Konu resmiFî Beyân-ı Ahvâliʼs-Sevdâ*
Osmanlı Tıbbından

Sevdânın tabîʻatı bârid ve yâbisdir. Beden-i insânda mâdde-i şecâʻatdir. Sevdâ-i tabîʻî kanın dürdîsi ve bulanıkıdır. Kandan galîz ve ağırdır. Taʻmı tatlı ile kekremsi arasında bir nesnedir. Ciğerde mütevellid olup iki kısım olur. Bir kısmı kan ile damarlara gider. Bir kısmı dahi dalağa gider. Ol kısım ki kan ile gider. Ya zarûret içündür ya menfaʻat içündür. Ol ki zarûret içündür, kan ile karışır ki varıp baʻzı gıdâsı sevdâ olacak aʻzâya gıdâ ola, kemikler gibi. Ol ki menfaʻat içündür, oldur ki kan et olmağiçün donmağa muhtâcdır. Nice ki süde mâya ururlar, yoğurd olur. Kana dahi sevdâyı tabîʻat hılt eder. Ta ki onunla donup münʻakid olup et ola. Dalağa giden sevdâ dahi zarûret içündür ve menfaʻat içündür. Ol ki zarûret içündür, bedeni rutûbât-ı fazladan pâk eder. Ve dalağa gıdâ olur. Ol ki menfaʻat içündür, miʻdenin ağzına gelip kuvvet verir. Ve dahi miʻdenin ağzını kaşır ekşiliği ile, ta miʻde açlıkdan haberdâr olup taʻâm isteye. Nice ki safrâ kuvvet-i dâfiʻayı miʻde aşağısından haberdâr eder ki kazâ-i hâcete kalka. Sevdâ dahi kuvvet-i câzibeyi miʻde yukarısından haberdâr eder. Ta ki taʻâm isteye. Fe sübhâne men ahkeme nizâmüʼl-cûd ve aʻtâ li-külli mevcûd mâ yelîku biʼl-cûd. Ammâ sevdâ-i gayr-ı tabîʻî oldur ki safrâ yanıp kül olur. Eğer yanan balgam ise yanıp kül olan sevdânın taʻmı ya ekşi ya kekremsi olur. Eğer kan yanıp sevdâ-i gayr-ı tabîʻî olmuş ise taʻmı tuzlu olur. Biraz tatlıya mâil olur, eğer sevdâ-i tabîʻî yanıp sevdâ-i gayr-ı tabîʻî olmuş ise. Eğer yanan sevdâ-i tabîʻî sıvık ve ince ise yanığının taʻmı ziyâde ekşi olur, sirke gibi. Yeryüzünde kaynar, kokusu dahi bir mertebe ekşi olur ki sinek bile üzerine konmaz. Eğer yanan sevdâ-i tabîʻî galîz ise yanığının taʻmı ziyâde ekşi olmaz. Balgamdan yanan sevdâ-i gayr-ı tabîʻînin zararı geç olur. Katı muzır olmaz. Safrâdan olan sevdâ-i gayr-ı tabîʻînin gâilesi ziyâdedir. Ammâ ilâc dahi kabûl eder. Ol ki yeryüzünde kaynaması ziyâdedir, gâyet muzırdır. Ammâ ibtidâdan tedârik olunsa ilâc kabûl eder. Ol ki yeryüzünde kaynaması azdır, geç helâk eder. Ammâ ilâcı dahi müşkildir. Geç nuzcolur. Ve geç mütehallil olur. Metnin Güncel Çevirisi Sevda Karakteri soğuk ve kurudur. İnsan bedenindeki yiğitlik maddesidir. Normal sevda, kanın dibine çöken tortusudur. Kandan daha ağır ve yoğun kıvamdadır. Tadı tatlı ile kekremsi arasındadır. Sevda karaciğerde oluşur ve vücuda iki şekilde yayılır. Bir kısmı kan aracılığıyla damarlara, diğer kısmı ise dalağa ulaşır. Sevda ya ihtiyaçtan dolayı veya vücuda fayda sağlamak için ortaya çıkar: Kan ile karışarak gıdası sevda olan organları besler, kemik gibi. Kanın et olması için katılaşması gerekir, bunu da sevda maddesi sağlar. Örneğin süt mayalandığında yoğurt olur, kan da sevda ile sertleşerek et olur. Sevda maddesi bedeni fazla nemden arındırdığından dolayı dalak için gereklidir. Aynı zamanda dalağa besin olur. Midenin ağzını ekşiliği ile kaşıyarak açlık hissini ortaya çıkarır. Tıpkı safra maddesinin dışkı ihtiyacını bildirmesi gibi sevda maddesi de yemek yeme duyusunu harekete geçirir. Anormal sevda: Hıltların her biri anormal sevda oluşturabilir. Eğer safra maddesi yanıp kül olursa anormal sevdaya döner. Bu sevda çok zararlıdır ancak tedavisi mümkündür. Safradan olan anormal sevda doğal sıcaklıkta kuvvetli kaynarsa çok zararlıdır, yine de erken tedaviye cevap verebilir. Eğer doğal sıcaklıkta kaynaması hafifse geç zarar verir, ilacı zordur ve geç iyileştirir. Balgam yanıp küle dönüşürse yine anormal sevda olur, tadı ekşi veya kekremsidir. Bu sevdanın zararı çok fazla değildir ve geç ortaya çıkar. Kan yanıp anormal sevdaya dönüşürse tadı tuzlu olur. Eğer normal sevda maddesi yanarak anormal sevda olursa tadı tatlıya yakın bir hal alır. Yanan normal sevda sulu ve kıvamı ince ise yanığın tadı da sirke gibi çok ekşi olur. Bu anormal sevda doğal sıcaklıkta kaynar, üzerine sinek bile konmaz. Eğer yanan normal sevda yoğun kıvamda ise tadı çok ekşi olmaz. Kaynak: Şemseddin-i İtâkî Şirvânî, Teşrîhuʼl-Ebdân, 17a-18a.

Mesut BUDAK 01 Ocak
Konu resmiSalavât-ı Şerife
Beyt-i Berceste

Köşe Penceresi İşte ey insan! … Rahmeten li’l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesîle ise, salavâttır. Evet, salavâtın ma‘nâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete, rahmet duâsı olan salavât ise, o Rahmeten li’l-Âlemîn’e vusûle vesîledir. Öyle ise sen, salavâtı kendine o Rahmeten li’l-Âlemîn'e ulaşmak için vesîle yap. Ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesîle ittihâz et. (Tılsımlar, s. 11) 1. Beyit اول عالم فخری (محمّد) نبیلر سروريدرویر صلوات مزدنه جمله كناهك اریدر Ol âlem fahri (Muhammed) nebîler serveridürVir salavât müzdene cümle günahın eridür Yunus Emre (4) * تغفر بها ذنوبنا، یا رب العالمین /Günahlarımızı bağışla, ya Rabbe’l-Âlemin. * Server: (fa) Reis, efendiMüzd: (fa) Karşılık, mükâfat 2. Beyit كردیلرسز بولاسز اوددن نجاتعشقله دردیله ایدك الصلات Ger dilersiz bulasız oddan necâtAşkile derdile edin essalât Süleyman Çelebi (8) * اجرنا من النار، یا رب العالمین / Bizi cehennem ateşinden koru, ya Rabbe’l-Âlemin. 3. Beyit روز شب كندیكه ورد ایله صلوات ایله سلامتا شفیعك اولا اول سر مقام محمود Rûz şeb kendine vird eyle salavâtile selâmTâ şefî‘ün ola ol sırr-ı makâm-ı Mahmûd      Said Giray (3) * بشفاعة نبیك المخار واله الاطهار واصحابه الاخیار، یا رب العالمین Seçilmiş peygamberin Hazret-i Muhammed’in ve onun temiz âlinin ve hayırlı ashâbının şefâatiyle, ya Rabbe’l-Âlemin. * Rûz: (fa) GündüzŞeb: (fa) GeceŞefî’: Şefaatçı 4. Beyit اَوْلَى النَّاسِ ٖبي يَوْمَ الْقِيَامَةِ اَكْثَرُهُمْ عَلَّي صَلَاة İnsanların kıyamet günü bana en yakını, onların bana en çok salât edenidir. صلواتك دیوب فضیلتنیبیوربدركزین موجوداتامّتك اقربی قیامتدهباكه اولدركه چوق ویره صلوات Salavâtun deyüp fazîletiniBuyurubdur güzîn-i mevcûdâtÜmmetün aķrebi ķıyâmetdeBana oldur ki çoķ vire salavât    Vali Efendi (7) * الف الف صلاة، یا رب العالمین / Milyonlar salât, ya Rabbe’l-Âlemin كل یوم و ساعة، یا رب العلمین / Her gün ve her saat, ya Rabbe’l-Âlemin * Güzîn: (fa) Seçilmiş 5. Beyit الدعاء یحجب حتّی یصلّی علیّ Dua benim üzerime salâvat getirilinceye kadar perdelenmiştir. دیر ایسك اولسون دعا محجوبروح پاك رسوله ایله سلامویر صلوات كه فتح باب اولسونتا سهولتله حاصل اوله مرام Dir isen olsun du’â mahcûbRûh-ı pâk-i resûle eyle selâmVir salavat ki feth-i bâb olsunTâ suhûletle hâsıl ola merâm Manastırlı Hasan b. Ali (5) * بنور الفتح المبین، یا رب العالمین / Tam bir fetih nuruyla, ya Rabbe’l-Âlemin. * Mahcûb: (fa) PerdelenmişMerâm: Arzu, matlûb, niyet, maksat 6. Beyit فتح اوله دیرسك سكا امر مهمقيل صلوات اللّه علی كلّهمربّ من اصفی الصّلوآت العلیصلّ علی سیّدنا المصطفی Feth ola dirsen sana emr-i mühimKıl salavâtullâhi ‘alâ küllihimRabb-i men esfa’s-salavâti’l-‘ulâSalli ‘alâ seyyidinâ’l-Mustafâ Nahifi (6) * Rabbim! En yüce ve safi salâvat ile seyyidimiz Mustafa’ya salât eyle! 7. Beyit ویره لم روضه پاكنه صلوت ایله سلامعلّت جرمه شفاعتله دوا ایلیه لم Virelüm ravza-i pâkine salâtile selâmİllet-i cürme şefâ’atle devâ eyleyelüm Nabi (2) * علی حبیبك خیرالخلق كلهم، یا رب العالمین /Bütün mahlûkatın en hayırlısı olan Habîb’ine, ya Rabbe’l-Âlemin. Kaynakça BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2009), Tılsımlar, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât Mealli Delâilü’n-Nûr. (2013). (Üstad Ahmed Husrev. Hat.). Hayrât Neşriyat Divan-ı Nabi Efendi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Lala İsmail, No: 488 (v. 96A) Divan-ı Sa’id, Milli Kütüphane, Yazmalar No: Hk 933 (v. 21A) Divan-ı Yunus Emre, Milli Kütüphane, Yazmalar No: A 53602 (v. 41B) Ehadis-i Erba’in, Milli Kütüphane, Yazmalar No: Hk 3963/3 (v. 15B) Hilyetü’l-Envâr, Nuruosmaniye Kütüphanesi, No: 3288 (v. 88A) Manzum Kırk Hadis Tercümesi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Aşir Efendi, No: 438 (v. 7A) Mevlidü’n-Nebi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY00549 (v. 1B) http://katalog.istanbul.edu.tr/ https://kulliyat.risale.online/ http://lugatim.com/ http://yazmalar.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiVatana Muhabbet Yaralılara Muavenet
Baş Muharrir

وطنه  محبّت ياره ليلره  معاونت دولت عليه نڭ معنوي قوروجيسي شيخ اده بالي ”سن سني بيل؛ عمرڭجه  بو يتر سڭا“ ديمشدي. معنوي اقليم و بشارتده  طوغان عثمانلي دولتي، اڭ تملده  آلديغي بو و متمّمنده كي نصيحتلره  قولاق ويره كلمش، هر دائم عدالتي أوڭده  طوتارق بر مرحمت مدنيتي اولوشديرمشدر. بونڭ اڭ أونملي كوسترگه لرندن بريسي ده  غايه سنه  موافق ايشلتيلن وقفلردر. هر شيله ، يارادانڭ علم، اراده  و قدرتندن اولديغني بيله رك مخاطب اولان عثمانلي و تبعه سي، ساده جه  انسانڭ دگل، حيوان، بيتكي، حتّی جانسزلرڭ ده  حقوقنه  رعايت ايتمش، صينيرلري قورومشدر. بو معناده ، امتحان دنياسنڭ كرگي اولارق صيقينتيلي طوروملره  دوشنلره ، امتحانڭ كرگي اولارق يارديمه  قوشمش، اللّٰهڭ ملكنده  مملوك اولديغني بيله رك مالك حقيقنڭ ايسته ديگي شكلده  الندن كلني اورته يه  قويابيلمشدر. زماننده  هر بر فرد بو دردلرله  دردلنيركن زمان كلمش قورومساللاشمه لر اولمش، تشخّص ايدن تشكّللر بو وظيفه لري در عهده  ايتمشدر. بونلردن بريسي ده  حالا وارلغنى محافظه  ايدن و اڭ صوڭ ياشانان دپرمده  يينه  وظيفه  باشنده  اولان و دنيانڭ درت بر طرفنده  خدمتلري سبقت ايدن هلال احمردر. بوگونكي اسميله  قيزيل آيدر. قاچ ييل اولدي خاطرلامييورم، بر كون بر تلفون كلدي. آرايان كيشي بڭا اسمًا اولاشمش و هلال احمرڭ عثمانلي دونمنده كي لوغوسني يڭيله يه جكلرندن بحث ايتمش و بو قونوده  يارديمجي اولوب اولاماياجغمزي صورمشدي. بن ده  مع الممنونيه  قبول ايتدم و آردندن آرقداشلريمزله  چاليشمه يي ياپوب تسليم ايتدك. لوغوده ، پادشاهڭ حمايه سنده  و اوڭا ياراشير شكلده  اولديغي بيان ايديلمش و ”وطنه  محبّت ياره ليلره  معاونت“ صلوغاني ايشلنمشدي. زمان كلدي، بر زيارتمزده  كنل مديره  صوردم، ”بو لوغويي كيم ياپدي، بيلييورميسڭز؟“ دييه . ”خير“ جوابنى آلنجه ، هر درده  دوشنڭ يارديمنه  قوشمه  نيتي و عمليه سنده  اولان و قورولوشندن بو زمانه  اسمي كيزلي نيجه  قهرمانلرڭ خدمت ايتديگي بو قورومڭ لوغوسنڭ احياسي ده  البته  تواضع ايچنده  اولمليمش دييه  دوشونمدن ايده مه دم. امگي كچن آرقداشلره  تشكّر ايدييورم. اللّٰه راضي اولسون. شيخ اده بالينڭ ”سن سني بيل…“ ايقاظي موجبنجه  بوكون ده  پك چوق خيري قورولوش تأسس ايتمش و جانله  باشله  هر محتاجڭ يارديمنه  قوشمقده در. بو سيويل تشكّللرڭ آردنده  اسمي مجهول نيجه  خير صاحبلري بو ايشلرڭ يورومه سنه  غيرت ايتمكده در. اللّٰه اونلردن ده  راضي اولسون. نه  اولديغمزي اونوتمادن آلاجغمز نيجه  يولمز اولسون. جمله سنڭ يولي آچيق اولسون. Devlet-i Aliyyenin manevi kurucusu Şeyh Edebali “Sen seni bil; ömrünce bu yeter sana” demişti. Manevi iklim ve beşarette doğan Osmanlı Devleti, en temelde aldığı bu ve mütemmimindeki nasihatlere kulak veregelmiş, her daim adaleti önde tutarak bir merhamet medeniyeti oluşturmuştur. Bunun en önemli göstergelerinden birisi de gayesine muvafık işletilen vakıflardır. Her şeyle, Yaradan’ın ilim, irade ve kudretinden olduğunu bilerek muhatap olan Osmanlı ve tebeası, sadece insanın değil, hayvan, bitki, hatta cansızların da hukukuna riayet etmiş, sınırları korumuştur. Bu manada, imtihan dünyasının gereği olarak sıkıntılı durumlara düşenlere, imtihanın gereği olarak yardıma koşmuş, Allah’ın mülkünde memluk olduğunu bilerek Malik-i Hakikinin istediği şekilde elinden geleni ortaya koyabilmiştir. Zamanında her bir fert bu dertlerle dertlenirken zaman gelmiş kurumsallaşmalar olmuş, teşahhus eden teşekküller bu vazifeleri deruhte etmiştir. Bunlardan birisi de hala varlığını muhafaza eden ve en son yaşanan depremde yine vazife başında olan ve dünyanın dört bir tarafında hizmetleri sebkat eden Hilal-i Ahmer’dir. Bugünkü ismiyle Kızılay’dır. Kaç yıl oldu hatırlamıyorum, bir gün bir telefon geldi. Arayan kişi bana ismen ulaşmış ve Hilal-i Ahmer’in Osmanlı dönemindeki logosunu yenileyeceklerinden bahsetmiş ve bu konuda yardımcı olup olamayacağımızı sormuştu. Ben de maalmemnuniye kabul ettim ve ardından arkadaşlarımızla çalışmayı yapıp teslim ettik. Logoda, padişahın himayesinde ve ona yaraşır şekilde olduğu beyan edilmiş ve “Vatana muhabbet yaralılara muavenet” sloganı işlenmişti. Zaman geldi, bir ziyaretimizde Genel Müdüre sordum, “Bu logoyu kim yaptı, biliyor musunuz?” diye. “Hayır” cevabını alınca, her derde düşenin yardımına koşma niyeti ve ameliyesinde olan ve kuruluşundan bu zamana ismi gizli nice kahramanların hizmet ettiği bu kurumun logosunun ihyası da elbette tevazu içinde olmalıymış diye düşünmeden edemedim. Emeği geçen arkadaşlara teşekkür ediyorum. Allah razı olsun. Şeyh Edebali’nin “Sen seni bil…” ikazı mucibince bugün de pek çok hayri kuruluş teessüs etmiş ve canla başla her muhtacın yardımına koşmaktadır. Bu sivil teşekküllerin ardında ismi meçhul nice hayır sahipleri bu işlerin yürümesine gayret etmektedir. Allah onlardan da razı olsun. Ne olduğumuzu unutmadan alacağımız nice yolumuz olsun. Cümlesinin yolu açık olsun.

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiAğaç Düşer de Yakınına Yaslanır
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiMukaddes Hilal-i Ahmer*
Okuma Metinleri

14 Nisan 1927’de 50. yıl dönümü münasebetiyle neşredeceğiz bir nüsha-i mümtaze için Hilal-i Ahmer tarafından yazı ve ihtisas göndermeye davet edildiğime çok sevindim. Bu nev’den bütün müesseselere hayraniyet ve tazimimi ifade etmek için elime güzel bir vesile ve fırsat veriliyordu. Binaenaleyh bu davetnameyi gönderen mukaddes Hilal-i Ahmer cemiyeti reis-i muhteremi Doktor Ali Paşa hazretlerine yürekten ve çok teşekkür etmeliyiz. Hilal-i Ahmer’in ruhu, ezcümle, kuduz hayvanlar tarafından ısırılanları faci‘ ve kat‘i ölümden kurtarmak vasıta-i kat‘iyesini beşeriyete veren merhum Pastör’ün şu sözünde mündemiçtir. Bir muzdaribe hangi memleketten yahut hangi dinden olduğu sorulmaz. Sen muzdaripsin; bana bu kâfi, sen benimsin ve ızdırabını teskin edeceğim. Bu prensip habip ve tabibin ve habib tabip olan Hilal Ahmer’in miracıdır. Bu miraçta insanlığa, merhamete, insafa, hakka uruç olunur ve insanların ekseriya düştükleri behimiyet derekesine, bu yükseklikten, şefkat ve isyanın tutuşturduğu nazarla bakılır. Kitlevî cemiyet-i beşeriyede iki zıt cereyan tevessu‘ etmektedir; denizlerde mevcut, biri satha, diğeri a‘maka ait mu‘akis cereyanlar gibi. Cemiyet-i beşeriye bir taraftan itilaf ve tahrib-i vesait ve müessesatı vücuda getiriyor. Diğer taraftan tahlis, tamir ve ızdırapları teskin etmeyi, en kutsi ve en yüksek bir şaika ve saika ile, iş ve maksat edinen münci zümreler çıkarıyor. Filhakika bu küçük lem‘a o zalim ben muzlim yangının gâh u bîgâh patlamasına mani‘ olamıyor fakat yine beşeriyetin sinesinden çıkan bu merhamet, muhabbet, insaf lem‘ası da, bila-mani‘ rahmani mesaisine devam edebiliyor. Küçük de olsa bu keyfiyet cemiyet-i beşeriyede insanlığın bir tulu‘-ı zaferi addedilebilir. On milyon asker, on üç milyon sivil ahali öldüren, dokuz milyon çocuğu yetim yapan, beş milyon genç kadını dul bırakan, on milyon insanı yurtlarından ayırıp hicret ettiren, yirmi milyon insanı sakat eden dünkü büyük Avrupa harbi esnasında, isimleri başka başka olsa da cümlesi ruhen Hilal-i Ahmer olan müesseseler, insanlık için hicap-aver bu müthiş haile içinde yegane teselli, teskin, şefkat ve şuur lem‘ası oldu. Tecavüz ve istila harbi karşısında bulunan Anadolu’muz en mukaddes müdafaa harbini icra ederken Hilal-i Ahmer’in bu taarruz dide insanlığın ızdırap ve âlâmını teskin için bin kere meşkur hizmetine şahid-i ayn oldum. O sırada bir aralık İstanbul’da sıhhiye müdür-i umumisi bulundum. Bir gün o zaman Hilal-i Ahmer katib-i umumisi ve Anadolu hükümeti murahhası olan Hamid Bey telefonla benden Anadolu’ya götürmek üzere birkaç sandık kinin vermek imkânı olup olmadığını sormuştu. Kimyahane deposunda seksen bin kilo kinin var, bunun isterseniz yetmiş bin kilosunu götürebilirsiniz ve bundan dolayı çok müteşekkir olurum, diye cevap verdiğim vakit ne kadar derin bir sürur duyduğunu sesindeki ihtizaz delaletiyle hissettim. Anadolu ile mürasele ve muvasala yollarının hemen hemen kapalı bulunduğu o hengamede iki yüz bin nüfusa çiçek aşısı yapmaya kâfi taze aşıyı dahi yine Hilal-i Ahmer’in tavassut ve himmetiyle Anadolu’ya gönderebilmiştik. Cemiyet-i beşeriyede yaşayan iki zıt cereyandan sulhculuk cereyanı nihayet galip olacak ve beynelmilel ihtilafların münhasıran harp ile fasl olunabileceği zannı dumura uğrayacaktır. Meşhur Michelet, 20. asırda Fransa cihana ilan-ı sulh edecektir demişti. Yirminci asrın rub‘-u evvelinde seyyaremiz üzerinde şimdiye kadar vakı‘ mukatelelerin en kanlısı yapıldı ve Fransa bugün dahi cihana sulh ilan etmiyor, fakat hissî Fransa’nın bunu yapmasına bedel aklî (rationnel) Fransa’da, mütefekkir ve münevver Fransa’da harp aleyhinde beynelmilel ihtilafların anlaşma suretiyle halli lehinde çalışan yüzlerce cemiyet ve harp zuhurunda, mecruhlara, kimsesizlere muavenet için şefkat müesseseleri vücuda getiriliyor; hayatını harbe karşı mücadeleye vakfeden fazilet, muhabbet ve himmet, sürurları çoğalıyor. Harbin fizyolojiyaî, içtimai, ahlaki hasaratını tamamen ilmi bir usul ile tetkik eden kitaplar yüzlerce neşrolunuyor. Bunlardan: “Harp ve Sözde İyilikleri” adlı bir tanesi Türkçemize tercüme edilmiş ve içtihat kütüphanesinin 52. kitabı olarak çıkacaktır. Hilal-i Ahmer… Şefkatin, insanlığın zişuur bir heyet-i fa’âle şeklini almasıdır. Onu sevmek insanlığı, şefkati sevmek, ona yardım insanlığa ve bizzat nefse yardımdır. Zişuur insanlar cünun-u mütehevvir nöbetine tutuldukları veyahut şuursuz tabiat insanlar üzerine lâlettayin bir afet sağanağı tevcih ettiği vakit düşünmeye, acımaya devam edecek yegâne unsur-ı beşerî Hilal-i Ahmer’dir. Bütün beşeriyet-i muzdaribe üzerine şefkat kanadını germek… onun bihakkın iktisap ve istila etmek istediği azamet işte budur. Hiçbir mağlup ve muzdarip yapmayan bu galebe ve zafere herkes, ona yardım etmekle, iştirak edebilir ve huzur-u mübarekinde Örfi’nin “Yaralar aldık, fetihler yaptık, sahamız kimsenin kanına bulanmadı.” nağmesi terennüm olunabilir. Bu rahmani câh ve celale iştirak imkanını her ferde erzan eden Hilal-i Ahmer’in hakkı, takdis olmakla dahi eda edilmiş olmaz. * (İctihad Mecmuası, 15 Ekim 1928, s. 5094)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiMüslüman Yalancı Olmaz*
Okuma Metinleri

Müslüman ve müslim denilince hadis-i şerifin tarifi vecihle onun elinden ve dilinden müslümanların ve bi’n-netice bütün mahlukatın salim olması lazım gelen bir şahıs hatıra gelir ki müslim-i hakiki işte böyledir. Tirmizi hazretlerinin hazreti Ebu Hüreyre’den ve Ahmed bin Hanbel ile Taberani’nin cenab-ı Vaile’den rivayet ettikleri bir hadis-i celilde: “Müslim müslimin kardeşidir. Eliyle, diliyle ona hıyanet etmez ve onu aldatmaz ve onu tahzil ve tahkir etmez. Her müslimin ırzı, malı, kanı diğer müslime haramdır” buyurulduktan sonra cenab-ı risalet-meab Efendimiz yed-i saadetle kendi kalbi hümayunlarına işaret buyurarak “Allah korkusu buradadır” buyuruyorlar. Yine Tirmizi vesairenin Hazret-i Ebu Hüreyre ve Vaile’den rivayet ettikleri diğer bir hadis-i şerifte de “Müslümanlar her kimin elinden ve dilinden salim olurlarsa müslim odur ve bütün insanların malları ve canları her kimin şerrinden emin ise işte mümin de odur” buyuruluyor. Bu mealde hadis-i Nebeviye pek çoktur. Biz açıkça ve baba lisanıyla demek istiyoruz ki mümin ve müslim olan o davada bulunan kimse eliyle, diliyle kimseyi ızrar edemez. El ile olunacak fenalığı herkes bilir. Dil ile icra olunacak fenalıkların en büyüğü yalancılıktır. Çünkü bunun karşısındakini ızrar etmek vardır. Irza, namusa dair edilen tefevvuhatta maddeten hiçbir zarar görülemediği halde, yalancılıktan maddiyat ve maneviyat bütün mutazarrırdır. Biz sözü uzatmak istemiyoruz, müslim ve mümin yalancı olmaz diyoruz ve bunu da hiç kimsenin inkâr edilemeyeceğine imanımız vardır. Dikkat ediniz mehakim-i şeriyyede şahide yemin teklif etmezler. Çünkü bir mümin “Allah için” dedi mi artık ondan yalan sudur etmeyecektir. Eğer ederse demek oluyor ki o mümin değildir. “İki kişi dinden, bir kişi candan” dedikleri işte budur. Demek ki yalan söyleyen dinden oluyor. Zaten Camiü’s- Sağir’de bir hadis-i şerifte buyruluyor ki “Aman yalandan hazer ediniz, zira yalan imandan uzaktır” yani yalan ile iman bir yerde durmaz, demektir. Mümin, iman, emanet, emniyet hep bir madde-i asliyeden alınmış kelimelerdir. Birbirinin lazım-ı gayr-i mefarikidir. Müslim, selim, selamet, selam bunlar da öyledir. Demek mümin ve müslim olan kimse yine hadisi şerif meali olarak, kizb ve hıyanetten ve bunların teferruatından nezih ve beri olmak lazımdır. Eğer yalancılık ve hainlik sıfat-ı mezmumesinden teberri edemezse iman ve İslam’ı nakıs ve zayıftır. Bu noksan ve zafiyet devam ede ede bilahare sıfıra müncer olur. İman ve İslam’ın kadrini bilenler onun muhafazasına dikkat ederler. Dikkat etmeyenler kadir bilmeyenlerdir. Öyleyse Cenab-ı Hak, kıymeti takdir edilmeyen nimetlerini o kadir-nâşinaslardan alacağını Kur’an-ı mübininde beyan buyuruyor. Hem de yalancılar, münafıklardır. Mümin ile münafığın beynini tefrik etmek için sıdk ve kizb birer mizan-ı hakikattir. Sıdk müminin, kizb münafığın sıfatıdır. Hem bu kadar tafsile ne hacet, yalancılık bütün milel-i gayrimüslime ve akvam-ı cahile nezdinde mezmum ve makduhdur. Bence bütün dünyanın fenalıkları yalancılıkta mündemiçtir. İşte en büyük şenaat olan küfür de yalancıktan neşet ediyor ve küfür ayn-ı kizbdir. Artık hem yalan söyleyip de hem de yemin edenleri düşününüz vesselam. Mustafa Fevzi * (Ceride-i Sofiyye, 19 Haziran 1330, s. 4)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiRamazan-ı Şerifte Va‘z ve Nasihat*
Okuma Metinleri

Va‘z ve nasihat, alim ve abid, ahval-i ruhiyeye muttali zevat taraflarından deruhte ve ifa olunmak lazım gelince bahs olacak mevzular, hakikat ve doğru olacağı binaenaleyh ekseriyet itibariyle ezvâk-ı beşere acı geleceği tabiidir, o türlü mebahisi hüsn-i telakki ederek dinleyebilmek için nefsi meluf olduğu huzuzattan az çok mütevakkî bir halde bulunmak lazım gelir ve illa tab‘ına hoş gelen, arzusunu okşayan alâ‘ık arayan haylulet ederek ya hiç ihale-i sem‘ itibar edemez yahut şöylece dinler gibi görünürse de bu dinleyişten matlup olan istifade husule gelmez. Ramazan Şerif’te bütün mükellefin-i İslam’ın oruçlu bulunarak her türlü avâ‘ık-ı dünyeviyeden ser azat olması ve bu cihetle ekser evkatın cevami-i şerifede tilavet-i Kur’an ve enva‘-ı ibadat ile emredilmesi ahali-i İslamiyyeye evamir ve nevai-i İlahiyi tebliğ ve kendilerine lazım olan umur-u içtimaiyeyi tefhim için kaçırılması caiz olmayan fırsatlardan addolunur. Böyle bir fırsat fevt edildiği surette telafisi bir sene-i kamilenin müruruna muhtaç olur; halbuki ömr-i beşer her dakika, her saniye zevale müncer olduğundan sene-i i atiyeye yetişebilecekler bulunabileceği gibi, yetişemeyecekler de bulunur. Olabilir ki İslam memleketinde Müslümanlar içinde doğmuş, büyümüş bir fert zarurat-ı diniyeden olan bir meselede mütereddit olarak irtihal eder, böyle Avrupalıların -velev makasıd-ı siyasiye uğrunda olsun- birçok masarıf ihtiyar ederek memalik-i İslamiyenin hemen her tarafına misyonerler sevk etmek suretiyle Nasraniyete revaç vermeye savaştıkları bir sırada iknaiyyatı kuvvetli kuvve-i nutkiyesi müsait olan ulema-yı İslam’ın müstağniyane belki de bi-kaydane hareket ederek cevami‘-i şerifede kürsüleri ekser na-ehillerin maruz-ı hurafatı haline getirmek ve bir mesele-i diniye, bir hakikat-i İslamiye öğrenmiş olmak için cevami‘-i şerifede saatlerce diz çöküp oturan avam-ı müslümini o türlü esrar İslamiyet’e vakıf olmayan bazı kimselerin eline bırakmak cidden acınacak hallerimizdendir. Filhakika bazı cevami‘-i şerifede âlim, fakîh, natûk, halûk zevatın da ifa-yı va‘z u nasihat etmekte oldukları görülüyor. Fakat kim ne derse desin ekser cevami‘de icra-yı nasihat edenlerin kısm-ı a‘zamı yine dediğim takım teşkil ediyor. İşittiğimize nazaran bu sene Ramazan-ı Şerif’te Konya’ya birkaç tiyatrocu gelmiş olmasından dolayı mahalli ulema-yı kiramı cami‘-i şerifte va‘z ve nasihati terk etmişlerdir. Biz bu habere vehle-i ulâda inanmak istemedik; fakat vuku bulan tetkikatımız neticesinde mezkûr haber maatteessüf teeyyüd etmektedir. Müşarun ileyhim hazeratına tazim ve hükümetimiz baki olmakla beraber arzu ederiz ki bu hal ulema-yı kirama ihtiramı vecibe-i zimmet telakki eden müslimini pek müteessir etmiştir. Çünkü bundan maksat halka tiyatroya gitmesinler demek ise tedbir-i mezkûr ahalinin bilakis tiyatro hanelere dökülmesine sebep oluyor. Ulemamıza yakışan eğer ahlak-ı İslamiyeye münafi haller görülüyorsa ahaliye bunun mazarratını va‘z ve nasihatleri sırasında beyan ederek hem vazifelerini ifa etmiş olmak hem de ahlaken ve iktisaden rehberlik etmektir. Birkaç cehele va‘z u nasihat dinlemeye grev yapabilir, fakat ulemamız memuru bulundukları “emr-i bilmaruf ve nehy-i ani’l-münker”e hiçbir zaman grev yapmamalıdır, ümit ederiz ki yine sinin-i salife vecihle va‘z u nasihate kemal-i ciddiyetle ikdam ederek ahali nezdindeki mevki-i ihtiramı … buyururlar. Çünkü millet ulemamızdan terk-i hizmet değil, bezl-i himmet bekliyor. Konyalı A. Atıf * (Beyanü’l-Hak, 15 Ramazan 1338, c. 3, s. 1499)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiBayram*
Okuma Metinleri

Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır; Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır! Bayramda güler çehre-i ma‘sûm-ı sabâvet, Ümmîd çocuk sureti sâfında ‘ıyândır. Her cebhede bir nûr-ı mücerred leme’ânda; Her dîdede bir rûh dem-â-dem cevelândır. Âlâm-ı hayatın iki kat büktüğü ecsâd Feyzindeki te’sir ile asude revandır. Ferdâ-yı sükûn-perverdir sâl-i cidâlin, Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i cândır. Heycâ-yı ma‘îşetteki feryâd-ı mehîbin Dünyada biraz dindiği an varsa bu andır. Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu? Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civândır. Her sîndede bir kalb-i meserret darabânda Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihândır. Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır, Gûyâ ki bütün sadr-ı zemîn pür-galeyândır. Eşbâhı da cûşân ediyor feyz-i mübîni, Yâ Rab bu nasıl rûh-ı avâlim-sereyândır! Bayramda gelir yâda ne hoş hâtıralar ki: Bin ömre verilmez, o kadar kadri girândır. آفاقبتونخنده ،جهانباشقه جهاندر؛بايرام نه  قدر خوش، نه  شطارتلي زماندر! بايرامده كولرچهرۀمعصومصباوت،امّيد چوجق صورت صفنده  عياندر هرجبهه ده برنورمجرّدلمعانده ؛هر ديده ده  بر روح دمادم جولاندر. آلامحياتڭايكيقاتبوكديگياجسادفيضنده كي تأثير ايله  آسوده  رواندر. فردايسكونپروريدرصالجدالڭ،نوميد دوشن قلبه  اميد آور جاندر. هيجاي  معيشتده كيفريادمهيبڭدنياده  براز دينديگي آن وارسه  بو آندر. صبحنده بهارڭشوصباحتبولونورمي؟باق چهرۀ غبرايه : ناصل شن، نه  جواندر! هرسينه ده برقلبمسرّتضربانده ،هر قلبده  بر عالم اشواق نهاندر. رقصاناولويورجنبشدوشيله عناصر،كوياكه  بتون صدر زمين پر غلياندر. اشباهيده جوشانايدييورفيضمبيني،يا رب بو ناصل روح عوالم سرياندر! بايرامده  كلير ياده  نه  خوش خاطره لركه :بيڭ عمره  ويريلمز، او قدر قدري كيراندر. * Mehmet Akif ERSOY

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

قيمتلي دوستلر، هر كلمه  كندي كولتور و مدنيت حوضه سنڭ اتكيلريني أوزرنده  طاشير. او كلمه  باشقه  بر ديله  كچركن اصلنده  بر كولتور و مدنيت اتكيله شيمي ده  قاچينيلماز اولارق ياشانير. اگر او كلمه لرڭ كلديگي كولتور باصقين و بوزيجي و بزم دگرلريمزه  ترس بر كولتورسه  او كلمه لر أوزرندن لسانمز ده  كولتوريمز ده  اولومسز اتكيلنير. اوت يينه  فرقلي جغرافيه لردن ديلمزه  كيرمش كلمه لري اينجه له مه يه  دوام ايدييورز. سوكيلي دوستلر، كوكنلرينه  يولجيلق ياپاجغمز ايلك كلمه مز  “مقاله” Kıymetli dostlar, her kelime kendi kültür ve medeniyet havzasının etkilerini üzerinde taşır. O kelime başka bir dile geçerken aslında bir kültür ve medeniyet etkileşimi de kaçınılmaz olarak yaşanır. Eğer o kelimelerin geldiği kültür baskın ve bozucu ve bizim değerlerimize ters bir kültürse o kelimeler üzerinden lisanımız da kültürümüz de olumsuz etkilenir. Evet yine farklı coğrafyalardan dilimize girmiş kelimeleri incelemeye devam ediyoruz. Sevgili dostlar, kökenlerine yolculuk yapacağımız ilk kelimemiz “makale”  MAKÂLE: Bir fikri, bir görüşü savunmak, desteklemek veya bilgi vermek amacıyla yazılıp gazete, dergi vb. yayın organlarında yayımlanan yazılara makâle denir. Bu kelime Arapça “söz, söyleyiş” manasındaki “makâl” kelimesinden türetilmiştir. “Her makamın kendine uygun ve layık bir sözü vardır” manasındaki “Likülli makâmin makâl” Arap atasözü çok meşhurdur. Bu söz dilimizde biraz değişerek şöyle de söylenmektedir: “Likülli makamin makâl ve likülli ormanin çakal” yani “her makamın bir sözü olduğu gibi, her ormanın da bir çakalı vardır.”   KÖSELE: Bu kelime Farsça kökenli iki kelimenin izdivacından oluşmuştur. Aslı “gav-sale”dir. Bir yıllık öküz, sığır derisine verilen isimdir. “Gav” öküz, sığır manasına, “sale” ise seneyi ifade eder. Kelime önce “gosale” zamanla da “kösele” şeklini almıştır. Günümüzde ise bu kelime, büyükbaş hayvanlardan elde edilen, ayakkabı, çanta vb. yapımında kullanılan işlenmiş deri malzemeler için kullanılır. Eskiler bu kelimeden hareketle sert olan şeylere “kösele gibi” diyerek benzetme yapmışlar. Özellikle utanmaz, arlanmaz kişileri tarif ederken “kösele suratlı” deyimiyle o kişinin yüzsüzlüğünü, kızarmaz, utanmaz bir yüze sahip olduğunu harika bir teşbih ile anlatmışlardır. CEZÂ: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. Arapçada “karşılık” manasında kullanılır. Mesela, Arap dünyasında birisi, bir iyilikle karşılaştığında mukabilinde muhatabına “Cezâkellâhu hayran kesira” der. Yani (Allah sana çok hayırlı bir karşılık, bir mükafat versin!) der. Cezâ (karşılık) kelimesini ecdadımız iki yönde kullanmıştır. Dedelerimiz hayırlara ve iyiliklere verilen cezâya “mükâfat”,  şerlere ve kötülüklere verilen cezâya ise mücazat demişler. “Şu dünya hayatında ne iyilik ne fenalık cezâsız kalmayacaktır.” derken, dünyadaki tüm amellerimizin bir karşılığının, bir muhasebesinin olacağını ifade etmişlerdir. Bu kelime günümüzde sadece kötülüklere gerekli karşılığı vermek anlamında kullanılmaktadır. Mesela “Türk cezâ kanunu” “trafik cezaları” “hapis cezaları” gibi kullanımlar günümüzdeki örneklerdendir. ZIVANA: Farsça olan bu kelime, havuzlarda havuzun üst kısmına takılan, taşma riski taşıyan fazla suyu tahliye etmek için iki ucu açık borunun adıdır. Türkçemizde zıvana kelimesi “zıvanadan çıkmak” deyimi ile yaşamaktır. Bu deyim ise taşkınlık göstermek, haddi aşıp edepsizlik yapan kişiler hakkında kullanılır. PAZAR: Farsça kökenli olan bu kelimenin aslı “bazar”dır. Birçok satıcının bir arada bulunduğu büyük alış veriş yerlerine verilen isimdir. Pazarların çokça kurulduğu güne de isim olan bu kelime Türkçe aracılığıyla Avrupa dillerine de geçmiştir. Ecdadımız bu kelimeden dilimize has pek çok deyimler oluşturmuştur. Mesela “pazarlık etmek”, “pazar yerine dönmek”, “pazara düşmek”, “pazara kadar değil, mezara kadar beraber olmak” “pazara çıkarmak” bunlardan bazılarıdır. Yine Pazar kelimesinin en anlamlı geçtiği yerlerden birisi de Yunus Emre Hazretlerine ait şu ifadelerdir: “Elif okuduk ötürü, Pazar eyledik götürü / Yaratılmışı hoş gördük, Yaratan’dan ötürü.” TABANCA: Bu kelime Türkçe kökenli bir kelimedir. İnsanın ayağının altına taban denir. Tabanca ise küçültme ekiyle küçük taban anlamında, insanın “el ayası”na verilen isimdir. Hatta geçmişte “tokat ve şamar” anlamında da kullanılmıştır. Mesela “bir tabanca çaldı ol gül yüzine” ifadesinde olduğu gibi. Tabanca için Lügat-ı Osmani (1876), “el ayasıyla tutulan küçük piştov (silah)” manasını vermiştir. Ve kelime günümüzde de bu manada kullanılmaktadır. KARGA TULUMBA: ilginç bir hikayesi olan bu deyim “birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup elleri üzerinde havaya kaldırarak özensiz taşımak” anlamında kullanılıyor. Lakin deyim dilimize İtalyan ve Venedikli denizciler vesilesiyle girmiştir. İtalyanlar arasında “karga la trompa” deyimi gemicilikte “yelkenleri indirip, bohça ederek sarıp sarmalayıp topla!” anlamında bir emirdir. Bu deyim nasıl olmuşsa olmuş ne karga ile ne de tulumba ile ilgisi olmaz bir şekilde Türkçemize mal olmuştur. PAPUÇ: Kelime Farsçadan dilimize geçmiş birleşik bir kelimedir. Ayakkabı kelimesi anlamında kullanılan sözcük, ayak anlamındaki “pa” kelimesi ile “örtmek” anlamındaki “puş” kelimesinin izdivacından oluşmuştur. Ayak örten manasındadır.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiMimar Kemaleddin’in Mescid-i Aksa’yı Restorasyonu
Biliyor muydunuz?

معمار كمال الدين بك، ١٨٧٠ سنه سنده  استانبولڭ آجي بادم سمتنده  دنيايه  كلمشدر. نمونۀ ترقّي اعداديسنده  اگيتيم كورديگي صيره ده  مهندس اولمه يه  قرار ويردي. نمونۀ ترقّي، كونمزده كي استانبول ليسه سنڭ تملنى اولوشديران بر مكتبدر. بو مكتبڭ قوروجيلرندن اولان رياضيه جي محمد نادر بك، كمال الدين بگڭ معمارلغه  يوڭلمه سنده  اتكيلي اولمشدر. كمال الدين بك، ١٨٨٧ سنه سنده  هندسۀ ملكيه  مكتبنه  كيردي و اگيتيمه  ايكنجي صنفدن باشلادى. تحصيلي اثناسنده  صنايع مداليه سي ايله  أودوللنديريلدي. سركه جي غارينڭ معماري آغوست ژا سمونددن معمارلق درسلري آلدي. مأذون اولدقدن صوڭره  ژا سموندڭ يارديمجيلغنه  آتاندي. درت ييله  ياقين دوام ايدن بو وظيفه سي صيره سنده  ويانه  و بوداپشته يه  كيدرك اينجه له مه لرده  بولوندي. بر ياندن ده  أوزل بر معمارلق بوروسي آچدي. بعض كوشك و قوناقلرڭ ياپيمنده  كورو آلدي. كونمزده كي معمارلر اوطه سنڭ ايلك حالي اولان عثمانلي مهندس و معمار جمعيتنڭ ١٩٠٨ سنه سنده  قورولمه سنه  أوڭجيلك ايتدي. معمارلغنى ياپديغني چوق صاييده  اثر آراسنده  وقف خانلري، ببك جامعي، آمنه  خاتون جامعي، قمر خاتون جامعي، احمد جواد پاشا تربه سي، غازي عثمان پاشا تربه سي، سلطان ٥نجي محمد رشاد تربه سي، آنقره  پالاس، دولت دمير يوللري كنل مديرلگي ايله  چوق صاييده  اوقول و قامو بناسي صاييلابيلير. بونلرڭ طيشنده  رستوراسيون چاليشمه لري ده  ياپمشدر. كمال الدين بگڭ اڭ أونملي رستوراسيون چاليشمسي، ١٩٢٢-١٩٢٦ سنه لري آراسنده كي مسجد اقصا رستوراسيونيدر. فلسطين مجلس الاسلامي الاعلي رئيسي محمد امين الحسيني امضالي ١٤ آغستوس ١٩٢٢ تاريخلي يازي (٤٧١٨/٣٥٣٨٤١-٢) ايله  سلطان ٦نجي محمد وحيدالديندن معمار كمال الدين، معمار نهاد، معمار حسني، مهندس جمال بگلرله ، تحسين اوسته  و اوغلنڭ مسجد اقصانڭ رستوراسيوني ايچون كورولنديريلمه لري طلب ايديلمشدر. Mimar Kemaleddin Bey, 1870 senesinde İstanbul’un Acıbadem semtinde dünyaya gelmiştir. Nümûne-i Terakkî İdadîsinde eğitim gördüğü sırada mühendis olmaya karar verdi. Nümûne-i Terakkî, günümüzdeki İstanbul Lisesi’nin temelini oluşturan bir mekteptir. Bu mektebin kurucularından olan riyaziyeci Mehmed Nadir Bey, Kemaleddin Bey’in mimarlığa yönelmesinde etkili olmuştur. Kemaleddin Bey, 1887 senesinde Hendese-i Mülkiye mektebine girdi ve eğitime ikinci sınıftan başladı. Tahsili esnasında sanayi madalyası ile ödüllendirildi. Sirkeci Garı’nın mimarı August Jasmund’dan mimarlık dersleri aldı. Mezun olduktan sonra Jasmund’un yardımcılığına atandı. Dört yıla yakın devam eden bu vazifesi sırasında Viyana ve Budapeşte’ye giderek incelemelerde bulundu. Bir yandan da özel bir mimarlık bürosu açtı. Bazı köşk ve konakların yapımında görev aldı. Günümüzdeki mimarlar odasının ilk hali olan Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyetinin 1908 senesinde kurulmasına öncülük etti. Mimarlığını yaptığını çok sayıda eser arasında Vakıf Hanları, Bebek Camii, Amine Hatun Camii, Kamer Hatun Camii, Ahmed Cevad Paşa Türbesi, Gazi Osman Paşa Türbesi, Sultan 5. Mehmed Reşad Türbesi, Ankara Palas, Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü ile çok sayıda okul ve kamu binası sayılabilir. Bunların dışında restorasyon çalışmaları da yapmıştır. Kemaleddin Bey’in en önemli restorasyon çalışması, 1922-1926 seneleri arasındaki Mescid-i Aksa restorasyonudur. Filistin Meclisü’l-İslâmiyyü’l-A’lâ reisi Mehmed Emin El-Hüseynî imzalı 14 Ağustos 1922 tarihli yazı (BOA, BEO, 4718/353841-2) ile Sultan VI. Mehmed Vahideddin’den Mimar Kemaleddin, Mimar Nihad, Mimar Hüsnü, Mühendis Cemal Beylerle, Tahsin Usta ve oğlunun Mescid-i Aksa’nın restorasyonu için görevlendirilmeleri talep edilmiştir. Tarih: Hicrî 20 Zilhicce 1340 (Miladî 14 Ağustos 1922) (1)Hû (2)Şevketmeâb-ı Hilâfetpenâh Efendimiz (3)Dünyanın âsâr ve âbidât-ı mimâ­riyesi arasında kıymet-i tezyîniye ve tarihiyesiyle ve bilhassa ecdâd-ı izâm-ı mülûkânelerinin imârât-ı hârikulâdeleriyle (4)en mümtâz bir mevki-i bülend ve ihtirâmda olup İslâm’ın evvelü’l-kıbleteyni ve sâlisü’l-Haremeynü’ş-şerifeyni olan Mescid-i Aksa ile Sahratullahü’l-müşerrefeyi muhtevî (5)Harem-i Şerif-i Kudüs’ü mürur-ı zamanla gerek erkân-ı mukâvemesi ve gerek tertîbât-ı tezyîniyesi âlem-i İslâm üzerinde bir tesir-i elîm hâsıl (6)edecek derecede muhtâc-ı imâr bir hâle gelmiş olduğunu müşâhede eyleyen Filistin Meclis-i Alâ-yı Şer’î-i İslâmîsi mezkûr iki eser-i (7)âlî-i İslâmî’nin bir sûret-i cedîde ve fenniyede imâr ve ihyâsını ehemm-i vezâif-i dîniyesinden addederek bu ümniyenin husûlü (8)zımnında lâzım gelen mesaînin ibzâline ve fevkalâde mühim olan bu imârât-ı fenniye ve sanatkârânenin temîn-i husûlü için (9)imârât-ı mezkûrenin nezâret-i mimâriyesini tedkîkât-ı amîka ve ilmiyesiyle yegâne sâhib-i salâhiyet ve iktidâr olan (10)İslâm mimârî ve evkâf-ı hümâyûnları nezâreti sâbık inşaât müdür-i umûmîsi ve sermimârı muallim mimâr Kemaleddin Bey’in yed-i ehliyet (11)ve hamiyetine tevdiine karar vermiş ve taraf-ı eşref-i Hilâfetpenâhîlerinden erzân buyurulacak irâde-i mülûkâneleri üzerine müşârun-ileyh (12)Kemaleddin Bey’in bu vazîfe-i mühimmeyi deruhde etmesi bittabi efkâr-ı umûmiye-i İslâmiye üzerinde hüsn-i tesîr hâsıl edeceği (13)ve umûm Müslümanların kemâkân südde-i seniyye-i Hilâfetpenâhîlerine olan irtibâtlarını müzdâd eyleyeceği bî-şek ve iştibâh (14)bulunmuş olmakla gerek muallim Kemaleddin Bey’in ve gerek heyet-i fenniye olmak üzere intihâb ettiği âsâr-ı mühimme-i atîka tamirâtında mütehassıs (15)evkâf-ı hümâyûnları heyet-i fenniyesinden mimâr Nihâd ve mühendis Cemal Beylerle sanâyi-i nefîse mezûnlarından mimar Hüsnü ve hezarfen (16)Tahsin usta ile mahdûmunun sâlifü’l-arz emr-i tamîrâta mübâşeretlerine irâde-i lütuf-âde-i şehinşâhîlerinin şâyân (17)ve râyegân buyurulması bâbında herhâlde ve kâtıbe-i ahvâlde emr u fermân şevket-meâb Emîrü’l-mü’minîn ve Halîfe-i Resûl-i Rabbülâlemîn (18)veliyy-i ni’met-i bî-imtinân efendimiz hazretlerinindir fî 20 Zilhicce sene 1340 (19)Reîsü’l-Meclisü’l-İslâmiyyü’l-A’lâ (20)(Mühür) (El-Meclisü’l-Şer’iyyü’l-İslamiyyü’l-A’lâ) (21)Kulları (22)Mehmed Emin (23)El-Hüseynî

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiOsmanlı’da Yardım Cemiyetleri
Belge Okumaları

Osmanlı Devleti, siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal meselelerde ürettiği çözüm politikalarında en büyük payı şerʻî hukuka ayırmış, herhangi bir sorunla karşılaşıldığında ilk olarak İslâmiyetʼin edille-i şerʻiyye denilen kaynaklarına başvurulmuştur. Kuruluş felsefesinde öncelenen adalet ve fazilet kavramları, devletin son zamanlarına kadar hayatın merkezinde yer almış, özellikle içtimai hayatta uygulanan sivil veya resmî politikalarda bu iki kavramın izleri belirgin bir şekilde kendisini göstermiştir. Bu noktada Osmanlı medeniyeti, çıkar ve karşılıklı menfaat ilişkisine dayalı Batı medeniyetinden ayrılmaktadır. Günümüzde sosyal yardım kuruluşlarının tarihçesi Sanayi Devrimi sonrasında başlayan nev’i/sınıfa dayalı adaletsizlikler ve bunların ortaya çıkardığı ayaklanmalara dayanmaktadır. İslâm medeniyeti ise başlangıcından itibaren vakıf sistemi ile yardıma muhtaç olsun olmasın, müslim veya gayrimüslim tüm gruplara yönelik iyilik ve yardım faaliyetlerini sürdürmüş, bunu yalnızca dünyevi adaleti sağlamak maksadı ile değil, uhrevi sonuçlarını da hesaba katarak yapmıştır. Bu yüzdendir ki İslâm toplumlarında iyilik ve yardım faaliyetleri süreklilik arz etmektedir. Tanzimat öncesinde daha çok vakıf sistemi ile kimsesizler, yetimler, dullar, borçlular, çocuklar, yaşlılar, hastalar, engelliler, kazazedeler ve yardıma muhtaç diğer toplum kesimlerine yapılan yardımlar, Tanzimat Dönemiʼnden itibaren vakıf sistemi devam etmekle birlikte, bir devlet politikasına dönüşmüş, özellikle Sultan II. Abdülhamid Han devrinde sistematik ve modern bir yapıya kavuşmuştur. Bu devlet kuruluşları arasında; - Vergilerini karşılayamayanlara, iş kurmak isteyenlere, afet durumlarına, kamu hizmetlerine, kimsesizlerin düğün ve cenaze masraflarına yönelik hizmet veren avarız vakıfları; -  Bakıma muhtaç yaşlılar, engelliler ve kimsesizlere hizmet veren Dârülaceze, -  Müslüman yetim çocuklara barınma imkânı sağlayan Dârülhayr-ı Âlî ve dârüleytâmlar, -  Fakirlere ve fakirliğe karşı sosyal yardım amaçlı kurulan fukara-perver cemiyetleri, -  Başlangıçta savaşta yaralananlara yardım gayesini içeren ve sağlık teşkilatına tamamlayıcı bir unsur olan (Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti); zamanla salgın hastalıklar, göçler, kıtlık ve doğal afetlerde mücadelede geniş kapsamlı bir sivil toplum örgütü hâlini alan Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) bulunmaktadır. Saydığımız bu yapılar daha çok yardım kuruluşları niteliğindedir. Bunların haricinde emeklilik (tekāüd), çalışanlara ve ailelerine yönelik yardımlaşma (teâvün) ve yetim (eytâm) sandıkları gibi sosyal güvenlik uygulamaları da sosyal yaşamı kolaylaştırmayı amaçlayan politikalar olarak öne çıkmaktadır. Bu yardım cemiyetleri içerisinde ülkemizin en köklü sivil toplum kuruluşu olan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, 1868 yılından bu yana en önemli görevi olan insan hayatını ve sağlığını korumak için hiçbir ayrım yapmaksızın çalışmakta, yoksul ve muhtaçlara da barınma ve beslenme imkânları sunmaya devam etmektedir. Bereketli ve feyizli iklimine adım attığımız bu mübarek Ramazan ayında hem yardımlaşma ve dayanışma duygularımızı bir kez daha hatırlamak hem de yaşadığımız 6 Şubat depremlerinin açtığı yaraların bir nebze sarılmasına vesile olmak amacıyla bu sayımızda Hilâl-i Ahmer Cemiyetinin deprem bölgelerine yaptığı yardımlarla ilgili birkaç vesikayı sizlerle paylaşıyoruz. Vesika-1 Deprem bölgelerine seyyar sağlık ekibi, çadır, ekmek, ilaç gönderilmesi hususunda Kızılay tarafından Dâhiliye Nezaretine yazılan tezkire (11 Ağustos 1912) DH_MTV__00016_2_00009_002_001 Taht-ı Himâye-i Hazret-i Mülûkânede Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti Merkez-i Umûmîsi Aded (1) Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine (2) Gâyet müstaʻceldir. (3) Devletlü efendim hazretleri (4) Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti Heyʼet-i İdâresince zelzeleden müteessir olan mahallerdeki mecrûhîne imdâd ve muʻâvenet etmek üzere (5) bir heyʼet-i sıhhiyye-i seyyâre iʻzâm edileceğinden hareket-i arzdan en ziyâde musâb olup da hükûmetçe ve mahallince henüz îsâl ve meded ve muʻâvenete (6) vakit ve vesâit bulunamayan mahallerin âcilen işʻârına müsâʻade-i celîleleri erzân buyurulmak bâbında emr ü fermân hazret-i men lehüʼl-emrindir. (7) Fî 29 Temmuz sene 328 (8) Reîs nâmına müfettiş-i umûmî (Mehmed Ali) Vesika-2 Şarköy ve Geliboluʼdaki depremzedelerin tedavisi için gerekli tıbbi malzeme ile bir sağlık heyetinin deprem bölgesine gönderilmesi hususunda Kızılay tarafından Dâhiliye Nezaretine yazılan tezkire (12 Ağustos 1912) DH_MTV__00016_2_00011_002_001 Hazret-i Mülûkânede Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti Merkez-i Umûmîsi Aded (1) Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine (2) Müstaʻceldir. (3) Devletlü efendim hazretleri (4) Mürefte, Şarköy, Gelibolu ve civârında vukûʻ bulan hareket-i arz mecrûhîn ve musâbînine her dürlü muʻâvenet-i tıbbiyye ve cerrâhiyyede (5) bulunmak üzere Hilâl-i Ahmer İdâresi tarafından bir heyʼet-i sıhhiyye-i imdâdiyye tertîb edilerek bu ahşâm Giresun vapuruyla (6) doğruca Mürefteʼye müteveccihen hareket edeceğinden heyʼet-i mezkûreye iktizâ eden her nevʻ muʻâvenât ve teshîlâtın irâesi (7) zımnında telgrafla mahalline âcilen emir buyurulması istirhâm olunur. Ol bâbda emr ü irâde hazret-i men lehüʼl-emrindir. (8) Fî 30 Temmuz sene 328 (9) Reîs nâmına müfettiş-i umûmî (Mehmed Ali) (10) Mühür (Osmânlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti) Vesika-3 İmroz adası ve civarındaki depremzedelere tıbbi yardımın yola çıktığı ve bu hususta yerel görevlileri kolaylık sağlaması ricasına dair Kızılay tarafından Dâhiliye Nezaretine yazılan tezkire (17 Ağustos 1912) DH_MTV__00016_2_00053_011_001 Taht-ı Himâye-i Hazret-i Mülûkânede Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti Merkez-i Umûmîsi Aded (1) Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine (2) Devletlü efendim hazretleri (3) Fî 31 Temmuz 328 târîh ve 5 husûsî numaralı tahrîrât-ı nezâretpenâhîleriyle cemʻiyyetimize vukûʻ bulan işʻâr-ı âsafânelerine (4) imtisâlen İmroz ve havâlîsi hareketzedelerine muʻâvenet ve imdâd etmek üzere derhâl bir hey’et teşkîline mübâderet olunduğu ve on (5) üç kişiden mürekkeb hey’et-i mezkûrenin dün akşam Doktor Mahir Beyʼin taht-ı riyâsetinde olarak eşyâ ve edevât-ı (6) tıbbiyye-i lâzımeyi biʼl-istishâb sûret-i mahsûsada istîcâr edilen “İtaki” vapuruyla Dersaâdetʼden hareket ettiği berây-ı (7) maʻlûmât arz ve heyʼet-i sıhhiyye-i mezkûreye hükûmet-i mahalliyye tarafından dahi muʻâvenet ve teshîlât-ı mümkinede bulunulması husûsunun (8) lâzım gelenlere emr ü işʻâr buyurulması istirhâm olunur. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehüʼl-emrindir. Fî 4 Ağustos sene 328 (9) Reîs nâmına müfettiş-i umûmî (Mehmed Ali) (10) Mühür (Osmânlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti) Vesika-4 Isparta ve Burdurʼda meydana gelen depremden sonra Kızılayʼın bölgeye çadır göndereceği hususunda Kızılay tarafından Dâhiliye Nezaretine yazılan tezkire (12 Ekim 1914) DH_I_UM_EK__00072_00087_003_001 Taht-ı Himâye-i Hazret-i Mülûkânede Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti Merkez-i Umûmîsi Aded 322/739 (1) Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine (2) Devletlü efendim hazretleri (3) Fî 29 Eylül sene 1330 târîhli tezkire-i nezâretpenâhîleri arîza-i cevâbiyyesidir. Isparta ve Burdur hareket-i arzından (4) açıkta kalan âilelerin iskânı içün taleb buyurulan elli çadır inşâ olunacak barakaların ikmâlinde cemʻiyyetimize iʻâde (5) olunmak üzere bugün veya bugün mümkün olamaz ise yarın Afyonkarahisarı nâmına gönderilecektir. O havâlî hareket-i arz (6) musâbînin terfîh-i ahvâli zımnında ittihâz-ı tedâbîr eylemek üzere azîmet eyleyeceği beyân buyurulan Dâhiliyye müsteşârı beyefendinin (7) refâkatinde cemʻiyyetimiz başkâtibi Doktor Adnan Beyefendiʼnin bulunması her ne kadar şâyân-ı temenni ise de şu sırada Hilâl-i Ahmer müfettişi (8) olup li-ecliʼl-maslaha Romanyaʼda bulunan Muʻallim Doktor Celâleddîn Muhtâr Beyefendiʼnin gaybûbeti hasebiyle vezâif bir kat daha tekessür eylediğinden (9) maʻaʼt-teessüf mümkün olamayacağı arz olunur. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehüʼl-emrindir. (10) Fî 29 Eylül sene 1330 (11) Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemʻiyyeti Reîsi nâmına Başkâtib Doktor Besim Ömer Kelimeler: Azîmet: Gitme, gidişBerây: İçin, amacıylaErzân: LayıkGaybûbet: Göz önünde olmama, kaybolma Îsâl: Ulaştırma İstîcâr: Kiralama İstishâb: Yanına alma, birlikte götürme İşʻâr: Yazı ile bildirme İttihâz-ı tedâbîr: Tedbirleri almak İʻzâm: Gönderme, yollama Li-ecliʼl-maslaha: Faydalı bir iş için Mecrûhîn: Yaralılar Musâb (ç. Musâbîn) : Bir felakete uğramış, kazazede Mübâderet: Bir işe hızlıca girişme Müstaʻcel: Acil Tekessür: Çoğalma Terfîh: Bolluk içinde yaşatma Teshîlât: Kolaylıklar Zımnında: İçin, amacıyla

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. …Zikre dalmış her şeyGüne gülümserken papatyalarDualar gibi yükselir ümitlerimGüneşle kol kola kırlarda koşarakSiz peygamber çiçekleri toplarkenBen çeşme başında uzanmak istiyorumHuzur dolu içimdeBen sonsuzluğu düşünüyorumEy sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorumDurun kapanmayın pencerelerimGüneşimi kapatmayınBeton çok soğuk, üşüyorum..            Ç  Ö  Z  Ü  M      أوشويورم … ذكره  دالمش هر شي كونه كولومسه ركن پاپاديه لر دعالر كبي يوكسلير اميدلرم كونشله  قول قوله  قرلرده  قوشارق سز پيغمبر چيچكلري طوپلاركن بن چشمه  باشنده  اوزانمق ايستييورم حضور طولي ايچمده  بن صوڭسزلغي دوشونويورم اي صوڭسزلغڭ صاحبي، سڭا اولاشمق ايستييورم طورڭ قاپانمايڭ پنجره لرم كونشمي قپاتمايڭ بطون چوق صوغوق، أوشويورم.. .

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Fâtıma Refîknaz Hanım Yâ Hû ! Makâm-ı ‘âlide seccâde-nişîn-iirşâd iken irtihâl-i dâr-ı bekâEyleyen eş-şeyh es-Seyyid MehmedNureddin Efendi'nin harem-i muhtereme-leri Şerîfe Hâce Dervîşe FâtımaRefîknaz Hanım’ın Rûhîçûnrızâen lillâhi’l- Fâtiha Sene 1310Fî 30 Yemi’l-Arefe-i Ramazân Kelimeler: Seccâde-nişin (ﺳﺠّﺎده نشين): Çok namaz kılan, takvâ sâhibi kimse, âbit; 2. Şeyh makāmında oturan kimse, postnişin.İrşâd-İrşat: 1. Doğru yolu gösterme; 2. Mânen aydınlatma, hak yolunu gösterme, gafletten uyandırma, uyarma; İrşâdat (ارﺷﺎدات): İrşatlar.irtihâl-i dâr-ı bekâ: Bekâ evine, âhirete göçmek, ölmek.harem: Bir erkeğin karısı, eş, zevceharem-i muhteremeleri: Saygıdeğer eşi, Muhterem Hanımı. Cezayirli Hasan Paşa Çeşmesi Kelimeler: –SÂR (ﺳﺎر) ek. (Fars.): Sonuna geldiği kelimelere yer ve sâhiplik anlamı katarak Farsça usûlüyle türemiş kelimeler yapar.Çeşme-sâr (ﭼﺸﻤﻪ ﺳﺎر): Çeşmesi, pınarı çok olan yer.YÂDİGÂR (یادﮔﺎر) i. (Fars.): Bir kimseyi veya olayı hatırlatmak üzere verilen yâhut onlardan kalan şey.NEF’ (ﻧﻔﻊ) i. (Ar.): Fayda, çıkar, kâr, menfaat.CÂRÎ (ﺟﺎﺭﻯ) sıf. (Ar.): 1. Yürürlükte olan, geçerli; 2. Geçmekte olan; 3. Akan.(ﺳﻌﻰ) i. (Ar.): 1. Çalışma, çalışıp çabalama, emek sarfetme, ceht.LATİF [ince] (لطیف) sıf. (Ar.): 1. Zevk ve ruh okşayıcı ince bir güzelliğe sâhip olan, hoş, nâzik, yumuşak; 2. Maddeyle değil ruhla ilgili, gözle görülebilecek maddî bir varlığı olmayan; 3. i. “En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, en ince şeyleri yapan, kullarına ince yollardan çeşitli faydalar ulaştıran” anlamında esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel isimlerinden)dır.(ﺻﺤّﺖ) i. (Ar.): 1. Sağlık, esenlik, âfiyet; 2. Doğruya, gerçeğe uygunluk, doğruluk, gerçeklik.CEZİL – CEZL (ﺟﺰل) sıf. (Ar.): 1. Bol, çok; 2. edeb. Telaffuzu sert olan (söz).KATRE – KATRA (ﻗﻄﺮﻩ) i. (Ar.): Damla.–VEŞ (وش) ek. (Fars.): Gibi.RÂNÂ(رﻋﻨﺎ) sıf. (Ar.): 1. Güzel, hoş, latif, parlak, revnaklı; 2. zf. Pek güzel, pek âlâ.MERGUB(ﻣﺮﻏﻮب) sıf. ve i. (Ar.): 1. İstenilen, arzu edilen, rağbet gösterilen (kimse veya şey); 2. Herkesin beğenip arzu edeceği, rağbet göstereceği kadar güzel, makbul (şey).ŞEHVAR (ﺷﻬﻮار) i. (Fars.): Şahlara lâyık olan iri tâneli inci.

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Ocak
Konu resmiFağfur
Bir Dergi Bir Yazı

(1) Edebi, felsefi, ictimai mecmuaMüdiri: Selami İzzet (2) Ateş böcekleri Minik ateş böcekleri Safalı gözbebekleri Seversiniz çiçekleri Fırıl fırıl Dönersiniz konarsınız Sönersiniz yanarsınız Pırıl pırıl   (3) [1] Pelikan: Gagasının uzunluğuyla yüzgeçliğiyle meşhur olan büyük kuşlardandır. Alet-i gagasının altında deriden geniş bir torba vardır. Avladığı balıkları bunun içine koyar. Dişisi yavrularını bu torbada sakladığı şeylerle besler. Bu torbayı boşaltmak isteyince gagasını göğsüne bastırıp sıkar. Yavrularına bağrını deliyor, kalbini yediriyor yahut kanını içiriyor diye şayi’ olan efsanenin menbaı işte budur.   (4) Beyne’l-milel usul-i temsil İskân-ı Muhâcirîn Bu eser, Avrupa düvel-i muazzamasının müstemlekelerinde takip ettikleri usul-i temsilin ilmi, ictimai, felsefi, iktisadi şekillerini ihtiva ediyor. Umum mesail, en son ilm-i ictimai esaslarına nazaran tahlil olunuyor ve münakaşalı bî-taraf bir muhakeme ile neticeler gösteriliyor. İngilizlerin Mısırlıları, Hintlileri ne suretle idare ettiklerini ve ne derece muvaffak olduklarını Fransızların Garbları tefessuh ettirmek için takip ettikleri usulleri ve bilhassa Rusya’nın Türkler hakkında tatbik ettiği temsil usulünün derecelerini sahih ve şayan-ı emniyet bir surette anlamak isteyenlerin müracaat edecekleri yegâne eserdir. Mevcudu azalmıştır. Fiyatı 40 kuruştur (5) Benim Ömrüm Ben sarp, meçhul yollarda bir genç seyyah gibi gezdimFelaketler topladım Anadolu dağlarındanKaygı çökmüş köylerden, mabedlerden matem sezdimİniltiler işittim gül ve bülbül bağlarından  Ağlıyordum yanımda nur çehreli bir pir buldumİlham aldım sanatın çerağ yanan mabedindenBen de sazlı aşıklar diyarında şair oldumBeste yaptım kalbimin feryadından, ümidinden Viran yurdun dolaştım bir şehrinden bir şehrineİstedim ki ırkımın dertlerini nakledeyimGönülleri sazımın teli gibi titreteyim  Bu halimle benzedim Konradların şairineOnun gibi haykırdım “Ey milletim uyan” diyeSaç ve sakal ağarttım ben de “Vatan! Vatan!” diye Mehmet Emin   (6) Zehir Çanağı, 10 Ağustos 332 Lâşe Bugün talim meydanında çok ağır bir rayiha vardı. Bu yan taraftaki süprüntülükten geliyordu. Bütün arkadaşlarım o civardan geçerlerken başlarını çeviriyorlar, burunlarını kapayarak nefes almamaya uğraşıyorlardı. Bu orada kurak bir dere içine atılmış bir köpek lâşesi idi. Şekl-i tabiisinden daha fazla büyümüş ve vücudu tamamıyla şişerek derisi patlamıştı. Birkaç günden beri bu yaz güneşi altında bulunmaktan kokmuş ve kurtlanmıştı. Derisi üzerinde yüzlerce kurtlar dolaşıyor, kambur sırtları acûl ve harîs hareketleriyle adeta kaynaşıyorlardı. Ağzına, burnundan akan kanla karışık ve koyu lüzûcî sarı bir mayi’a ve dışarı fırlamış bağırsakları üstüne parlak ve yeşil vücutlu binlerce leş sinekleri üşüşmüşlerdi. Ve bu mütefessih naaştan tayaran eden beyni sızlatıcı ağır bir rayiha vardı ki ta uzaklara kadar yayılıyordu; o kadar ki herkes derin ve kavi bir hiss-i istikrah ile buradan uzaklaşmaya mecbur oluyorlardı.

Zafer ŞIK 01 Ocak
Konu resmiElbistan Ulu Camii (Kahramanmaraş)
Seyyah

Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Ulu Camii, Kahramanmaraş ilimizin Elbistan ilçesinde bulunur. Klasik merkezi plan şemasının, en erken dönemlerinde uygulanmış halidir. Cümle kapısı üzerindeki kitabeye göre cami, Selçuklu hükümdarı 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in emriyle Elbistan ve çevresinin valisi olan Emir Mübariziddin Çavlı tarafından miladi 1240 yılında yaptırılmıştır. Bu değerli camie ‘Sinan’a ilham veren cami’ de denir. Osmanlının Dulkadiroğlularının başına getirdiği Şehsuvar Ali beyin yaptırdığı restorasyonda, camiinin kubbesi onarılmış ve çok farklı bir tarzda yapılmıştır. Dört ana payenin üzerine oturtulan 8 metre çapındaki ana kubbenin dört tarafındaki yarım kubbeler ve köşelerde bulunan dört küçük kubbe ile mekân genişlemesinin sağlanması, bir nevi ‘yonca’ görünümlü bir kubbe oluşu, devrine göre benzeri olmayan bir mimari özellik olarak görülmektedir. Bu özelliğe sahip bölgedeki tek eserdir. Ayrıca Mimar Sinan’ın, benim çıraklık eserim dediği İstanbul Şehzadebaşı camiinin kubbe yapısının birebir aynısıdır. Çünkü Mimar Sinan’ın henüz baş mimarlığa yükselmeden önce, yeniçeri ocağındayken çıktığı doğu seferlerinde, Elbistan’a bizzat gelerek Ulu Camii’nin kubbe yapısını incelediği ve gördüğü söylenir. Elbistan camii, İslam tehdidi karşısında dimdik duran ve mücadele eden bir mekân olarak tarihe geçmiştir. Şimdi ise asrın felaketinde hasar gören camii, yeniden ayağa kalkacağı, yeniden minaresinden ezanlar yükseleceği zamanı bekliyor. Her şartta ecdadımızın eserlerini yaşatmaya devam edeceğiz inşallah. عثمانلي و سلچوقلي معماريسنڭ اڭ كوزل أورنكلرندن بري اولان اولو جامعي، قهرمان مرعش ايلمزڭ البستان ايلچه سنده  بولونور. قلاسيك مركزي پلان شماسنڭ، اڭ ايركن دونملرنده  اويغولانمش حاليدر. جمله  قاپيسي أوزرنده كي كتابه يه  كوره  جامع، سلچوقلي حكمداري ٢نجي غياث الدّين كيخسروڭ امريله  البستان و چوره سنڭ واليسي اولان امير مبارزالدين چاولي طرفندن ميلادي ١٢٤٠ ييلنده  ياپديريلمشدر. بو دگرلي جامعه ’سنانه  الهام ويرن جامع ده  دينير. عثمانلينڭ ذوالقدر اوغوللرينڭ باشنه  كتيرديگي شهسوار علي بگڭ ياپديرديغي رستوراسيونده ، جامعڭ قبه سي اوڭاريلمش و چوق فرقلي بر طرزده  ياپيلمشدر. درت آنا پايه نڭ أوزرينه  اوتورتولان ٨ متره  چاپنده كي آنا قبه نڭ درت طرفنده كي ياريم قبه لر و كوشه لرده  بولونان درت كوچك قبه  ايله  مكان كنيشله مه سنڭ صاغلانمسي، بر نوع ‘يونجه ’ كورونوملي بر قبه  اولوشي، دورينه  كوره  بڭزري اولمايان بر معماري أوزللك اولارق كورولمكده در. بو أوزللگه  صاحب بولگه ده كي تك اثردر. آيريجه  معمار سنانڭ، بنم چيراقلق اثرم ديديگي استانبول شهزاده باشي جامعنڭ قبه  ياپيسنڭ بره بر عينسيدر. چونكه  معمار سنانڭ هنوز باش معمارلغه  يوكسلمدن أوڭجه ، يڭيچري اوجاغنده يكن چيقديغي طوغو سفرلرنده ، البستانه  بالذّات كله رك اولو جامعڭ قبه  ياپيسني اينجه له ديگي و كورديگي سويلنير. البستان جامعي، اسلام تهديدي قارشيسنده  ديمديك طوران و مجادله  ايدن بر مكان اولارق تاريخه  كچمشدر. شيمدي ايسه  عصرڭ فلاكتنده  خساركورن جامعي، يڭيدن آياغه  قالقاجغي، يڭيدن مناره سندن اذانلر يوكسله جگي زماني بكلييور. هر شرطده  اجداديمزڭ اثرلريني ياشاتمه يه  دوام ايده جگز ان شاء الله.

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

ايكي بچوق اوقه  بال بديع الزمان حضرتلري اقتصادڭ أونمنى آڭلاتديغي ١٩نجی لمعه ده  شو خاطره سنه  ير ويرمكده در: قاعده مه  و دستور حياتمه  مخالف بر صورتده ، بر طلبه م ايكي بچوق اوقه يه  ياقين بر بالي، بڭا هديه  قبول ايتديرمه يه  اصرار ايتدي. نه  قدر قاعده مي ايلري سوردم، قانمدي. بالمجبوريه ، ياڭمده كي أوچ قرداشمه  ييدیرمك و شعبان شريف و رمضانده  او بالدن اقتصادله  اوتوز قرق كون أوچ آدم يیسڭ و كتيرن ده  ثواب قازانسين و كنديلري ده  طاتليسز قالماسين دييه رك، ”آليڭز!“ ديدم. بر اوقه  بال ده  بنم واردي. او أوچ آرقداشم، كرچه  مستقيم و اقتصادي تقدير ايدنلردندي. فقط، هر نه  ايسه ، بربرينه  اكرام ايتمك و هر بري أوته كينڭ نفسنى اوخشامق و كندي نفسنه  ترجيح ايتمك اولان، بر جهتده  علوي بر خصلتله  اقتصادي اونوتديلر. أوچ كيجه ده  ايكي بچوق اوقه  بالي بيتيرديلر. بن كوله رك ديدم: ”سزي اوتوز قرق كون او بال ايله  طاتلانديراجقدم. سز، اوتوز كوني أوچه  اينديرديڭز. عافيت اولسون!“ ديدم. فقط بن، كندي او بر اوقه  باليمي اقتصادله  صرف ايتدم. بتون شابان و رمضانده  هم بن يديم هم للّٰهلخامد او قرداشلريمڭ هر بريسنه  افطار وقتنده  برر قاشيق ويروب، مهم ثوابه  مدار اولدي. İki Buçuk Okka Bal Bediüzzaman Hazretleri iktisadın önemini anlattığı 19. Lem’a’da şu hatırasına yer vermektedir: Kaideme ve düstur-u hayatıma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Bil-mecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve Şaban-ı Şerif ve Ramazan’da o baldan iktisatla otuz kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevap kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, “Alınız!” dedim. Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat, her ne ise, birbirine ikram etmek ve her biri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî bir hasletle iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: “Sizi otuz kırk gün o bal ile tatlandıracaktım. Siz, otuz günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun!” dedim. Fakat ben, kendi o bir okka balımı iktisatla sarf ettim. Bütün Şaban ve Ramazan’da hem ben yedim hem lillâhilhamd o kardeşlerimin her birisine iftar vaktinde birer kaşık verip, mühim sevaba medar oldu. سلاحيله  گومولنلر عبد اللّٰه داغستاني، نقشبندي طريقتي شيخلرندن، عالم، ولي و اسلام مجاهديدر. امّت محمّدي مدافعه  ايچون كوڭللي مجاهد اولارق بالقان صاواشنه قاتيلدي. بوني تعقيبًا چاناق قلعه  جبهه سنده  و بغداد جبهه سنده  جهادينه  دوام ايتدي. چاناق قلعه  صاواشنده  باشندن صوڭنه  دك چارپيشان عبد اللّٰه داغستاني صاواش خاطره لرندن برينى شويله  ديله  كتيرييور: انكليزڭ، فرانسزڭ ايتاليانڭ طونانمه لر كلوب اورايي بومبارديمان ايتديگنده  و قره يه  عسكر چيقاردقلرنده ، اسلام عسكرلري اورايه  هجوم ايدوب تا دڭزڭ ايچريسنده  دخي دشماني سونكوله يوب توكتييوردى. يالڭز، طونانمه  اوزاقدن آتش ايدوب دڭزڭ ايچنده  النده  سلاح طوتديغي حالده  شاراپنل ايله  شهيد اولان كيمسه لر اولوردي. اونلرڭ الندن سلاحي آلمه يه  چاليشيردم. قطعيًا او سلاحي الندن آلمه يه  امكان يوقدي. أويله جه  دفن ایدييوردم. حضور ربّ العالمينه  أويله  چيقمق ايستييور بيراقمييور سلاحي. قاچ كيمسه لري بويله  دفن ايتدم. اللرندن سلاحي آلمق ممكن اولمدي. وطنڭ قيمتنى بيلن آدم ده  بويله  طوتملي. Silahıyla Gömülenler İbrahim Refik, Çanakkale’nin Ruh Portresi Abdullah Dağıstânî, Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden, alim, veli ve İslam mücahididir. Ümmet-i Muhammed’i müdafaa için gönüllü mücahid olarak Balkan Savaşı’na katıldı. Bunu takiben Çanakkale Cephesi’nde ve Bağdat Cephesi’nde cihadına devam etti. Çanakkale Savaşı’nda başından sonuna dek çarpışan Abdullah Dağıstânî savaş hatıralarından birini şöyle dile getiriyor: İngiliz’in, Fransız’ın İtalyan’ın donanmalar gelip orayı bombardıman ettiğinde ve karaya asker çıkardıklarında, İslam askerleri oraya hücum edip ta denizin içerisinde dahi düşmanı süngüleyip tüketiyordu. Yalnız, donanma uzaktan ateş edip denizin içinde elinde silah tuttuğu halde şarapnel ile şehit olan kimseler olurdu. Onların elinden silahı almaya çalışırdım. Katiyen o silahı elinden almaya imkân yoktu. Öylece defnediyordum. Huzur-ı Rabbü’l-alemine öyle çıkmak istiyor bırakmıyor silahı. Kaç kimseleri böyle defnettim. Ellerinden silahı almak mümkün olmadı. Vatanın kıymetini bilen adam da böyle tutmalı. نابي اصل آدي يوسف اولان نابي ١٧نجی يوز ييلڭ بيوك شاعريدر. باباسي و دده لرينڭ قوللاندقلري سيّد لقبندن طولايي ساداتدن اولديغي آڭلاشيلمقده در. ١٦٤٢’ده  اورفه ده  طوغان شاعريمز، تحصيلنى بوراده  تماملادقدن صوڭره  استانبوله  كلمش و ١٧١٢’ده  استانبولده  وفات ايتمشدر. بر پيغمبر عاشقي اولان نابي، عين زمانده  بر تواضع انسانيدر. تواضعي مخلصنه  ده  ياڭسيمش اولان شاعريمز، مخلصي حقّنده  شويله  دير: ”بنده  يوق صبر سكون، سنده  وفادن ذرّه . ايكي يوقدن نه  چيقار فكر ايده لم بر كره .“ شعرڭ ايكنجي مصراعنده كي ايكي يوقدن قصدي، فارسجه دن ديلمزه  كچن ”نا“ و ”بي“ أوڭ اكلريدر. بو ايكي أوڭ اك ده  يوقلغي، طولاييسيله  هيچلگي و تواضعي افاده  ايتمكده در. حجّنى ادا ايتمك ايچون مدينه يه  كيدن نابي، بو سياحت صيره سنده  صوڭ موله  يرنده  مدينه يه  طوغري آياغنى اوزاتارق ياتان بر كيشينڭ بو حركتندن ايتكيلنه رك؛ ”صاقين ترك ادبدن كوی محبوب خدادر بو / نظركاه الٰهيدر مقام مصطفيدر بو“ بيتيله  باشلايان مشهور غزلنى يازمشدر. حج دونوشنده  ايسه  مشهور ”تحفة الحرمين“ آدلي اثرينى قلمه  آلمشدر. Nâbî Asıl adı Yusuf olan Nabi 17. yüzyılın büyük şairidir. Babası ve dedelerinin kullandıkları Seyyid lakabından dolayı sadaddan olduğu anlaşılmaktadır. 1642’de Urfa’da doğan şairimiz, tahsilini burada tamamladıktan sonra İstanbul’a gelmiş ve 1712’de İstanbul’da vefat etmiştir. Bir peygamber aşığı olan Nabi, aynı zamanda bir tevazu insanıdır. Tevazuu mahlasına da yansımış olan şairimiz, mahlası hakkında şöyle der: “Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre. İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere.” Şiirin ikinci mısraındaki iki yoktan kastı, Farsçadan dilimize geçen “nâ” ve “bî” ön ekleridir. Bu iki ön ek de yokluğu dolayısıyla hiçliği ve tevazuu ifade etmektedir. Haccını eda etmek için Medine’ye giden Nâbî, bu seyahat sırasında son mola yerinde Medine’ye doğru ayağını uzatarak yatan bir kişinin bu hareketinden etkilenerek; “Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dır bu / Nazargâh-ı İlâhî’dir Makâm-ı Mustafâ’dır bu” beytiyle başlayan meşhur gazelini yazmıştır. Hac dönüşünde ise meşhur “Tuhfetü’l-Haremeyn” adlı eserini kaleme almıştır. آغلا  چشمم آغلا  طورما ! ”آغلا  چشمم، آغلا، طورما ...“ اوت، بيلمم بو شرقي پارچه سي نره دن، ناصل بردنبره  عقلمه  كلدي: ”آغلا  چشمم، آغلا، طورما!“ ساعتلر واركه  كنديمه  حاكم اولامايارق متّصل اوني تكرارلييورم. أوده  هم آشاغي يوقاري طولاشييور هم ده  اوني ميريلدانييورم. آه، اسكي رمضانلر، چوجقلغمڭ رمضانلري. او زمانلر رمضانلر قيشه ، قارلي بوزلي كونلره  تصادف ايدردي. أوّلا عرفه  كونني خاطرلرم، ايوبي و عائله  مزارلريني زيارته  كيتديگمز كوني... أوده  رمضان تميزلگي بيتوب كيلار يرلشدكدن صوڭره  حمام ياناردي، رمضان حمامي... بو يگرمي درت ساعت، كيجه لي كوندوزلي سورر، بتون أو خلقي، اوزاق، ياقين اقربا، حتّی قومشولر ده  كيرردي. آرتيق باشقه  ايش قالمازدي. عرفه  كوني ارككلر بر طرفدن، قادينلر ئوبور طرفدن، محقّق، حضرت خالدي زيارته  كيتمك معتاددي. تربه دن أوّل مزارستانه  اوغراردق. كچن سنه ، اون ييللق بر فاصله يي متعاقب عرفه  كوني يينه  تربۀ خالدي زيارته  كيتدم: آولي بوم بوشدي، شادروانده  صولرڭ سسي و قوغوقلرده  قومرولرڭ دم چكيشي ايشيتيلييور. قاپيده  تك بر آرابه ، بنم آرابه م بكلييوردي. كوڭلم حزنله ، أوكسزلكله  طولدي. بو قدر آز زمانده  بو نه  بيوك تبدّلدي.  بز اورايه  كار فيرطينه لري ايچنده  قوشار، كيدردك؛ شيمدي بهار و كونش ايچنده  بيله  كلن يوقدي، نه  دييه يم: آغلا چشمڭ، آغلا ، طورما !... رمضانڭ اون بشندن صوڭره  يينه  بويله  بتون أو خلقنڭ اهمال ايده ميه جگي بر زيارت واردر. خرقۀ شريف زيارتي. بونڭ ايچون ده  تر تميز حاضرلانير، يوله  كوڭللريمز ذكر و عبادتله  طاشقين، أويله  چيقاردق. فاتحي كچه رك بعض طار صوقاقلردن طولانا  طولانا نهايت بياض بر جامعڭ أوڭنه  واريردق. انسان ييغينلري آراسندن يول بولوب قاپي يه  ياڭاشمق نه  كوچ ايشدي... نهايت، زور زار كيرر، بم بياض حصيرلي يوللردن يورويوب يشيل آطلاسدن بر مبارك بوغچه يه  يوز، كوز سورردك. طيشاريده  خلق قايناشيردي، فقط بو حجره ده  و اوڭا منتهي دهليزلره  اخروي بر سكون حكم سورردي. چيقاركن بر مدّت، يينه  كري كري يوروردك.  Ağla Çeşmim Ağla Durma! Refik Halit Karay, Guguklu Saat “Ağla çeşmim, ağla, durma...” Evet, bilmem bu şarkı parçası nereden, nasıl birdenbire aklıma geldi: “Ağla çeşmim, ağla, durma!” Saatler var ki kendime hâkim olamayarak muttasıl onu tekrarlıyorum. Evde hem aşağı yukarı dolaşıyor hem de onu mırıldanıyorum. Ah, eski Ramazanlar, çocukluğunun Ramazanları. O zamanlar Ramazanlar kışa, karlı buzlu günlere tesadüf ederdi. Evvela arefe gününü hatırlarım, Eyüp’ü ve aile mezarlarını ziyarete gittiğimiz günü... Evde Ramazan temizliği bitip kiler yerleştikten sonra hamam yanardı, Ramazan hamamı... Bu yirmi dört saat, geceli gündüzlü sürer, bütün ev halkı, uzak, yakın akraba, hatta komşular da girerdi. Artık başka iş kalmazdı. Arefe günü erkekler bir taraftan, kadınlar öbür taraftan, muhakkak, Hazreti-i Halid’i ziyarete gitmek mutattı. Türbeden evvel mezaristana uğrardık. Geçen sene, on yıllık bir fasılayı müteakip arefe günü yine Türbe-i Halid’i ziyarete gittim: Avlu bomboştu, şadırvanda suların sesi ve kovuklarda kumruların dem çekişi işitiliyor. Kapıda tek bir araba, benim arabam bekliyordu. Gönlüm hüzünle, öksüzlükle doldu. Bu kadar az zamanda bu ne büyük tebeddüldü.  Biz oraya kar fırtınaları içinde koşar, giderdik; şimdi bahar ve güneş içinde bile gelen yoktu, ne diyeyim: Ağla çeşmin, ağla, durma!... Ramazan’ın on beşinden sonra yine böyle bütün ev halkının ihmal edemeyeceği bir ziyaret vardır. Hırka-i Şerif ziyareti. Bunun için de tertemiz hazırlanır, yola gönüllerimiz zikir ve ibadetle taşkın, öyle çıkardık. Fatih’i geçerek bazı dar sokaklardan dolana nihayet beyaz bir caminin önüne varırdık. İnsan yığınları arasından yol bulup kapıya yanaşmak ne güç işti... Nihayet, zor zar girer, bembeyaz hasırlı yollardan yürüyüp yeşil atlastan bir mübarek bohçaya yüz, göz sürerdik. Dışarıda halk kaynaşırdı, fakat bu hücrede ve ona müntehi dehlizlere uhrevi bir sükûn hüküm sürerdi. Çıkarken bir müddet, yine geri geri yürürdük.

Murat DARICIK 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Daire içine alınan kelimelerin okunuşlarını sırayla yazıp yuvarlak içine gelen harfleri rakam sırasına göre aşağıya yazınız ve oluşan cümleyi Osmanlı Türkçesine çeviriniz.                   Ç  Ö  Z  Ü  M        

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak