ve arâzî-i vesîʻayı şâmil ve mevkiʻ-i (10) coğrâfîsi iktizâsınca her dürlü zirâʻat ve felâhate kâbil memâlik-i cesîme-i şâhâneden bulunduğuna göre böyle muʻattal (11) ve hâlî gibi durması lâyık ve münâsib olmayacağına binâen bir sûret-i teshîliyye ve teşvîkiyyesi bulunarak sâye-i meʻâlî-vâye-i hazret-i (12) mülûkânede o misillü yerlerin dahi hars ve zerʻiyle eyâlet-i merkûmenin bir kat daha husûl-i maʻmûriyyet-i hâlini müstelzim (13) esbâbın istihsâli eğerçi mevâdd-ı nâfiʻadan olub ancak ber-vech-i muharrer eyâlet-i merkûmenin iskele olan mahallere buʻdiyyet-i mesâfesi (14) cihetiyle hâsılâtının taşraya nakl ve ihrâcında derkâr olan tekellüf ve suʻûbetden dolayı külliyyetlü hubûbât zerʻi ve (15) vâkıʻâ fâidesiz ise de mahsûlât-ı arziyye yalnız hınta ve şaʻîre münhasır olmayub naklinde suhûlet ve bahâsında kıymet olacak (16) baʻzı mahsûlât yetişdirilmesi dahi mümkinâtdan ve baʻzı erbâb-ı vukûfdan tahkîk olunduğuna göre (17) penbe ve afyon ve harîr ve çivid gibi şeyler zerʻ ve husûlüne istiʻdâd-ı arzîsi olarak bu misillü eşyânın ise Hind (18) ve Çin taraflarında revâc ve iştihârı cihetiyle o makûle mahsûlât yetişdirildiği hâlde Basra ve belki daha berülerde (19) olan uzak iskelelere nakl ve irsâlinde suhûlet ve menfaʻat-i hazîne olacağı ve harîr ise her nereye olsa kemâl-i suhûletle (20) nakl olunarak bahâsı dahi kıymetli olduğu ve el-hâletü hâzihî havâlî-i merkûmede harîr husûle gelmekde ise de cüzʼiyyât makûlesinden (21) olarak teksîri menâfiʻ-i mülkiyyeden bulunduğu bedîhiyyâtdan olmak ve bu misillü şeyler ahâlîyi teşvîk ve terğîb ile hâsıl olacağı (22) vâzıhâtdan bulunmak hasebiyle bunların ve arâzî-i mezkûrenin müstaʻid olduğu daha sâir bu misillü mahsûlâtın yetişdirilmesi (23) ne makûle esbâba menûtdur ve bu bâbda ahâlînin teşvîk ve terğîbi ne vechile olmak lâzım gelür iktizâ-yı maslahatın biʼl-etrâf (24) savb-ı vâlâlarından istiʻlâmıyla baʻdehû icrâ-yı îcâbına bakılması (25) Meclis-i Vâlâʼda tezekkür ve tensîb ile (26) ledeʼl-istîzân irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûkâne dahi ol merkezde müteʻallik ve şeref-sudûr buyurulmuş olmağla ber-mantûk-ı (27) irâde-i seniyye ve ber-minvâl-i muharrer tahkîkât-ı lâzımenin icrâsıyla iktizâ-yı hâlin biʼl-etrâf işʻârı husûsuna himmet buyurmaları siyâkında kâime. (28) Fî 6 Muharrem sene 67 Vesika 2 Hindistan ve Amerika’dan bir müddetten beri ithal edilen zahire ve unun yerli üretime zarar vermesinden dolayı yeni ziraat aletleri alınması, bir ziraat mektebi ve numune çiftliği tesisi ve bunlara yapılacak masrafların hangi kaynaklardan tedarik edileceği hususunda Meclis-i Vükelâ zabıt varakası (20 Haziran 1888) Meclis-i Vükelâ Müzâkerâtına Mahsûs Zabıt VarakasıdırHâzır bulunan zevât-ı fihâmın esâmîsiZabıtnâme rakamı Târîh: Arabî – 10 Şevvâl sene 305Rûmî – 8 Haziran sene 304Cild rakamıMeclisin küşâdı: DakîkaSâat Müzâkere olunan mevâdda müteʻallik varakanın nevʻiyle hülâsa-i meâli ve Bâb-ı Âlî Evrâk Odasınca olan numarası ve meclise havâlesi târîhi ve melfûfâtı kaç kıtʻa olduğu.Nevʻi: TezkireAded-i melfûfâtıEvrâk Odası numarası: 21Târîh-i havâlesi: Arabî    Rûmî (1) Hülâsa-i Meâli (2) Bir müddetden berü Amerikaʼdan ve Hindistanʼdan Selanikʼe külliyyetlü zahîre ve dakîk idhâl olunması biʼt-tabʻ hubûbât-ı mahalliyyenin revâcına halel getürerek emr-i zirâʻat günden güne (3) tedennî eylediğinden şu hâle bir çâre olmak üzere îcâbât-ı mevkiʻiyyeye göre âlât-ı cedîde istiʻmâliyle emr-i zirâʻatin kavâʻid-i fenniyyeye tatbîkinden hâsıl olacak fevâid (4) ve muhassenâtı ahâlîye fiʻilen irâe ve tefhîm içün bir zirâʻat mektebiyle bir de numûne çiftliği teʼsîsi lüzûmuna dâir Selanik vilâyetinden gelen tahrîrât ile evrâk-ı müteferriʻasının (5) gönderildiğine ve ol bâbda baʻzı ifâdeye dâir Ticâret ve Nâfiʻa Nezâretinden gelen fî 24 N. (Ramazân) Sene 305 târîhli tezkire kırâat olundu. (6) Karârı (7) Meâlinden müstebân olduğu vechile Selanikʼde memâlik-i ecnebiyye zahîresinin sürülmesi mahsûlât-ı dâhiliyyeden ehven satılmasından ve mahsûlât-ı dâhiliyenin ecnebi zehâirine rekâbet (8) edememesi dahi usûl-i kadîme-i zerʻiyye mesârifinin ağırlığından neşʼet ederek orada fenn-i zirâʻat nazariyyât ve ameliyyâtının intişârıyla mesârif-i zerʻiyyenin taklîlini (9) ve fiyât-ı hubûbâtın tehvînini mûcib olan âlât-ı cedîdenin sûret-i istiʻmâli ve çok mahsûl verir tohumlar intihâb ve zerʻi husûslarının ahâlîye fiʻilen irâe ve tefhîmi (10) zımnında mezkûr mekteb ile numûne çiftliğinin teʼsîsi münâsib olduğuna ve eğerçi buna muktezî arâzî ve demirbaş âlât ve hayvânâtın mübâyaʻası ve ebniyyesinin (11) inşâsı zımnında mahallî menâfiʻ sandıkları hisse-i iʻânesinden sekiz bin lira tahsîsi cümle-i işʻârât-ı mahalliyyeden ise de mahallî zirâʻat müfettişiyle bâ-tezkire icrâ kılınan tâʻdîlât ve tasarrufât hükmünce bundan dört bin (12) lira ile vücûda geleceği anlaşıldığına binâen baʻdehû mesârif-i dâime-i seneviyyesi istîzân olunmak üzere inşâât ve sarfiyyât-ı mezkûre (13) muʻâmelât ve hesâbâtının sûret-i mü’temenede cereyânı zımnında vâlî paşa hazretlerinin taht-ı nezâretinde mahallî zirâʻat müfettişiyle zirâʻat odası aʻzâsının îcâb edenlerinden ve mahallince daha (14) tensîb olunacak zevâtdan mürekkeb bir komisyon teşkîliyle hemân icrââta ibtidâr olunması ve hitâmında aleʼl-usûl tanzîm olunacak zîri mazbatalı defterlerinin gönderilmesi ve bunun (15) içün tahsîsi lâzım gelen dört bin liranın asıl sermayeye dokunulmaksızın menâfiʻ sandıkları âidâtının güzeştesinden tesviy-yesi ve bu sûret mümkün olamadığı hâlde (16) sandıkların üç yüz üç senesi nihâyetine kadar âidâtından mahalleri mâl sandıklarınca mesârifât-ı mahalliyyeye sarf ve istiʻmâl olunan mebâliğinden ve bu da kâbil olamadığı takdîrde (17) sandıkların sâl-i hâl âidâtından îfâsı zımnında mahalline meʼzûniyyet iʻtâsı dermeyân olunmuş ve sûret-i işʻâr-ı “ehemmiyyeti derkâr olan Selanik vilâyetince” tevsîʻ ve terakkî-i zirâʻat maksadına mebnî olarak (18) muvâfık-ı hâl ve maslahat görünmüş olmağla ber-vech-i işʻâr îfâ-yı muktezâsı husûsunun bâ-mazbata (19) arz ve istîzânı müttehiden tezekkür kılındı. Zabt müsevvidlerine mahsûs imzâ mahalli (imzâ) Târîh: 11 L. (Şevvâl) sene 305 Âmedî muʻâvinliğine mahsûs imzâ mahalli (imzâ) Târîh: 11 L. (Şevvâl) sene 305 Âmedciliğe mahsûs imzâ mahalli (imzâ) Târîh: 11 L. (Şevvâl) sene 305 Müsteşârlığa mahsûs imzâ mahalli (imzâ) Târîh: Kelimeler: Bedîhiyyât: Açık ve aşikâr şeyler  Ber-mantûk-ı irâde-i seniyye: Yüce padişah emrinin manası üzere Ber-minvâl-i muharrer: Yazıldığı üzere Ber-vech-i işʻâr: Yazıldığı üzere Biʼt-tabʻ: Doğal olarak Buʻdiyyet: Uzaklık Cesîme: Büyük Dakîk: Öğütülmüş un Derkâr: Açık, aşikâr  Dermeyân: Açıklamak Ebniyye: Binalar El-hâletü hâzihî: Şu anda Felâhat: Çiftçilik Fürûht: Satma Güzeşte: Geçmiş, gecikmiş Harîr: İpek Hars: Toprağı sürüp ekme Hınta: Buğday Hırâset: Çiftçilik Husûl: Meydana gelme İbtidâr: Bir işe başlama İrâe: Gösterme İstiʻlâm: Bilgi isteme İşʻâr: Yazı ile bildirme İştihâr: Meşhur olma Kâime: Büyük makamdan küçük makama gönderilen geniş ve uzun kâğıtlara yazılan resmî belge Kaziyye: Mesele Ledeʼl-istîzân: İzin istendiğinde Levâzım-ı mülkdârî: Hükümdarlığın gereği Makûle: Tür, çeşit Meʼlûf: Alışmış Menût: Bağlı  Muʻattal: Terk edilmiş, iş görmez Muhassenât: Faydalı şeyler Mü’temene: Güvenilir Müstebân: Açık, aşikâr Müteferriʻa: İlişikli olan, ek Müttehiden: Birlikte Penbe: Pamuk Savb-ı vâlâ: Yüksek taraf Sâye-i makderet-vâye: Nasibi kudret olan padişahın gölgesi Sâye-i meʻâlî-vâye: Nasibi yücelik olan padişahın gölgesi Sevâhil: Sahiller Siyâkında: Üslubunda, tarzında Suʻûbet: Zorluk Şaʻîr: Arpa Tedennî: Gerileme Tefhîm: Anlatma Tehvîn: Kolaylaştırma Tekellüf: Güçlük, zorluk Teshîl: Kolaylaştırma Tesviye: Ödeme Tevsîʻ: Genişletme  Tezekkür: Karşılıklı konuşma, müzakere Zehâir: Zahireler, hububat Zerʻ: Tohum ekmek Zımnında: Maksadıyla Zîr: Aşağı

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiTerakki-i Ziraate Dair Fikir*
Okuma Metinleri

Dest-i feyyaz-ı kudretin memalik-i mahruse-i şahaneye bahş buyurduğu imtiyaz o kadar büyüktür ki Avrupalılar ve hatta arazisi bikr addolunan Amerikalılar, arazilerinden kabiliyet derecesinde istifade için ziraatın terakkisini yüzlerce sene düşünmüş, nice alat-ı ziraiyye ihtira’ etmiş, efkar-ı zirai tenvir için binlerce kitap ve yüzlerce gazete neşr ve şirketler teşkil etmiş, binlerce numune yapmış, hayat damarları gibi vesait-i nakliye meydana getirmiş ve daha nice teshilat göstermiş iken mahsulatı hemen hiçbir vasıta-i terakkiye müracaat etmemiş zürra’ımızın mahsulatını pek geri bırakamamıştır. Ya biz Cenab-ı Hakk’ın ihsan buyurduğu servet-i akliyemizi servet-i arziyemize bir kat daha katsak ve vasıl olabileceğimiz nimet-i terakkiye yanaşsak saadetimiz mağbut-ı cihan olmayacak mı? Ziraatın terakkisine ârız manileri ve bu manilerin dafilerini teşhis edebilmek için tekellüfsüz cereyana sevk-i kalem etmekten daha selametli yol tasavvur olunamaz. Biz dahi burada o cereyana tabi olalım. Görüyoruz ki bir çiftçi sanatına gireliden beri ne usul gördüyse o usul üzere gidiyor. Zürra’ın bu hatt-ı hareketini semt-i terakkiye çevirecek vasıta, hasılat-ı arziyenin faidesini arttıracak vesaile vukufudur. Çünkü bu vukuf menfaat-i şahsiye denilen kuvve-i muhrikenin mihveridir. Zanneder misiniz ki çiftçi, hırs-ı beşeri teskin ve tehyic edecek menafiden kaçar? Kaçmayacağı bedihi ise de toprakta medfun serveti görmeyen göz, işitmeyen kulak ve lezzeti bilmeyen akıl, hazain-i arzın çıkarılması hususunda ellere amir ve nasih olabilir mi? Çiftçi kemal-i meşakkatli günde on, on ki saat çalışacağına, kemal-i istirahatle yedi-sekiz saat çalışabileceğini, bir yerine birkaç kat mahsul alabileceğini, tek evlada sahip adam gibi, ektiği bir iki nevi mahsulden biz semere alınabilecek mi, yoksa sarf ettiği emek, sermaye ve mesai ile açlığını satın almış olacak mı diye düşüneceğine ve bu efkar-ı muhrika ile yanıp gideceğine, birkaç nevi mahsul ekmekle ve birinden semere hasıl olsa diğerlerinden olabilir ümit ve hakikatine nail olmakla müsterih olacağını, hasılı rahat ve saadetini artırabileceğini bilse o terakkiyat sevdasına düşmez mi? Şüphe yok ki düşer. Fakat çiftçi bu terakkiyat-ı mahbubesinin yüzünü görmeli ve kıymet-i cemalini takdir edebilmelidir. Burasını zürra’a gösterecek, bildirecek vasıta ancak ziya-yı marifettir. İşte o sebepten değil mi ki padişah-ı umran-penah efendimiz hazretlerinin saye-i maarif-vayelerinde memalik-i mahrusenin hemen her köyünde bir küçücük darü’l-irfan teşkil buyrulmuş ve hal-i mükemmeliyete isal için lazım gelen tedabir dirığ edilmemiştir. Tuttuğu yolu tebdilden ürkmüş zer’, nur-ı marifetle selamet yolunu bulabilir ise de tarik-i terakkide tayy-ı merahil edilmesi için başka kuvvetlere muhtaç olduğunu zanneder. Burasını arz için atideki tafsilata müracaat edelim: Farz edelim ki çiftçi ziraatın vesait-i terakkisini kitaplardan gazetelerden öğrenmiştir. Fakat bu, kifayet eder mi? Çiftçinin daha düşüneceği var. O der ki “Marifet sayesinde mahsulümü bir iki kat, birkaç türlü edebilirim. Bu a’la, fakat mahsulatımı nereye satayım, istediğim yere getirebilecek yol bulabilir miyim? Köylü bu sözünde pek haklıdır. Mahsulaltını satabileceği yer ve mükemmel vasıta-i nakliyat bulamayınca ziraatta terakkiyat fikri hayal kalır. Devlet-i Aliyye, bu manii kaldırmak için dahi imkân derecesinde şose ve şimendifer gibi vesait pek büyük ve seri himmetler ile tesis buyurmuş ve derece-i mükemmeliyete isal için sarf-ı akdamdan geri durmamıştır. Zürra’a bir bahane kaldıysa o da “Malımı nerede satacağım?” fikridir. Cevap vermek lazım gelse denilebilir ki: Dayı! Malını, serbest olan her yerde satabilirsin. Ancak iki şart vardır. Biri gayret ve marifetini artırmakla mahsulüne, başkaların elinden gelemeyen nefaseti ve ucuzluğu bulabilmek. Diğeri mahsulünü ehvence sürat ve suhuletle istediğin yere nakledebilmektir. Mesela, Rusya hububatı İstanbul’umuza geliyor. Güzelce satılıyor. Seninki ise İstanbul’a ya gider ya gitmez, ya satılır ya satılmaz. Sebep ne idi bilir misin? Zannetme ki Rus tarlası senin tarlasından güzel! Fakat Rus ne yapmış ise yapmıştır bir kileyi İstanbul’da -bilfarz- on dört kuruşa verebiliyor. Sen ise on altı kuruşa veremiyorsun. İstanbul halkı menfaatlerini senin için kurban etmezler ki kilesini on dört kuruşa alabildikleri hububatı bıraksınlar da hemşerilerinin kilsesini on altıya veremediği hububatı alsınlar. Dersaadet ailesinden, toprağımızın mahsulünü almak hamiyetini bekliyor isek sen de biraz ibraz-ı gayret ve hamiyet et ki tarlandan çıkan mahsulatın kilesi on ikiye satılsın. O zaman İstambul’a daha ucuz mal vermekle hizmet ettiğin için o dahi malını almakla yüzünü güldürür. Hamiyet dediğin ali meziyet karşılıklı olmalı değil mi? Hele sen biraz daha gayret eder ve dediğim vesaili tutar isen fazla mahsulünü Avrupa’ya ve hatta Rusya’ya ucuz isal etmekle o milletleri memnuniyetimize teşrik etmiş ve bu sayede cihanın aferinini kazanmış olursun. Yalnız bir kuru aferin mi ya? Hayır, onlar dahi karşılık olmak üzere seni zengin ve bahtiyar etmek mükafatını verirler. İşte buralarını çiftçiye güzelce anlatacak lisan, ancak ziraata müteallik maarif-i ciddiyenin tamim ve neşri ve müsmir edecek el, vesait-i nakliyenin derece-i kifayede olmasıdır. Bunun içindir ki bu iki cihet dahi devlet-i aliyyece nazar-ı ehemmiyete alınmış ve tesirat-ı müfidesi inkâr olunamayacak dereceye gelmiştir. Zürra’ımızın efkârına vakıf zevat biliyorlar ki: Çiftçi “bildiğimden başka bir şey bilmek istemem” demiyor “mahsulümü artırabilmek, tenevvü’ ettirebilmek istiyorum” diyor. Şimendiferi gördükçe malını yükletmek, şoselerden geçtikçe malını geçirmek arzusunda bulunuyor. Bu istek, bu arzu yok mu? Terakkiyatın intihardır. O olmadıkça terakkiyat kapısı hiç açılabilir mi? Devlet-i Aliyye ittihaz buyurduğu meslek-i maarif ve terakkiyatın hizmeti yalnız “ileri” arzusunu uyandırmaya münhasır olsa bile pek büyük muvaffakiyatı calib olacağı cay-ı iştibah değildir. Zürra’ın maarif-i ziraiyyeye açılmış kulağı ve bu servet-i maneviyeyi define-i arziyeye katmaya hazır. İlla sırf nazariyata güvenemez. Zürra’, ameliyata gözünü ve yapabileceği şeyin faydasına emniyet edebilmesi için fikrini ikna etmek ister. Şu misali arz edeyim: Zürra’a desen ki “Dayı! Tarlanı şu yolda ekersen şimdiki mahsulün birkaç katını alırsın. Şurada boş tarlan var. Şu mahsulü yetiştir! Ne duruyorsun?” Bu adam akılsız değil, menfaatini bilmez değil, gayretsiz de değildir. Ancak zürra’ın dahi hesabı var. O der ki: Vakıa bu adam güzel söylüyor. Ama dediği gibi tarlamı ekersem acaba birkaç kat mahsul alabilecek miyim, yoksa emek ve re’sü’l-mâlım beyhude mi gidecek, aç kalacak mıyım? Acaba o mahsulü yetiştirirsek zengin mi olurum, yoksa…? Hem de bu usullerin tecrübesini ben ne bileyim? Gazete okuyorum, dinliyorum ama kâğıt kolay kolay resmedilirse yer üzerine öyle yapılabilir mi? Bu muhikkane tereddüt, nazariyatı mükemmel olsa bile zürra’ı cesaretsiz ve hasrette bırakır. Babasından ne usul gördüyse o usule nigran olduğu halde tebeiyyeti mecburi addeder. Çünkü zürra’, babasından tevarüs ettiği bu felaket kendisince de mücerreb olduğu için o yolda icraata emindir. Lakin ameliyatı ve ameliyatının netaici kendisince lazım olan yeni usulü icraya tasaddi halinde iki netice hesap eder. Biri muvaffakiyet, diğeri muvaffakiyetsizlik. Muvaffakiyet mukabilinde zengin olmak, aksinde aç kalmak hesabı var. Fakat bu iki hesap zihinde müsavi oldukça birinci halinden melhuz olan fayda, ikincisinden mevhum olan mazarrata karşı gelemeyeceği için zürra’ eski usulünü terk etmemeye mecbur kalır. Çiftçi, komşusu arazisini şu yolda ıslah ettiğini, yeni yeni mahsul yetiştirildiğini ve bu yüzden kat kat kazandığını görse rekabet sinirleri harekete gelir. Hikâye tarzında dinlediği maarife göz açar ve hatta masarıfı sermaye ithal ederek, istihsaline vüsati nispetinde para dahi sarf eder. Ahmet Naci *Reşid Mazhar, Mahfel, Haziran 1341, c. 6, s. 31

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiZiraat ve İktisadımıza Yeni Bir Ufuk Açılabilir*
Okuma Metinleri

… Biz bugün benzin, gaz ve mazotu ecnebi memleketlerden ithal ediyoruz. Bir dakika bile ışıldayan gür bir kandilden, memleketten dışarıya para akıyor. Bunlara sade paramızı vermekle kalmıyoruz. Ayrıca bunlara bağlıyız. Çünkü bütün dünyanın petrol membaları İngiliz-Hollandalı (Shell) ve (Doç) şirketiyle Amerikan (Standart Oil) kumpanyasının mülküdür. Bu şirketler yeni bir petrol membalarının sahibi olmak için bütün vasıtalarını seferber haline getirerek birbirleriyle çarpışıyorlarsa da malları satmak için daha kolay ve daha ameli bir yol tutarak piyasaları paylaşmışlardır. Birbirlerine rekabet edip fiyatı düşürmekten ise bütün dünya memleketlerini Taksim etmişlerdir. Her şirket hissesine neresi isabet ederse orada istediği fiyata satmaktadır. Devletler bile bu muazzam teşkilat karşısında aciz bulunuyorlar. Şirketlerin mağlup edemeyeceği rakip yoktur. Petrol işleri ile uğraşan iki yüz elliyi mütecaviz ve her birinin sermayesi ehemmiyetli yekûnlar tutan şirketlerin isimleri Belçikalı, Fransız, Rus, Romanyalı…. ilahir olmakla beraber hepsi bu şirketlerin kontrolü altındadır. Petrol ve petrolden çıkan gaz ve benzin ve emsali mevadd bugün ticaret, ziraat ve sanayi aleminde o derece mühim bir ihtiyaç teşkil eder ki bunu izah için faaliyet-i beşeriyenin hepsini tadat mecburiyeti karşısında kalırız. Fransa, otomobilcilik ve motorculuğu milli sanat saydığı ve dünyanın en mükemmel otomobillerini imal ettiği halde hemen hemen petrolü yok gibidir. O kıymetli mayii ecnebilerden satın alır. Tenezzüh edenler için, eğlenmek fikriyle otomobile binenler için bir iki frank fazla vermenin ehemmiyeti yoktur. Fakat tüccar, sanatkâr veya çiftçi için bunun ehemmiyeti vardır. Fransızlar kısmen meseleyi halletmişlerdir. Ziraat traktörlerinde, kamyonlarda artık mangal kömürü kullanıyorlar. Mangal kömüründen gaz istihsal eden tertibat yani (gazojen) kabil-i nakildir ve her istenilen otomobil, kamyon veya Ziraat traktörüne takılıp, sökülmektedir. Bu sayede yüzde 60 hatta 70 gibi müthiş tenzilat elde edilmiştir. Gazojenli kamyonlardan mürekkep müsabakalar tertip olunmuş ve mühim neticeler alınmıştır. Bundan bizim anlayacağımız: bir kamyon sahibi bir km yol giderse aynı para ile mangal kömürünü kullanan iki kilometre yol gidecek. Bir çiftçi bir dönüm yazıyorsa aynı para ile iki dönüm kazanabilecek… ilahir[1] Sade faaliyetin artması kârımız değil, üstelik palanın memlekette kalması da en büyük karımızdır. Kömürünü kendi yapanlar ise daha fazla kar edeceklerdir. Gazojenler vakıa harbi umumiden evvel de vardı, fakat ağır, sabit idiler; kullanışları güçtü. Şimdi yapılanlar kabil-i nakl olup bir kamyonda eşyaya lazım gelen yerlerin hiçbirini kaplamadan, fazla bir kalabalığa sebep olmadan takılıyorlar. Yaktıkları kömür ise ağaçlardan budanan dallardan imal olunuyor. Binaenaleyh ormanlarımızın muhafaza-i ümranı için ağaçların fen dairesinde budanmaları lazimeden diyebiliriz ki artık biz de kendi milli mahrukatımızla makinalarımızı işletebileceğiz. Hem de pek ucuz işletebileceğiz. İşte bunun içindir ki Türkiye’nin ziraat ve iktisadiyatına yeni bir ufuk açılabilir. Reşid Mazhar *Reşid Mazhar, Mahfel, Haziran 1341, c. 6, s. 31 [1]. Fakir gazlar muharrikin üçte bir kuvvetini azalttığından aynı para ile 3 km ve 3 dönüm olacağı yerde 2 km ve 2 dönüm oluyor.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTeşrik Tekbîri
Beyt-i Berceste

حلوليله  مشرّف اولاجغمز و عالم اسلام ايچون بر فديۀ جان و رأس نجات اولان عيد اضحاڭزي تبريك و تسعيد ايلر و نيجه  نيجه  امثال كثيره سيله  سماي  معنوي اولان قرآن معجز البيانده  استادلق و دلّاللق ايلمه ڭزي، كعبۀ معظّمه ده  رضاي الهي ايچون ياپيلان طوافلر و تكبير تشريكلر و جبل عرفاتده  لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ اَللّٰهُمَّ لَبَّيْك صيحه لري و كسيلن قربانلر حقّي و حرمت ايچون، اول مولاي  متعال و تقدّس حضرتلريندن تضرّع و نياز ايلر و بو مناسبتله  مبارك فيّاض بخش، يد سعادتلريڭزدن تقبيل ايله  عرض حرمتلر ايلرم افندم. Hulûlüyle müşerref olacağımız ve Âlem-i İslâm için bir fidye-i cân ve re’s-i necât olan İyd-i Adhâ’nızı tebrîk ve tes‘îd eyler ve nice nice emsâl-i kesîresiyle semâ-yı ma‘nevî olan Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’da üstâdlık ve dellâllık eylemenizi, Kâ‘be-i Muazzama’da Rızâ-yı İlâhî için yapılan tavâflar ve tekbîr-i teşrîkler ve Cebel-i Arafât’ta لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ اَللّٰهُمَّ لَبَّيْكَ sayhaları ve kesilen kurbanlar hakkı ve hürmet için, ol Mevlâ-yı Müteâl ve Takaddes Hazretleri’nden tazarru‘ ve niyâz eyler ve bu münâsebetle mübârek feyyâz-bahş, yed-i saâdetlerinizden takbîl ile arz-ı hürmetler eylerim efendim. (Emirdağ Lahikası, s. 319) 1. Beyit عشق ایله وجهك كورندر جاننی قربان ایدندیلرم یوزك كوروبن زحبه تكبیرا یله یم ‘Işk ile vechün görendür cânını kurbân idenDilerem yüzin görüben zehbe tekbîr eyleyem İbrahim Gülşeni * Canını ancak aşk ile gören kurban eyler, ya İlahi! (Dört unsur: Şefkat, tefekkür, acz, fakr ile) Cemalini görmekle beni benden geçirmendir dileğim!  * ‘Işk: (Ar) Aşk kelimesinin eski metinlerde rastlanan asıl şekliVech: (Ar) Yüz, çehre 2. Beyit چكیلدی بر اولو كلبانق عید ا كبردیپور اولدی نعره تكبیر ایله بتون عالم Çekildi bir ulu gülbâng ῾îd-i ekberdiPür oldı na῾re-i tekbîr ile bütün ῾âlem Taşlıcalı Yahya * Nihayet ilahi nidalar son buldu. En büyük bayramın vaktidir, âlem tekbir naralarıyla doldu. * Gülbâng: İlahiNa῾re: Yüksek sesle uzun uzun bağırma, çağırma, haykırma 3. Beyit حاجیلر بایرامیدر تكبیر ایله كل یانمهاسترسه ك جان ویرمه مك عیدكده عِصیاندر بكا Hâcılar bayrâmıdır tekbîr ile gel yanımaİstesen cân virmemek ‘îdünde ‘isyândır bana Konyalı Şemi * Ey müstakbel Hacı!lar! Dilde tekbir, biraz bu tarafa geliniz. Sizin bu hoş bayram sefasında canınızı kurban eylememeniz, nefsinizi diriltmek isyanından daha başka nedir ki? 4. Beyit دروغ دهره الدانما پشیمان اولمایام دیرسه كیوزیك دون جمله اشیادن كوتور ال حقّه تكبیر ایت Dürûg-ı dehre aldanma peşîmân olmayam dersenYüzün dön cümle eşyâdan götür el Hakka tekbîr et Kuloğlu İlyas  *  Madem pişman olmak istemezsin o vakit dünyanın hilelerine aldanma! Kesrete yüzün çevir, tevhidî tekbir ile Hakkı haykır! * Dehre: (Ar) Dünya, cihan, âlem/Testere gibi dişli ve eğri budama âleti.Dürûg: (Fa) Yalan, doru olmayan söz 5.- 6. Beyit جامعی حسنكده اول محراب ابرویی كورنایله یوب تكبیر امام عشقه ایلر اقتدا دولت و اقبال ایدر احرام عزّتله طوافكابه جاه جلالكده نه دم تكبیر اولور      Câmi’-i hüsnünde ol mihrâb-ı ebrûyı görenEyleyüp tekbîr imâm-ı ‘aşka eyler iktidâ  Devlet ü ikbâl ider ihrâm-ı izzetle tavâfKa’be-i câh-ı celâlinde ne dem tekbîr olur Yahya Nazım * Senin güzelliğinin bütünlüğü karşısında, kaşının mihrabını gören tekbir ile aşk imamına tabi olmaz mı?Tüm devlet ve hazine tavafta… Celalin ile yükselen tekbirler hengâmında! * Mihrâb: (Ar) Mescidde imâmın durduğu makâma denirİktidâ: (Ar) Tâbi olmaİkbâl: (Ar) Mutluluk, saadetCâh: (Ar) Yüksek mevki, makam, rütbe 7. Beyit ااوغلان كیدر دانیشمنه صلادر دوسته  دوشمانهشول درت تكبیر نماز ایله وقتم تمام قیلام بر كون Oğlan gider danişmene salâdır dosta düşmeneŞol dört tekbir namaz ile vaktim tamam kılam bir gün Yunus Emre Sadakte ve natakte, iy Emre! * Danişmen: (fa) Âlim, ârifSalâ: (Ar) Çağırma, dâvet etme

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

سوكيلي دوستلر، انسان و لسان آراسنده  چوق درين و كوكلي بر باغ واردر. انسان؛ فكرلريني، دويغولريني، بكلنتيلريني، خياللريني طيش دنيايه  اڭ نت و اڭ برّاق شكلده  لسانيله  ياڭسيتير. لسان، كيشينڭ ايچ دنياسنڭ، طيش دنيايه  آچيلان بر چشيد آيينه سيدر. بو آيينه  نه  قدر بيوك و پارلاق اولورسه ، او نسبتده  كيشي، ايچ دنياسني طيشاري يه  نيته لكلي ياڭسيتمه يه  موفّق اولور. لسان آيينه سنڭ كوچكلگي و سونوكلگي نسبتنده  ايسه  فكرلريمزي، دويغولريمزي، خياللريمزي آچمقده  و آچيقلامقده  زورلقلر ياشارز. كونمزده  ياشانان ايلتيشيم قضالرينڭ اڭ أونملي سببلرندن بري ده  نه  يازيقكه ، بو نقطه در. مع الاسف، مودرن انسان، كندي ايچ عالمنده  حسّ ايتدكلريني، تام معناسيله ، نقصانسز، صاغلقلي بر شكلده  طيشه  ياڭسيتاجق كلمه  بولمقده  زورلانييور. كلمه  خزينه سي طار و يترسز اولنجه  قيصيتلي كلمه لرله  يوغون آڭلاملري افاده  ايتمكده  مشكلات ياشايور. نتيجه ده ، چوغي زمان ياڭليش آڭلاشيلاجق بيانلرده  بولونوب كنديني افاده  ايده مييور. بو سببله  بزلر كلمه  خزينه مزي آرتديروب، قوللانديغمز ديلڭ توم أوزللكلريني، اينجه لكلريني أوگرنمه يه  چاليشدقجه  لسانڭ كوزللكلري حياتمزي ده  ايتكيله يوب كوزللشديره جكدر. بو حال، كلمه لرڭ كوكنلريني طانييوب ديلي داها بيلينچلي قوللانمه يه ، لسانمزڭ اينجه لكلريني ذوق ايتمه يه  وسيله  اولاجقدر. ١٥ تمّوزڭ سنۀ دوريه سنده  كوكنلرينه  يولجيلق ياپاجغمز ايلك كلمه مز، “شهيد” Sevgili dostlar, insan ve lisan arasında çok derin ve köklü bir bağ vardır. İnsan; fikirlerini, duygularını, beklentilerini, hayallerini dış dünyaya en net ve en berrak şekilde lisanıyla yansıtır. Lisan, kişinin iç dünyasının, dış dünyaya açılan bir çeşit aynasıdır. Bu ayna ne kadar büyük ve parlak olursa, o nispette kişi, iç dünyasını dışarıya nitelikli yansıtmaya muvaffak olur. Lisan aynasının küçüklüğü ve sönüklüğü nispetinde ise fikirlerimizi, duygularımızı, hayallerimizi açmakta ve açıklamakta zorluklar yaşarız. Günümüzde yaşanan iletişim kazalarının en önemli sebeplerinden biri de ne yazık ki, bu noktadır. Maalesef, modern insan, kendi iç âleminde hissettiklerini, tam manasıyla, noksansız, sağlıklı bir şekilde dışa yansıtacak kelime bulmakta zorlanıyor. Kelime hazinesi dar ve yetersiz olunca kısıtlı kelimelerle yoğun anlamları ifade etmekte müşkilat yaşıyor. Neticede, çoğu zaman yanlış anlaşılacak beyanlarda bulunup kendini ifade edemiyor. Bu sebeple bizler kelime hazinemizi arttırıp, kullandığımız dilin tüm özelliklerini, inceliklerini öğrenmeye çalıştıkça lisanın güzellikleri hayatımızı da etkileyip güzelleştirecektir. Bu hal, kelimelerin kökenlerini tanıyıp dili daha bilinçli kullanmaya, lisanımızın inceliklerini zevk etmeye vesile olacaktır. 15 Temmuz’un sene-i devriyesinde kökenlerine yolculuk yapacağımız ilk kelimemiz, “şehid” ŞEHÎD: Bu kelime, Kur’an kökenli “şehâdet” kelimesinden türemiş bir kelimedir. Çoğulu “şühedâ”dır. “Allah yolunda ve din uğrunda savaşırken vefat eden kimseye denilir.” Başka sebeplerle ölmüş olan “manevi şehîd” mertebesinde şehîdler de vardır. Bir hadiseyi gören, bir olaya şehâdet eden, şâhid olan, şâhidlik eden kimse anlamındadır. Şehîdlere bu ismin verilmesinin sebebi, ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması ve şehîdin manevi alemleri, cenneti görmesi veyahut şehîdin ruhunun doğrudan doğruya Allah’ın nimetlerine, mükafatlarına şâhid olması sebebiyledir. Tarihimizde şehidlerimiz çoktur ama tüm şehidlerimizin piri, seyyidi, efendisi Hz. Hamza (ra)’dır. Mehmed Akif’in Çanakkale şehidlerimiz için söylediği şu ifadeler ne kadar manidardır: “Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,  Sana âğûşunu (kucağını) açmış duruyor Peygamber.”   GÂZİ: Bu kelime Arapça gazâ kelimesinden türetilmiştir. İslâm dini için vatan ve mukaddesat uğruna canıyla, malıyla cihad etmeye, savaşmaya, “gazâ” denilir. Bu hayırlı işte bulunan kimseye de “gâzi” denilir. Osmanlı tarihinde “gazânız mübarek olsun” ifadesi, harb öncesinde söylenen çok kıymetli bir duadır. Gâziler gazâdan şehid olamadan dönen kimselerdir. Zaten eskiler “Şehid olmayı göze alamayan, gâzi de olamaz.” düşüncesiyle sefere çıkmışlar ve şehidliği önceleyerek “ölürsem şehidim, kalırsam gâzi” diyerek harb etmişlerdir. TÜLBENT: Pamuk ipliğinden dokunmuş, çok yumuşak, çok ince beze ve böyle bezden yapılmış olan baş örtülerine bu isim verilir. Bu güzel kelime Farsçadan dilimize geçmiş birleşik bir kelimedir. Aslı “dülbend”dir. “Dül” ve “bend” kelimelerinden oluşmuştur. “Baş bağlayan” anlamındadır. Tülbent bezi inceciktir ve yaz günü çok çabuk kurur. Bundan kinaye halk arasında iki Müslümanın arasındaki küskünlüğün, dargınlığın süresi olarak “yaz günü bir tülbent kuruyana kadar küs kalınabilir” denilir. DULDA: Moğolcadan dilimize geçmiş olan bu kelime Anadolu’da yaygındır. Özellikle Yörük göçerler arasında kullanılan bu sözcük, “Kuytu, korunaklı, gölgeli, siper yer” manasındadır. Mesela Karacaoğlan’a ait olan şu ifade Dulda’yı anlatıyor: “Yiğit duldasında yiğit saklanır / Muhannette gölge olmaz, dal olmaz!” HAFRİYAT: Günlük kullanımda karıştırılan kelimelerden biri de hafriyattır. Arapça olan bu kelimeye genelde yanlışlıkla “harfiyat” denilir. Harfiyat “harf” kökünden türerken hafriyat ise “hafr” kökünden türer. “Kazmak, kazı yapmak” anlamına gelir. Bu kazma işine “Hafriye” işi de denilir. Yol ve inşaat yapmak, toprak altında kalan eski eserleri veya madenleri meydana çıkarmak için toprağı kazma işine bu isim verilir. HORTUM: Bu kelime Arapça olup Kur’ân kökenli kelimelerden biridir. Aslı “hurtum” olan bu kelime “burun” anlamındadır. Rabbimiz, Kalem suresinde, kötü ahlaklı bir müşrikin akıbeti hakkında “Yakında onun hortumunun (burnunun) üzerine damga basacağız (da onu rezil edeceğiz)!” buyurmaktadır. Ayrıca hortuma güzel bir misal filin hortumudur. Zira bazı hayvanlarda boru gibi uzanmış olan ağız ve burun kısmı aynı hortuma benzer. HELVA: Bu kelime Arabi kökenli bir kelimedir. Arapçada “tatlılık” manasındaki “halâvet” masdarından türemiştir. Arapça aslı “halvâ” olan bu kelime, Türkçemizde yumuşayarak “helva” şeklini alıp dilimize ayrı bir lezzet ve tatlılık katmıştır. Kültürümüzde zamanla “İrmik helvası”, “Susam helvası”, “Koz helvası”, “Tahin helvası”, “Pamuk helvası” gibi pek çok kullanımlarla zenginleşmiş bir kelimedir. Osmanlıda helvanın muhabbet ortamlarında çok önemli bir yeri vardı. “Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” diyen dedelerimiz, kış aylarının uzun gecelerini değerlendirmek için dost meclislerinde ilmî, edebî sohbetler ederler, beraberin nefis helvalar ikram ederek sohbeti lezzetlendirirlerdi, bu sohbetlere “helva sohbetleri” derlerdi.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Osmanlı Türkçesiyle sorulan suallerin cevaplarını günümüz Türkçesiyle yerlerine yerleştiriniz.            Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak