Konu resmiAzapkapı Saliha Sultan Çeşmesi
Seyyah

هركسڭ و هر شيئڭ بر حكايه سي واردر. دولت عالئ عثمان، حكايه سي اولان بر عظمت و اجداديمز ده  بوڭا مخاطب اولان كچمشمزدر. عثمانلي دوري حكايه لرينڭ نيجه لرندن بري ده  عذاب قاپي صالحه  سلطان سبيل و چشمه سيدر. چشمه ، استانبولڭ بك اوغلي ايلچه سنده  اولوب تكنيك اولارق آسيمتريك بر بلوق اولارق انشا ايديلمشدر. اورته ده  ياريم دائره  بر سبيل و ايكي ياننده  برر چشمه دن ميدانه  كلير. بو چشمه يه  دائر حكايه ، ٢نجی مصطفي و ٣نجی احمدڭ آننه سي گلنوش امت الله والده  سلطان و صالحه  آدنده  كوچك بر قيز چوجغي آراسنده  كچر. والده  سلطان بر كون عذاب قاپي جوارندن كچركن، بر چشمه نڭ أوڭنده  آغلايان بر قيز چوجغي كورور و ياننه  كيدوب سببنى صورار. اسمنڭ صالحه  اولديغني سويله ين بو كوچك قيز چوجغي، تستيسنڭ قيريلديغني و اوه  صو كوتوره ميه جگني، بوندن طولايي آغلادیغني سويلر. والده  سلطان قيز چوجغنه  پاره  ويروب دستي آلمه سني سويلر اما چوجق جواباً: “بن دستي ايچون دگل، اوه  صو كوتوره ميه جگم ايچون آغلايورم” دير. چوجغڭ حالندن ايتكيلنن والده  سلطان، عائله سندن اوني سرايه  آلمق و اگيتيميله  ايلكيلنمك، هم - طوروملرينڭ ايي اولماديغندن بحثله - اونلرڭ ده  اعاشه سني قارشيلامق ايسته ديگني سويلر و اذن ايستر. أويله  ده  اولور. صالحه  بويوديگنده  والده  سلطانڭ اوغلي ٢نجی مصطفي ايله  اولنديريلير و صالحه  سلطان اولور. صالحه ، سلطان اولدقدن صوڭره  ده  چوجقلغني كچيرديگي محله يي و ياشادقلريني اونوتماز و او كوچك چشمه نڭ يرينه  داها بيوك داها كوزل چشمه  ياپديريلمه سني ايستر. اونڭ بو ايستگنى، اوغلي ١نجی محمود كرچكلشديرير. بو كوزل حكايه يي سبيلڭ كتابه سنده  كچن شو ايكي سطرله  بيتيره لم. “صاحب الخيرڭ دعاسن صو كبي ازبرله  ده  ايشته  صو، ايشته  سبيل؛ ايستر وضوع ايت، ايستر ايچ...” Herkesin ve her şeyin bir hikayesi vardır. Devlet-i Âli-i Osman hikayesi olan bir azamet ve ecdadımız da buna muhatap olan geçmişimizdir. Osmanlı devri hikayelerinin nicelerinden biri de Azapkapı Saliha Sultan sebil ve çeşmesidir. Çeşme, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde olup teknik olarak asimetrik bir blok olarak inşa edilmiştir. Ortada yarım daire bir sebil ve iki yanında birer çeşmeden meydana gelir. Bu çeşmeye dair hikâye, 2. Mustafa ve 3. Ahmed’in annesi Gülnuş Emetullah Valide Sultan ve Saliha adında küçük bir kız çocuğu arasında geçer. Valide Sultan bir gün Azapkapı civarından geçerken, bir çeşmenin önünde ağlayan bir kız çocuğu görür ve yanına gidip sebebini sorar. İsminin Saliha olduğunu söyleyen bu küçük kız çocuğu, testisinin kırıldığını ve eve su götüremeyeceğini, bundan dolayı ağladığını söyler. Valide Sultan kız çocuğuna para verip testi almasını söyler ama çocuk cevaben: “Ben testi için değil, eve su götüremeyeceğim için ağlıyorum” der. Çocuğun halinden etkilenen Valide Sultan, ailesinden onu saraya almak ve eğitimiyle ilgilenmek, hem -durumlarının iyi olmadığından bahisle- onların da iaşesini karşılamak istediğini söyler ve izin ister. Öyle de olur. Saliha büyüdüğünde Valide Sultanın oğlu 2. Mustafa ile evlendirilir ve Saliha Sultan olur. Saliha, Sultan olduktan sonra da çocukluğunu geçirdiği mahalleyi ve yaşadıklarını unutmaz ve o küçük çeşmenin yerine daha büyük daha güzel çeşme yaptırılmasını ister. Onun bu isteğini, oğlu 1. Mahmud gerçekleştirir. Bu güzel hikâyeyi Sebilin kitabesinde geçen şu iki satırla bitirelim. “Sâhibü’l-hayrın duasın su gibi ezberle de İşte su, işte sebil; ister vüdu et, ister iç…”

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

سليمي قاوق عثمانلي ايمپراطورلغنڭ همن هر دونمنده ، أوست دوزيده كي كيشيلرڭ كييملري، بر آڭلامده  مودل اولارق قبول ايديلمش و چوق كسين پروطوقول قوراللرينه  رغمًا چوره ده  ايتكيلي اولمشدر. أورنگڭ؛ ياوز سلطان سليمڭ قاوغي، ”سليمي“ آديله ، دونمڭ بر سيمگه سي بيچيمنى آلمشدر. آلتمش بش سانتيم بوينده ، تپه سي دوز و أوستي داها كنيش اولان بو قاوق دولت ياپيسي ايچنده  بليرلي نورملره  باغلانمشدي. صدر اعظملر ”سردار“ اولارق تعيين ايديلوب سفره  كيدركن، پادشاهه  وداع ايدركن، صدر اعظم و وزيرلر ”ديوان“  كونلرنده ، شهرده  تفتيشه  چيقيلديغنده ، بايراملرڭ أوچنجي كوني ايوب تربه سي زيارتلرنده  ’سلیمي قاوق‘ كيمشلردي. بوراده  ايلگينچ اولان، صدر اعظم و وزيرلرڭ ديواندن صوڭره  پادشاه حضورينه  چيقدقلرنده  سليميلري چيقاروب قلّاويلري كيمسيدر. وزيرلر، ديوان كونلرندن باشقه  حضوره  چيقدقلرنده  ده  سليمي كيمشلردي. أوته  ياندن، وزيرلرڭ سليمي كيدكلري هر يرده  ديگر دولت آدملري و يڭيچري اوجاغنڭ بيوك آغالري ده  عين قاوغي طاقمقده يديلر. Selimi Kavuk1 Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her döneminde, üst düzeydeki kişilerin giyimleri, bir anlamda model olarak kabul edilmiş ve çok kesin protokol kurallarına rağmen çevrede etkili olmuştur. Örneğin; Yavuz Sultan Selim’in kavuğu, “Selimî” adıyla, dönemin bir simgesi biçimini almıştır. Altmış beş santim boyunda, tepesi düz ve üstü daha geniş olan bu kavuk devlet yapısı içinde belirli normlara bağlanmıştı. Sadrazamlar “serdar” olarak tayin edilip sefere giderken, padişaha veda ederken, sadrazam ve vezirler “divan” günlerinde, şehirde teftişe çıkıldığında, bayramların üçüncü günü Eyüp Türbesi ziyaretlerinde ‘Selimî Kavuk’ giymişlerdi. Burada ilginç olan, sadrazam ve vezirlerin Divan’dan sonra padişah huzuruna çıktıklarında Selimîleri çıkarıp Kallavileri giymesidir. Vezirler, divan günlerinden başka huzura çıktıklarında da Selimî giymişlerdi. Öte yandan, vezirlerin Selimî giydikleri her yerde diğer devlet adamları ve Yeniçeri ocağının büyük ağaları da aynı kavuğu takmaktaydılar.   عثمانليده  قيافت طوماس مج. لین اسملي بر انكليز، ١٨١٨’ده  لوندره ده  ترك عسكري قيافتلري أوزرينه  يازديغي اثرينڭ أوڭ سوزنده  أوزتله  شونلري سويله مشدر: ”توركلر كوزل بر جنس خلق دييه  تعبير اولونابيلير. كنل سويه دن يوكسك بويلي اولانلر خيلي درجه ده  ظرافت صاحبيدرلر... وقارلي و روحلي سيمالري واردر. بو كوزللكلرندن بعضيلري احتمال قيافتلرينڭ شكل و طرزندن ايلري كلييوردى. تركلرڭ قيافت و البسه سي، كنلده  كينلرينه  أونم و اعتبار ويره جك و حتّی هيبتلي كوستره جك شكلده  حساب ايديلمشدر. محتشم بر صاريق زنكين و ايري قاتلري ايله  باشي صارمقده ، كنلده  قيمتلي قماشدن و انفس كوزللكده  اولان بول و صارقيق بر قفتان وجود و اندامي قاپلامقده ، كوزل بر قوشاق ايله  بل طرفي صاريلمقده ، ياتاغان، خنچر، پيشطوولر و ديگر سلاحلر قوشاغڭ آراسنه  صوقولمقده  و غايت دگرلي شام ايشي پالانڭ قماشدن صارقمقده  اولديغي كورولمكده در. كونشدن يانمش يوزينه  سياه كوزلري ظريف بر كوزللك ويرمكده در. ايري بييقلري ايسه  عين زمانده  هم سويملي هم ده  سچكين اولان بر چهره يه  سرتلك و شان ويرمكده يدي.“ Osmanlı’da Kıyafet2 Thomas Mc. Lean isimli bir İngiliz, 1818’de Londra’da Türk askeri kıyafetleri üzerine yazdığı eserinin önsözünde özetle şunları söylemiştir: “Türkler güzel bir cins halk diye tabir olunabilir. Genel seviyeden yüksek boylu olanlar hayli derecede zarafet sahibidirler... Vakarlı ve ruhlu simaları vardır. Bu güzelliklerinden bazıları ihtimal kıyafetlerinin şekil ve tarzından ileri geliyordu. Türklerin kıyafet ve elbisesi, genelde giyenlerine önem ve itibar verecek ve hatta heybetli gösterecek şekilde hesap edilmiştir. Muhteşem bir sarık zengin ve iri katları ile başı sarmakta, genelde kıymetli kumaştan ve enfes güzellikte olan bol ve sarkık bir kaftan vücut ve endamı kaplamakta, güzel bir kuşak ile bel tarafı sarılmakta, yatağan, hançer, piştovlar ve diğer silahlar kuşağın arasına sokulmakta ve gayet değerli Şam işi palanın kumaştan sarkmakta olduğu görülmektedir. Güneşten yanmış yüzüne siyah gözleri zarif bir güzellik vermektedir. İri bıyıkları ise aynı zamanda hem sevimli hem de seçkin olan bir çehreye sertlik ve şan vermekteydi.” بله  شال/ قوشاق صارمه  كنل اولارق ايران و هندستان قايناقلي اولان شال، عثمانلي دونمنده  چوق اوزون بر سوره  بوينجه  آتقي، قوشاق و صاريق اولارق يايغينلقله  قوللانيلمشدي. كشمير، لاخور، عجم، هند، خراسان، طرابلس شام شالي اولارق، طوقوندقلري يوره لرڭ كيملگنى طاشييان بو قماشلر، دسنلرينه  كوره  ده  برچوق دگيشيك اسم آلمشدر. بونلر آراسنده  اڭ اينجه  اولاني لاخور شاللريدر. شال ”بوي خرقه لري“ اولارق ده  قوللانيلمشدر. طوغال بويا قوللانيلارق رنكلنديريلن ايپلكلرله  طوقونان شاللردن قالين اولانلري البسه  و أورتو ياپيمنده  قوللانيلمقده يدي. كورونده  طوقونان دوز شاللر البسه  ياپيمنده  يايغينلقله  قوللانيلمشدر. آيريجه  شال باغلامه نڭ چشيدلي كولتورل يوڭلري و آڭلاملري ده  بولونمقده يدي. چوق يايغين بر كله نك اولارق كلينلرڭ بللرينه  بابالري، اگر يوقسه  اركك قرداشلري ويا اڭ ياقين اقرباسي طرفندن شال باغلانمقده يدي. بونڭ ياڭي صيره ، شالڭ تابوت أورتوسي اولارق بيله  قوللانيلديغي بيلينمكده در. شال عثمانلي دونمنده  هر يوره ده  يوز ييللر بوينجه  بيوك بر يايغينلقله  قوللانيلمشدر. اما  ١٨نجی يوز ييل صوڭلري ايله  ١٩نجی يوز ييل باشلرنده ، استانبولده  بله  و باشه  برر شال صارمق بر موده  بيچيمي اولمشدر. اصلنه  باقيليرسه  بو دونم، يڭيچري سيستمنڭ صوڭ كونلريدر. أوزللكله  كنجلر بو موده يي أويله سنه  بنمسه مشلرديكه ، اڭ يوقسولي بيله ، اڭ بيوك فداكارلقله  بللرينه  و باشلرينه  صاراجق شال صاتون آلييورلردي. Bele Şal / Kuşak Sarma Genel olarak İran ve Hindistan kaynaklı olan şal, Osmanlı döneminde çok uzun bir süre boyunca atkı, kuşak ve sarık olarak yaygınlıkla kullanılmıştı. Keşmir, Lahor, Acem, Hind, Horasan, Trablusşam şalı olarak, dokundukları yörelerin kimliğini taşıyan bu kumaşlar, desenlerine göre de birçok değişik isim almıştır. Bunlar arasında en ince olanı Lahor şallarıdır. Şal “boy hırkaları” olarak da kullanılmıştır. Doğal boya kullanılarak renklendirilen ipliklerle dokunan şallardan kalın olanları elbise ve örtü yapımında kullanılmaktaydı. Gürün’de dokunan düz şallar elbise yapımında yaygınlıkla kullanılmıştır. Ayrıca şal bağlamanın çeşitli kültürel yönleri ve anlamları da bulunmaktaydı. Çok yaygın bir gelenek olarak gelinlerin bellerine babaları, eğer yoksa erkek kardeşleri veya en yakın akrabası tarafından şal bağlanmaktaydı. Bunun yanı sıra, şalın tabut örtüsü olarak bile kullanıldığı bilinmektedir. Şal Osmanlı döneminde her yörede yüzyıllar boyunca büyük bir yaygınlıkla kullanılmıştır. Ama 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarında, İstanbul’da bele ve başa birer şal sarmak bir moda biçimi olmuştur. Aslına bakılırsa bu dönem, Yeniçeri sisteminin son günleridir. Özellikle gençler bu modayı öylesine benimsemişlerdi ki, en yoksulu bile, en büyük fedakârlıkla bellerine ve başlarına saracak şal satın alıyorlardı. يڭيچري كچه  كلاهي روايته  كوره  اورخان غازي، يڭيچري يي تشكيل ايتدكدن صوڭره  بونلردن برقاچنى برابر آلارق، او زمانلر آماسيه طرفلرنده  زهد و تقوا ايله  مشهور حاجي بكتاش ولينڭ صوليجه  قراهويگي نام محلده كي اقامتگاهنه  كيدرك، بتون عسكرلر حقّنده  خير دعالريني التماس ايله مش. شيخ حضرتلري ده  النڭ برينى نفرلردن برينڭ باشنه  قويارق: ”بونلرڭ اسمي يڭيچري اولسون. جناب حق يوزلرينى آق، بازولريني قوتلي، قيليچلريني كسكين، اوقلريني مهلك، كنديلريني دائما غالب بويورسون، دييه  دعا ايتمشدر. يڭيچريلر، عزيز مشار اليهي حامي عد ايتمشلر و بو سببله  بكتاشيان نامنى آلدقلري كبي، آغالرينه  دخي ”آغاي  بكتاشيان“ ديمشلردر. يڭيچري كلاهلري دخي يايا كلاهلري كبي ايكن، حضرت بكتاش ولي النى نفرڭ باشنه  قويديغي زمان جبّه سنڭ قولي صارقديغندن بوڭا اشارت اولمق أوزره  كلاهلرڭ آرقه لرينه  مستطيل (ديك درتگن) شكلنده  بر پارچه  كچه  كلاه داها علاوه  اولونمشدر. Yeniçeri Keçe Külahı Rivayete göre Orhan Gazi, yeniçeriyi teşkil ettikten sonra bunlardan birkaçını beraber alarak, o zamanlar Amasya taraflarında zühd ve takva ile meşhur Hacı Bektaş Veli’nin Suluca Karahöyüğü nam mahaldeki ikametgahına giderek, bütün askerler hakkında hayır dualarını iltimas eylemiş. Şeyh Hazretleri de elinin birini neferlerden birinin başına koyarak: “Bunların ismi Yeniçeri olsun. Cenab-ı Hak yüzlerini ak, bazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını mühlik, kendilerini daima galib buyursun, diye dua etmiştir. Yeniçeriler, aziz müşarun ileyhi hami addetmişler ve bu sebeple Bektaşiyan namını aldıkları gibi, ağalarına dahi “Ağa-yı Bektaşiyan” demişlerdir. Yeniçeri külahları dahi yaya külahları gibi iken, Hazret-i Bektaş Veli elini neferin başına koyduğu zaman cübbesinin kolu sarktığından buna işaret olmak üzere külahların arkalarına müstatîl (dikdörtgen) şeklinde bir parça keçe külah daha ilave olunmuştur. 1- (Dilek YILMAZ, Osmanlı Dönemi 19. Yüzyıl Modası ve Değişimi, İstanbul – 2011)(Osmanlıca Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi I. Cilt, Sayfa: 21)2- (Muharrem Feyzi, 18. Asırda Türk Askeri Kıyafetleri, İstanbul 1933, s.13-14)

Murat DARICIK 01 Ocak
Konu resmiİki El Bir Baş İçindir
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTerakkinin Zenbereği
Baş Muharrir

ترقّينڭ زنبرگي مكتوبات مجموعه سنده  شويله  بر جمله  كچر و بر تثبيت صونار بزه : ”نه  وقت اهل اسلام دينه  جدّي صاحب اولمشلر ايسه ، او زمانه  نسبتًا يوكسك ترقّي ايتمشلر. بوڭا شاهد، آوروپه نڭ اڭ بيوك استادي اندلس دولت اسلاميه سيدر. هم نه  وقت جماعت اسلاميه  دينه  قارشي لاقيد وضعيتي آلمشلر، پريشان وضعيته  دوشرك تدنّي ايتمشلر.“ (مكتوبات، ١٥٢) بونلرڭ يازيلديغي دونمده  ترقّي مسئله سنده  جدّي طارتيشمه لر ده  آلوب كيتمشدر باشني. (دونمڭ غزته  و دركيلرينه  باقيلابيلير. ) ترقّي أورنگي اولارق باتي كوستريلمش و بعضیلري طرفندن ترقّي ايتمه نڭ شرطي اولارق ده  باتي يي تقليد ايتمك فكري قونولمشدر اورته يه . حتّی ”اونلر طوپ تفنك ديديلر ايلرله ديلر، بز اللّٰه اللّٰه ديدك كري قالدق“ جمله لري قورولمشدر. حالبوكه  ١٨٣٩’ده  عبدالمجيد خان طرفندن كلخانه ده  اوقونان تنظيمات فرمانڭ باشنده ، يوقاريده كي جمله لرله  أوزده  بره بر أورتوشن ( كونمز تركجه سيله ) شو جمله لر و تثبيتلر ير آلمقده در: ”هركسه  معلوم اولديغي أوزره ، دولت عاليه مزڭ قورولوشندن بري، يوجه  قرآنڭ حكملرينه  و شرعي قانونلره  كماليله  اويولديغندن، اولو سلطنتمزڭ قوت و قدرتي و بتون خلقنڭ رفاه و كليشمشلگي ايستنيلن درجه يه  اولاشمشكن، يوز اللي سنه  واردركه ، آرت آرده  كلن صيقينتيلر و چوق چشيتلي سببلره  طايالي اولارق، نه  شرع شريفه  و نه  يارارلي قانونلره  باغلي قالينمديغي و اويغون حركت ايديلمديگي ايچون، أوّلكي قوت و كليشمشلك بالعكس ضعيفلق و فقيرلگه  دونوشمشدر. حالبوكه  شرعي قانونلر آلتنده  اداره  اولونمايان مملكتلرڭ پايدار (صاغلام، سوركلي) اولاماياجغي آچيقدر.“ شو جمله لر اميد و تماملاييجيلق آچيسندن أونملي و يترلي اولاجقدر: ”يوز بو قدر سنه  كري قالديغمز مسافۀ ترقّيدن، ان شاء اللّٰه معجزۀ پيغمبري (ع ص م) ايله ، شمندوفرِ قانونِ شرعيۀِ اساسيه يه  عملاً و براقِ مشورتِ شرعيه يه  فكرًا بينه جگز. بو وحشت انكيز صحراي كبيري زمان قصيرده  تكمّل مبادي جهتيله  طيّ ايتمكله  برابر، ملل متمدّنه  ايله  اوموز اوموزه  مسابقه  ايده جگز. زيرا اونلر كاه أوكوز آرابه سنه  بيڭمشلر، يوله  كيتمشلر. بز بردنبره  شمندوفر و بالون كبي مبادي يه  بينه جگز، كچه جگز. بلكه  جامعِ اخلاقِ حسنه  اولان حقيقت اسلاميه نڭ و استعداد فطرينڭ و فيض ايمانڭ و شدّت جوعڭ هضمه  ويرديگي تسهيل يارديميله  فرسخ فرسخ كچه جگز.“ ان شاء اللّٰه! Mektubat Mecmuasında şöyle bir cümle geçer ve bir tespit sunar bize: “Ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlar ise, o zamana nispeten yüksek terakki etmişler. Buna şâhid, Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs Devlet-i İslâmiyesidir. Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayd vaziyeti almışlar, perişan vaziyete düşerek tedenni etmişler.” (Mektubat, 152) Bunların yazıldığı dönemde terakki meselesinde ciddi tartışmalar da alıp gitmiştir başını. (Dönemin gazete ve dergilerine bakılabilir.) Terakki örneği olarak Batı gösterilmiş ve bazıları tarafından terakki etmenin şartı olarak da Batıyı taklit etmek fikri konulmuştur ortaya. Hatta “Onlar top tüfek dediler ilerlediler, biz Allah Allah dedik geri kaldık” cümleleri kurulmuştur. Halbuki 1839’da Abdülmecid Han tarafından Gülhane’de okunan Tanzimat fermanın başında, yukarıdaki cümlelerle özde birebir örtüşen (günümüz Türkçesiyle) şu cümleler ve tespitler yer almaktadır: “Herkese malum olduğu üzere, Devlet-i Aliyemizin kuruluşundan beri, yüce Kuran'ın hükümlerine ve şer’i kanunlara kemaliyle uyulduğundan, ulu saltanatımızın kuvvet ve kudreti ve bütün halkının refah ve gelişmişliği istenilen dereceye ulaşmışken, yüz elli sene vardır ki, art arda gelen sıkıntılar ve çok çeşitli sebeplere dayalı olarak, ne şer’-i şerife ve ne yararlı kanunlara bağlı kalınmadığı ve uygun hareket edilmediği için, evvelki kuvvet ve gelişmişlik bilakis zayıflık ve fakirliğe dönüşmüştür. Halbuki şer’i kanunlar altında idare olunmayan memleketlerin payidar (sağlam, sürekli) olamayacağı açıktır.” Fermanın başında okunan ve metne konulan Mülk Suresinin ilk ayeti de hakikati ilan bakımından manidardır. “(Bütün) mülk (ve hâkimiyet) elinde (tasarrufunda) olan (Allah) ne yücedir! Ve O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” Şu cümleler ümit ve tamamlayıcılık açısından önemli ve yeterli olacaktır: “Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden, inşallah mucize-i Peygamberî (asm) ile, şimendifer-i kanun-u şer‘iye-i esâsiyeye amelen ve burâk-ı meşveret-i şer‘iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engîz sahrâ-yı kebîri zaman-ı kasîrde tekemmül-ü mebâdî cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebâdîye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İslâmiyenin ve isti‘dâd-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i cû‘un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz.” İnşallah!

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

سوكيلي آرقداشلر، ديلڭ ياپي طاشي اولان كلمه لرڭ دگيشيم و دونوشومني اينجه له ين، كوكنلريني آراشديران بيليم دالنه  “اتيمولوژي” دييورز. بو بيليم بر ياندن ديلڭ ديگر ديللرله  اولان ياقينلغنى اينجه لر. او ديلي قونوشان طوپليلقلرڭ كچمشدن بوكونه  ديگر طوپليلقلرله  اولان كولتورل ايليشكيلريني قونو آلان چاليشمه لر ياپار. بر باشقه  يوڭدن ده  اتيمولوژي بر كلمه نڭ كليشمه  سورجنى ايلك اورته يه  چيقيشندن اعتبارًا ايزله يه رك، او كلمه نڭ نه  شكلده  ياييلديغني تثبيت ايدر و آناليزلرده  بولونور. اتيمولوژينڭ عربجه  اسمي ايسه  “اشتقاق” علميدر. بو اوزمانلره  “اتيمولوغ”، ويا “كوكن بيليمجي” ويا “اشتقاقجي” دينمكده در. بو صاييمزده  ده  يڭي كلمه لريمزڭ كوكنلرينه  بر يولجيلق ياپاجغز. ايلك كلمه مز اولان “قارنه ” ايله  يولجيلغمزه  باشلييورز. Sevgili arkadaşlar, dilin yapı taşı olan kelimelerin değişim ve dönüşümünü inceleyen, kökenlerini araştıran bilim dalına “Etimoloji” diyoruz. Bu bilim bir yandan dilin diğer dillerle olan yakınlığını inceler. O dili konuşan toplulukların geçmişten bugüne diğer topluluklarla olan kültürel ilişkilerini konu alan çalışmalar yapar. Bir başka yönden de etimoloji bir kelimenin gelişme sürecini ilk ortaya çıkışından itibaren izleyerek, o kelimenin ne şekilde yayıldığını tespit eder ve analizlerde bulunur. Etimolojinin Arapça ismi ise “iştikak” ilmidir. Bu uzmanlara “etimolog”, veya “köken bilimci” veya “iştikakçı” denmektedir. Bu sayımızda da yeni kelimelerimizin kökenlerine bir yolculuk yapacağız. İlk kelimemiz olan “karne” ile yolculuğumuza başlıyoruz. KARNE: Genel olarak haziran ayında tüm öğrencilerin gündeminde olan bir kelimedir karne. Sevincin, üzüntünün sembolü olan bu kelime dilimize Fransızcadan geçmiştir. Fransızca “defter” anlamındaki “carnet” sözcüğünden köken almaktadır. Kelime asıl köken olarak ise Latince “dörtlü, dörder” manasına gelen özelde ise “bir yaprak kâğıdın ikiye katlanmasıyla oluşturulan dört yüzlü defter” anlamındaki “quaterni” sözcüğünden değişerek “karnet” şeklini almıştır. Ayrıca dilimizde genelde “resmi defter, belge” anlamında kullanılan lakin bu kullanım şekilleri unutulan bazı değişik karne örnekleri de vardır. Mesela para ile alınan ve gerektiğinde zımbalı yaprakları koparılarak kullanılan bilet defterine “Vapur karnesi” denirdi. Yine Tek parti döneminde halka devlet tarafından verilen “Ekmek karnesi” vardı. Sonraki yıllarda ülkemizdeki “Sağlık karnesi”ni hatırlayabiliriz. NAL: Arapça kökenli olan bu kelimenin aslı ayın harfi ile yazılan “na‘l”dir. At, eşek gibi binek ve yük hayvanlarının tırnaklarının aşınmasını önlemek için ayaklarına çakılan demir parçasına bu isim verilir. Bu kelime dilimizde pek çok deyimle hala yaşamaktadır. Osmanlıda dediğinden vazgeçmeyen inatla direnen insanlar hakkında “Nal diyor, mıh demiyor” deyimi kullanılırdı. Yarışta sonlarda olanlara “Nal toplamak” deyimini hala söyleriz. Tasavvufta ise “Nalla mıh arasında” diye insanın duygu durumunu harika bir şekilde ifade eden bir benzetme vardır. Zira sûfiler, müridin gönlünün daralmasını, iç sıkıntısını, yaşadığı kabz hâlini “Nalla mıh arasındayım”, “nalla mıh arasında kalmıştım” diye anlatırlar. Keza “Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır. Bir at bir savaş kurtarır” atasözümüz ise “nal” kelimesinin geçtiği en güzel yerlerden biridir. Gerçekten şu hayatta küçük görünen şeylerin bazen çok büyük önemi olabilir. Öyle olur ki, küçük görünen işler büyük sonuçlar doğurabilir. Bir mıh (çivi) eksikliğinden bir nal düşer, bir nal eksikliğinden bir at koşamaz olur; bir atın koşamaması, bir habercinin komutana haberin ulaşmamasına sebep olabilir. Neticede bir haberin ulaşmamasıyla da bir harb kaybedilebilir. Böylece bir çivi yüzünden bir ordu yenilgiye uğramış olur. KAMERA: Latince “karanlık oda” anlamındaki “camera obscura” ifadesinden alıntıdır. Fotoğrafın ilk bulunduğu 1860’lı yıllarda “bir delik ve mercek yardımıyla nesnelerin görüntüsünü yansıtan cihaz” anlamında kullanılmıştır. Zamanla sadece “oda” anlamındaki “camera” sözcüğü dile oturmuştur. İngilizcede kamera ile filim çeken kimselere de “kameraman” ismi aynı kökten türetilererek verilmiştir. FOTOGRAF: Bu kelime dilimize batı dillerinden geçen bir kelimedir. Fransızca “photographe” “görüntü kaydetme cihazı ve işlemi” manasına gelip “ışıkla resim çizmek” anlamında kullanılmıştır. Kelime Latince “ışık” anlamına gelen “foto” kelimesi ile “resim, yazı, şekil çizmek, kaydetmek” manasına gelen “grafi” kelimesinin bileşiminden meydana gelmiştir. KAMARA: Bu kelime dilimize İngilizceden geçmiştir. Gemilerde yolcu ve görevlilere ayrılmış bölme, gemi odasına “kamara” denir. Yine İngiltere’de “Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası” gibi iki bölümü bulunan millet meclisi, İngiliz parlamentosunun iki bölümünden her biri de aynı kökten gelen bu kelime ile ifade edilir. KAPUSKA: Kelime dilimize Rusçadan geçmiştir. Rusçada kapuska “lahana” anlamına gelmektedir. Dilimizde ise “etli, kıymalı lahana” yemeğine bu isim verilmektedir. FLAŞ: Bu kelime de Türkçeye İngilizceden geçmiştir. “Ani parlama, kuvvetli ışık” anlamına gelmektedir. Kelime daha genel olarak “fotoğraf ışığı” manasında kullanılmıştır. Günümüzde ise fotoğraf çekerken ışığın yetmediği yerlerde kullanılan ve şimşek gibi ani ve kuvvetli ışık veren lambalara bu isim verilmektedir. Yine bu konuda dilimize has olan bütün haberlerden önce duyurulacak değerde “medyayı alakadar edecek önemdeki haber” anlamındaki “flaş haber” ifadesini hatırlamak lazım.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiDin Mâni-i Terakki Değildir*
Okuma Metinleri

Bugün maatteessüf görülüyor ki değil hariçten, hatta içimizden bazı cahil kimseler dini ve fenni ayırarak fennin dine, dinin fenne hiçbir rabıta ve alakası olmadığını iddia ediyorlar. Bu kadarla da iktifa etmeyerek dinin terakkiye mâni olduğunu söylüyorlar. O gibi efkâr-ı batıla ashabı emin olsunlar ki bugün din olmasa görülen bu kadar asar-ı medeniyet meydana gelmez, hükumetler teşekkül etmez, bunun neticesi olarak bu mücessem letafet-i Osmani memleketi, bu mücessem şecaat-i Osmani milleti de mevcud olamazdı. Bir zamanlar hududumuzu Kafkas dağlarından Viyana surlarına kadar tevsi eden eslafımızı, o büyük atalarımız hiç şüphesiz bu muvaffakıyetlere, bu muhteşem muzafferiyetlere salabet-i diniye, metanet-i ahlakiye sayesinde vasıl olabilmişlerdir. Evet, Allah aşkı, vatan muhabbeti olmasa idi acaba muvaffak olabilecekler miydi; hiç şüphesiz hayır. Bu hakikati Avrupalılar bile teslim ediyorlar. Ehl-i salip muharebelerinin sebeb-i zuhuru, İslamiyet’i mahvetmekten başka bir şey miydi? Kendilerinin selametlerini, istikballerini İslamiyet’in, bu muazzam devletin inkırazında görüyorlar. Fas mahvoldu, İran inkıraza mahkûm oldu; sıra bize, evet Osmanlılara, daha doğrusu İslamlara geldi. Çünkü bizden başka bir İslam hükumeti kalmadı. Onların nokta-i nazarınca biz mevte mahkumuz; çünkü cahiliz; çünkü taassubumuz var; çünkü cereyan-ı umumiye tabi olmuyoruz. Bunun için mevte mahkumuz. Acaba cidden böyle miyiz, yoksa böyle mi anlaşılmışız? Bir nokta-i nazardan onları mazur görmeliyiz. Zira maatteessüf İslam namını taşıyan bazı şahıslar görülüyor ki Avrupalıları kat ender kat geçerek İslamiyet aleyhine hücum ediyorlar. İslamiyet’in pa-bend-i terakki (terakkiye mâni) olduğunu iddia edecek kadar kûteh-binlikte (kısa görüşlülükte) bulunuyorlar. Bu gibi eşhasa sorarız ki fennin hangi noktasının dine, dinin hangi noktasının fenne mugayir olduğunu görüyorlar. Bu suale cevap veremezler: Çünkü din ile fenni beraber mütalaa etmemişlerdir. Yalnız öteden beriden kaba saba bildikleri malumatla iktifa ederek ötekinin berikinin mukallitleri olmuşlar ve intisaplarıyla mübahi olmaları iktiza eden din-i mübin-i İslam hakkında biraz olsun tetkikatta bulunmak zahmetini ihtiyar etmemişlerdir. Evet, bu gibi eşhasın din-i celil-i İslam hakkında malumatları pek mücmel, hatta yok denecek bir derecededir. Eğer Protestan, Katolik ve edyan-ı saireyi mütalaa ettikleri kadar din-i İslam’ı da tetkik edeydiler bu gibi iddialarda bulunmaya cüret edemezlerdi. O zaman anlarlar idi ki İslamiyet’in yegâne müracaatgâh-ı şer’isi olan Kur’an-ı Kerim, o kitab-ı mübin-i fennin henüz keşfettiği ve etmekte olduğu nice hakaik ve serairi on dört asır evvel bize ihbar buyuruyor; fakat bizde onları anlayacak, o ihbarat-ı ulviyeden istinbat-ı ahkam edecek kabiliyet olmadığı için istihracatta bulunamıyoruz. Bulunamıyoruz da o kitab-ı azimüşşanın ulviyetinden şüphe ediyoruz. Hayatın mebdei su olduğu hakkındaki nazariye alem-i fenne atılalı daha ne kadar ur’an-ı Kerim, o Kitab-ı Mübin bize [و جعلنا من الماء كل شيء حى]   ayet-i kerimesiyle on dört asır evvel ihbar buyuruyor. Evet, biz de tasdik ediyoruz ki dinimize bazı hurafat karışmıştır. Bazı şeylere tesadüf olunuyor ki fen onları kabul etmez. Fennin kabul etmediği şeyi de din kabul etmez. O gibi hurafatın menşei taharri edilsin, görülür ki menşei ne ayet-i kerime ne ehadis-i şerifedir. Belki dini mübin-i İslam’ın kadrini tenzil etmek için bazı bedhahan tarafından an kasd ehadsi-i şerifedendir diyerek nakl olunmuş ehadsi-i mevzuadır. Bugün fennin iki kere iki dört edercesine kabul ettiği hakikatlerin içinde hiçbir nokta ve mesele gösterilemez ki dinimizde o hükmü carih bir kayda tesadüf edilsin. Bil-farz bugün (melaike-i kiramın mevcudiyetine iman) İslamiyet’in başlıca esaslarındandır. İşte o kabil bazı eşhas, melâike-i kiramın mevcudiyetini bile inkâr ederek fennin kabul edemeyeceğini söylerler. Kendilerine niçin kabul etmediklerini sorarsanız teleskoplarla, mikroskopla görülemediği cevabını alırsınız. Acaba mikroskoplar keşfedilmeden evvel bir şahıs kalkıp da “muhtelifü’t-tabia birçok … vardır. Bunlar emraz-ı müdhişenin başlıca amilleridir” diyeydi, inanırlar mıydı? Ya “Evet” ya “Hayır”. İnanırlardı ise niçin şimdi melâike-i kiramın mevcudiyetine inanmıyorlar, suali var olur. Bittab buna verecekleri cevap na-savab görmüyoruzdan ibarettir. Demek ki her görülmeyen şeyin mevcut olmaması iktiza etmezmiş. Belki bizim havassımızdaki noksanı o şeylerin rüyet olunmasına mâni oluyor. İşte maddi bir misal arz ettik. Her rüyet olunamayan şeyin mevcut olmaması iktiza etmeyeceğini ispat ettik. Eğer kendileri bu kadarla iktifa etmezler ise yine sorarız: Bugün feza-yı na-mütehaniyi imla eden ve bütün zerrat arasında mevcut olan mesamatı işgal eden (esir) nam seyyale-i latifin mevcudiyetini nasıl ispat ederler? Şüphesiz eserden müessire intikal tarikiyle. Demek izi görmeden havass-ı hamsemizle hissetmeden mevcudiyetine inanıyoruz ve inanıyorlar da melaike-i kiramın mevcudiyetine gerek kavlen gerek aklen ispat olunduğu halde niçin inanmıyorlar? Bugün itikadadat-ı diniye ilm-i kelamda pek güzel ispat olunuyor. Zahmet buyurup da ilm-i kelamı bir kere olsun mütalaa etseler veya bir bilene sorsalar kendilerinin efkâr-ı batılalarına karşı nasıl cevap verildiğini anlarlar. *(Şair Ziya Paşa Hafidi Halil Fahreddin / Sebilürreşad, 11 Şaban 1330, s. 406)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiOsman Gazi’nin Mebadi-i Siyaseti ve Evlad ve Ahlafına Vasiyeti*
Okuma Metinleri

Malumdur ki her ehl-i devlet cedd-i ekberinin vasiyetini muhafaza ede gider. Nasıl ki efrad aba ve ecdad vesayasını hıfz eyler, hala Rusya devleti büyük Petro vasiyetiyle amildir ve Fransa da âl-i Napolyon Bonapart vesayasını hamidir. Elbette ebu’d-devle Osman Gazi’nin dahi ahlafına bir takım vasiyeti var idi. Acaba ne idi bunu beyandan evvel, devlet-i Osmaniye’nin ve daha doğrusu devlet-i İslamiye’nin esas-ı teşekkülünü tefhim için Osman Gazi’nin tedbir-i mülk ve siyasete dair itikad ettiği mebadiyi kaydedelim. Mebadi-i tedbir ve siyaseti üç idi: 1. Hukuk-ı tabiiye 2. Kur’an ve sünnet 3. Ahkam-ı mevzua-i hükümdaran Cihannüma sahife 679 yazar ki “… evvel vakitlerde Germiyan vilayetinde bir kişi Osman Gazi’ye gelip rica eyledi ki “Bu pazarın bacını bana satın”. Osman Gazi eytti “Bu pazara gelenlerde öz malın mı vardır ki bunlardan alasın (hukuk-ı tabiiye) yahut Tanrı Teala buyurdu mu ve peygamberin kavli midir (Kur’an ve Sünnet) yahut her iklim padişahlarının mutad ve kanunları mıdır (ahkam-ı mevzua-i hükmdaran)” ila ahire. Vasiyet-i Osman Han Vasiyet-i Ula İstikamet ve istişare cemi-i vekâi’-i dini ve dünyevi ve bilcümle metalib-i suri ve manevide teda-yı ef’al ve ahval edip (فاستقم كما امرت) caddesinden udul ve inhiraf ve âmme-i ahkam-ı evamir ve nevahide medlul-i hükm-i İlahi ve sünnet-i seniyye-i risalet-penahiden ser-i mû tahallüf ve insiraf olunmaya. e her mübhem ve meçhul ve cümle-i fermude-i Huda ve Resulde (فاسئلوا اهل الذكر ان كنتم لا تعلمون) mazmun-ı hidayet-makrunu üzere rehnüma-i pişvayan-ı din ve feteva-yı eimme-i güzin ve akval-i ulema-yı rasihin ile amel ve istişare takaddüme-i kaffe-i emel oluna. Vasiyet-i Saniye Umuma hürmet ve imtiyaz-ı fazilet-i milliyet. Cümle mahkumin ve huddam ve amme-i havas ve avam haklarında hasbe’r-rütbe ve’l-makam tertib-i ihsan ve efdâl ve tamim-i in’am ve neval edip be-tahsis-i havass-ı ehl-i İslam mezid-i iclal ve i’zamla haiz-i nimet ve ihtiram olalar. Vasiyet-i Salise Et-ta’zim li-emrillah. Ve’ş-şefkat ala halkıllah. Ve’l-cihad fi sebilillah. Haliyâ benden sonra sen ba-inayet-i Yezdani mütehammil-i hilafet-i Rahmani ve mütekallid-i kılade-i cihan-bani olacağın derkar olmağla şart-ı emaneti kema yenbaği icra ve levazım ve erkanından olan Et-ta’zim li-emrillah, ve’ş-şefkat ala halkıllah düsturunu vacibe-i zimemt-i himmet ve itina edip her gah cahidu fi sebilillah meydanında eşheb-ran- ced ve ihtimam ve i’la-yı kelimetullah mecalinde inan-riz … ve’l-akdam olasın. Bu mebadi-i siyasiye-i Osmaniyeyi ve şu vesaya-yı hakaniyi kemal-i fehm ve basiretle mütalaa ve muhafaza eylemesini haliya Sultan Abdülaziz Hazretine arza mübaderet eyleriz. *(Ulum Gazetesi, Aded 20 s. 1234)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTerakki, Mevani-i Terakki*
Okuma Metinleri

-bir eser-i siyasiden muktebes ve mütercemdir- Hareket; bütün mevadd ve suver-i kâinatta cari bir kanun-ı tabii, bir kuvve-i amiledir ki iki suretle cilve-gerdir. Biri: saha-i şuhud ve tekamüle müteveccihen hareket etmek. Diğeri: Adem-i ibada, inhilal ve inkılaba doğru yuvarlanıp gitmek. Terakki, tekamüle doğru vuku bulan hareket-i hayatiye-i saidane, mukabili ise fena ve istihaleye müncer olan cereyan-ı habıtanedir. Mükevvenatın hatta keyfiyat ve terkibatında bile cari şu iki hareket-i mütekabileyi (يخرج الحى من الميت و يخرج الميت من الحى)[1] nam-ı celili ile (ماتم امر الاوبد انقصه)[2] hadis-i hikmet karini pek güzel şerh ve tefsir ettiği gibi “Tarih, tekerrür-i vukuattan ibarettir, hayat ve mevt, haktır bir emr-i tabiidir” sözleri de anlatıyor. Ancak mahlukatta cari olan bu hareket, yalnız ilanihaye şuhud ve tekamüle yahut hübut ve inhitata doğru seyr ve teveccühü istilzam etmez. Belki mizanü’l-harare gibi her saatte bir başka hal ve suret irae ettiğinden terakki veya inhitata hükmetmek huşunda cihet-i galibeyi nazar-ı itibara almak lazımedendir. Mesela bir milletin ekser efradındaki hareket-i müterakkıyane asarı meşhud olursa o milletin hayatına, aks-i keyfiyet görülürse mevtine hükmederiz. Çünkü millet dediğimiz kitle-i beşeriyet; ya nesep, ya vatan, ya lisan yahut din cihet-i camiasıyla yekdiğerine bağlanmış efrad-ı insaniyenin mecmuudur ki herhangi bir ferdinde eser-i terakki veya inhitat mütecelli olsa, o eser-i tabiiyetiyle mecmu efrada da tedricen sirayet eder. Nasıl ki koca bir sefinenin kenarında ahz-ı mevki eden küçük bir sivrisinek bile her ne kadar zahiren meşairle gayr-i müdrik olsa da hakikatte tevakkuf ettiği noktaya şahsıyla mütenasip bir sıklet ve meyelan verir. Heyet-i beşeriyenin mukteza-yı fıtrat olarak peyinde koştuğu terakkiyat-ı hayatiye, evvela: devam-ı sıhhat ve istifa-yı telezzüzata mazhar olmak üzere cismen; saniyen: aile ve gayret teşkil ederek içtimaen; salisen: ilim ve serveti çoğaltarak kuvvetten; rabian: bir hayli hasal ve mefahir kazanarak melekat itibariyle terakki ve tekâmül etmek keyfiyetlerinden ibarettir. Sonra ruha müteallik olmak üzere bir nevi diğer terakki daha vardır ki o da insanın bu hayat-ı faniyeden ötede diğer bir hayat-ı sermediyenin mevcudiyetini mülhem bulunan bir nefes-i tayyibeyi hamil olarak silm-i rahmet ve hasenat üzere o cay-ı muazzeze teali eylemesidir. Bütün erbab-ı din, ba’s ve iadenin hukukuna yahut tenasühe mutekittirler. Fakat materyalistler, tabiatı müessir-i hakiki tanıyanlar yalnız bir yad-ı cemil veya kabiha mazhariyeti nazar-ı itibara almak suretiyle hayat-ı tarihiyeyi ihtimam ederler. İnsan herhangi nevi olursa olsun terakkiiyatın peyinde sa’y etmekten bir an için bile vazgeçmez. Meğerki salib-i irade bir mâni-i galip piş-i azm ve harekâtına hail ola. Böyle bir mâni ise bazı müteahhirinin acz-i tabii dedikleri kadar mahtum yahut istibdad-ı meş’umdur. Şu kadar ki kader bazen seyir ve terakki ile müsademe etse de alelekser terakki-perverane bir surette cilve-ger olur. Lakin istibdat; terakkiyi ithalata, takaddümü teaahura, nemayı fenaya taklib eder. Ekser tabayi’-i insaniyede tesirat-ı meş’umesini gösterir, levazım-ı insaniye ve hürriyet-i şahsiyeyi unutturur. Terakkiye bir cay-ı rıf’ate isal edilecek olsa ondan iba ettiği gibi bayağı teellümat bile gösterir. İnsanın şuun-ı hayatiyedeki hareket-i terakki ve inhitatı; indifa ve inkıbaz ile mütehassıl olan hareket-i devriye ile de tavsif ve tavzif olunabilir. Zavallı insan! İbtida-i neşetinde hareket ve idrak nokta-i nazarından bütün hayvanattan daha aciz olduğu halde dünyaya gelir. Sonra, güzergâh-ı hayatında rast geldiği “regaib-i nefsiye ve akliye”yi meyl ve istidad-ı tabiisi nispetinde iktibas ve temessül etmeye başlar. Derken piş-gah-ı tekamülüne birçok “tabii maniler, müzahameler” çıkar. Meyus ve müteessir olur. Terakki ve tekamüle bedel inhitata yüz tutar. İşte insanın hayır ve şerre münavebeten mazhariyetinin sırrı! Kezalik Kur’an-ı Kerim’de mütlüv bulunduğu (tilavet edildiği, okunduğu) üzere insanın hayır ve şerre iptilasının, eserde varid olduğu üzere “hayır, zeyl-i şerre; şer, zeyl-i hayra merbuttur” kelamının hikmet-i mündemicesi! Hatta hukemanın “Nimet, nikmete göredir, himem nispetinde azaim hasıl olur, saadet ile şekavet arasında harb-i mütevali vardır. Âkıl uğradığı musibetten, akıbet-endiş, hakikat bin olan kişi ise hem kendi musibetinden hem de başkasınınkinden müstefid olur” sözlerinden hep bu hikmet ve hakikat kast ve irade olunmuştur. Bu hakikat-i mesrudeden münfehim oluyor ki insanın indifa ve tesir kanatları kuvve-i elektrikiyyenin müspet, menfi pilleri gibi yekdiğeriyle mütevazin olduğu müddetçe veçhe-i azm ve hareketi daima terakkiye meyyaldir. Bilakis mevani-i tabiiye ve müzahemeye maruz kalmış, tevazün muhtel olmuş ise hareket-i kahkariyyeye mahkumdur. Sonra, insan regaibe meyl ve incizap hususunda akıl, nefse galebe etmişse veçhe-i azimet-i hikmete; nefis, akla galebe çalmışsa sapılan yol vadi-i zeyğ (yoldan sapma) ve dalale müncer olur. Teessürün mutedil kısmı ise sa’y ve amele saik, müfriti muattal-i hareket ve mühliktir. Terakkinin en kuvvetli mevaniinden bulunan istibdat; teessürün bu kısım müfritini tevlid eder ki herhangi bir millet içinde cari olsa o zavallıyı şiddetli bir atalet ve zucrete sevk eder. Hayat-ı içtimaiyye ve edebiyede hareket terakki-perverane ve zevk ve saadet namına bir şey bırakmaz. Buna müptela olanlar ise bir milletin bilhassa zükuret kısmıdır. Üsera-yı istibdat, lasiyyemma fakir olanlar, o derece zebun-keştirler ki kendilerinde kımıldanacak, maişeti iktisab edecek hal ve kuvvet bulunmaz. Biçareler seviye-i idrak ve ahlak nokta-i nazarından da alelekser pek pest bir derekede bulunurlar. Lakin hakikaten şayan-ı terahhum olan bu sınıf-ı biçar-gane mülayimane irşad ve mev’ızeye bedel lisan-ı levm ve gılzati tevcih etmek ne kadar zalimliktir! Bunların halet-i müterahhimelerini koca bir kaya parçasının altında inleye inleye yaşayan hayvanat-ı sağireye benzetilen ne güzel bir teşbih ibda’ etmişlerdir. Erbab-ı irşadın uhde-i hamiyetine düşen vazife, bunları gayet mülayimane, müşfikane bir halette terbiye ve talim etmek, hatta mümkünse üzerlerine yıkılmış olan sahra-i istibdad (istibdat kayasını) ve cehli zerre zerre tırnaklarıyla yontmak suretiyle ref’i cihetine gitmektir. *(Hüseyin Hazim / Beyanü’l-Hak, 1 Mart 1326, s. 1079) [1].  “Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır.” (Rum, 19)[2]. “Hiçbir iş yoktur ki tamamlanıp noksan bir yeri olmasın.”

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiVelehü’l-Hamd
Beyt-i Berceste

يعني حمد و ثنا، مدح و منّت، اوڭا مخصوصدر. اوڭا لايقدر. ديمك نعمتلر اونڭدر. و اونڭ خزينه سندن چيقار. خزينه  ايسه ، دائميدر. ايشته  شو كلمه  شويله  مژده  ويروب، دييوركه : اي انسان! نعمتڭ زوالندن الم چكمه . چونكه  رحمت خزينه سي توكنمز. و لذتڭ زوالنى دوشونوب، او المدن فرياد ايتمه . چونكه  او نعمت ميوه سي، بر رحمت بي نهايه نڭ ثمره سيدر. آغاجي باقيدر. ميوه  كيتسه ، يرينه  كلن وار. نعمتڭ لذتي ايچنده ، او لذتدن يوز درجه  داها زياده  لذتلي بر التفات رحمتي حمد ايله  دوشونوب، لذتي بردن يوز درجه  ياپابيليرسڭ. Yani hamd ü senâ, medih ve minnet, ona mahsûstur. Ona lâyıktır. Demek ni‘metler onundur. Ve onun hazinesinden çıkar. Hazine ise, dâimîdir. İşte şu kelime şöyle müjde verip, diyor ki: Ey insan! Ni‘metin zevâlinden elem çekme. Çünki rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp, o elemden feryâd etme. Çünki o ni‘met meyvesi, bir rahmet-i bî-nihâyenin semeresidir. Ağacı bâkîdir. Meyve gitse, yerine gelen var. Ni‘metin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyade lezzetli bir iltifât-ı rahmeti hamd ile düşünüp, lezzeti birden yüz derece yapabilirsin. (Beş Risale, s. 14) 1. Beyit عارف ایسك حقه قول اول خلقه منّت ایلمهمنّت حمدسپاس انجق خدایه یاره شور ‘Ârif isen Hakk’a kul ol halka minnet eylemeMinnet-i hamd ü sipâs ancak Hudâ’ya yaraşır Ahmed Suzi (3) * Ya Rabbe’l Âlemin! Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak sensin! Nûr u Nûr’unla seni böyle bildim böyle tanıdım. Nâkıs, fakîr mahluklara minnettarlıktan kurtuldum. Sezâ! Kurân-ı Hakîm’in tevhid dersiyle hamdini akıl ve kalbe ta’lim ve te’sis eden makam-ı mahmud sahibi Hâmid’e (asm) salat olsun. Dil’lerdeki hamdler adedince. * Sipas: (fa) Hamd ve senâ 2. Beyit چو انسان صورتی بولدم حقه حمد و ثنا قیلدمفنا اندرفنا الدم بقا جاودان ایچره Çü insân sûretin buldum Hakk’a hamd ü senâ kıldumFenâ ender fenâ oldum bekâ-yı câvidân içre Mısri (4) * Ey Sâni-i Musavvir! İhsanın olan beşer suretini ni’met bildim, hamdime vesile kıldım. Ukba canibinde hiçlik sermayesine sahib eyledin. Fakrıma Üstad: Seyyid-i Kevneyn (asm) * Senâ: ÖvmeFenâ ender fenâ: Fenâ içinde fenâCâvidân: (fa) Ebedî, kalıcı 3. Beyit كم جمالك وعده سیدر بونلره ویرن سكونآنكچون دائما حمدیله ایدرلر ثنا Kim cemâlin va’desidir bunlara veren sükûnAnın içün dâimâ hamd ile ederler senâ Üftade (6) * Ey Cemîl-i Bâkî! Cemâlinin tecellisi ile teskin oldu ayine-i cemal olan kalbim. Onun için her daim Sâhibü’l-Mi’râc’ın (asm) ta’limiyle tahiyyatta dilim. * Sükûn: Rahat, iç huzuru 4. Beyit سنی وار ایلدی چون اول یزدانسن دخی ایله اكا حمد و ثنا Seni var eyledi çün ol YezdânSen dahî eyle O’na hamd ü senâ Muradi (5) * Ya Hâlikü’s-semâvâti ve’l-ardîn! Kâinât-ı musağğar olan ins’in Halikı da tek: Sen. Kelbin hilafına olarak esbâbı bıraktım, yalnız kendi Hâlik-ı Rahîminin rahmetini kendi âlemimde ilan ettim. İktida eylediğim: Dellâl-ı Vahdaniyet ve Saadet (asm) 5. Beyit رزق قسمتدر ویرن رزّاق وحمد اولدی سپاسشكردر تعظیم منعم اوكمه در مدح و ثنا Rızk kısmetdür viren rezzâk u hamd oldı sipâsŞükrdür ta‘zîm-i mün‘im ögmedür medh ü senâ Mütercim Âsım Efendi (7) * Ey Rezzâk-ı Hakîkî! Levh-i mahfuza yazılı rızkımın ser-kitabesi oldu hamdin. Ni’metten mün’imi görmekle şâkir, kemalini övmekle hâmid oldum. Tevhide yol bulup Hamîd’e (cc) vasıl oldum. Rehberim: Ahmed, Muhammed, Mahmud (asm). Dersim: Nübüvvetten lem’a-yı tahmid * 6. Beyit كركدر حمد و شكره صرف همّتكه اولور شكر ایله مزداد نعمتایدوب حمد و سپاس خالق ناسقوما مرات دلدە ذرّه جه پاس Gerekdür hamd u şükre sarf-ı himmetKi olur şükr ile müzdâd ni‘metİdüb hamd u sipâs-ı Hâlık-ı nâsKoma mir’ât-i dilde zerrece pâs Mehmed Es’ad Efendi (2) * Ya Şekür! Bilirim ufacıktan bir gayretle hatta meyl ile attığım tahmidî bir adım ni’metini ziyadeleştirir. Ni’metler, adedince şâhid. Livaü’l-hamd Sahibi’nin (asm) hamd-i nebevisine tabi olan kalb ayinesi nûr-ı tevhid ile mücellâ! * Müzdâd: Çok, ziyade 7. Beyit الحمد لله علی نعمت امان لزوالها Ni’metin zeval bulmamasının (muhafaza olmasının) sebebi ni’met mukabilinde Allah’a edilen hamddir. ایتمه ده تخم حمدی پاشیدهمزرع قلبه ایلمه اهمالخرمن مال و نعمتی ایلرحمد باری ماصون برق زوال İtmede tohm-ı hamdi pâşîdeMezrâ’-ı kalbe eyleme ihmâlHırmen-i mâl ü ni’meti eylerHamd-i Bâri masûn-ı berk-i zevâl Ahmed Nüzhet Efendi (8) * İhmal eylemedim, hamd tohumunu serpiştirdim kalb tarlama. Baktım gördüm, nasıl da var ve ni’met zeval şimşeğine hedef olmaktan hıfz olundu. Yâ Bârî! Ahsenü’l Hâlikîn (asm) hürmetine! Hamdini başımıza taç gönlümüze ilaç eyle: اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ * Tohm: (fa) Tohum kelimesinin kadim metinlerde geçen şekliPâşîde: (fa) Saçılmış, serpilmişMezrâ’: Ziraat olunacak, tarlaHırmen: (fa) Harman, hasat zamanıBârî: “Her şeyi takdir ettiği şekle uygun olarak yaratıp varlığa çıkaran, yaratan” manasındaki Allah’ın güzel ismidir.Masûn: Korunmuş, muhafaza edilmiş, emîn   Kaynakça: BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2007), Beş Risale, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât Çarbağ-ı Şemail-i Hulefâ, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Damad İbrahim, No: 381 (v. 7A Divan-ı Ahmed Suzi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi, No: 2646 (v. 16B) Divan-ı Mısrî, Milli Kütüphane, Yazmalar No: A 5994/1 (v. 36B) Divan-ı Muradi, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Fatih, No: 3874 (v. 16B) Divan-ı Üftâde, Milli Kütüphane, Yazmalar No: FB 330/1 (v. 1B) Tuhfe-i Âsım, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Tırnovalı, No: 1797 (v. 5A) Şerh-i Hadis-i Erbain, Milli Kütüphane, Yazmalar No: FB 192/1 (v. 3B) https://kulliyat.risale.online/ http://lugatim.com/ http://yazmalar.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiSultan 2. Abdülhamid Denizciliğe Karşı mıydı?
Biliyor muydunuz?

سلطان عبدالعزيز، دڭزجيلگه  أونم ويرمش و عثمانلي طونانمه سنڭ انكلتره  و فرانسه  كبي دڭزجيلكده  كوچلي ئولكه لرله  ياريشير حاله  كلمسي ايچون اوغراشمشدر. بو هدفي ياقه لايابيلمك ايچون أوڭجه لكله  ترسانه لري اصلاح ايتمش و يورت ايچنده  أورتيله مه ين زرهلي كميلري ده  طيشاريدن صاتین آلارق عثمانلي طونانمه سني كوچلي حاله  كتيرمشدر. سلطنتنڭ صوڭ ييللرنده  عثمانلي طونانمه سنده  ٧٩ كمي بولونويوردي. سلطان عبدالعزيزدن صوڭره  سلطان ٢نجی عبدالحميده  كتيريلن الشديريلردن بريسي، طونانمه نڭ چورومه يه  ترك ايديلديگيدر. پكي كرچكدن بويله مي اولمشدر؟ آرشيولر اينجه لنديگنده  سلطان ٢نجی عبدالحميدڭ طونانمه  ايچون يڭي كميلر انشا ايتديرديگي و موجود قوروتلري ده  تعمير ايتديرديگي آڭلاشيلمقده در. ذاتًا دنيانڭ ايلك تورپيدولي دڭز آلتيسني ياپديران سلطانه  ”دڭزجيلگه  أونم ويرمدي“ ديمك حقسزلق اولاجقدر. سلطان ٢نجی عبدالحميد، بحريه  نظارتي مشاورلرندن آلمانيه لي شیتارق  پاشا طرفندن حاضرلانان نقليه  واپورلري حقّنده كي بر راپورله  ايلگيلي بحريه  ناظري حسن حسني پاشانڭ كوروشني ايستر. حسن حسني پاشا ١٣ شباط ١٨٨٥ تاريخلي كوروش يازيسنده  (٢٥/٤١-١) سلطان ٢نجی عبدالحميدڭ امريله  درت نقليه  واپورينڭ آليناجغندن بحث ايتمكده در. آيريجه  اسكيمش واپورلرڭ ناصل دگرلنديريله جگي قونوسنده  تام بر قراره  واريلمديغي آنجق ترسانۀ عامره ده  دگرلنديريله بيله جگنڭ دوشونولديگني افاده  ايتمشدر. بونلرڭ ياني صيره  آلمانيه لي دَلانسه  آدنده  برينڭ واپورلرده  ياري ياري يه  ياقيت تصرّفي صاغلاياجق بر آلت كليشديرديگي آڭلاتيلمقده در. بو آلت حقّنده كي حكمڭ واپورلر أوزرنده  دڭندكدن صوڭره  ويريله بيله جگي أوزرنده  طورولمشدر. يينه  بو بلگه نڭ طيشنده  آرشيولر آراجيلغيله  كونمزه  اولاشان و سلطان ٢نجی عبدالحميد طرفندن تعمير ايتديريلن عثمانلي طونانمه سنڭ صواش كميلرينڭ فوطوغرافلري ده  موجوددر. بونلرڭ آراسنده  فتح بلند و عون اللّٰه قوروَتلري صاييلابيلير. Sultan Abdülaziz, denizciliğe önem vermiş ve Osmanlı donanmasının İngiltere ve Fransa gibi denizcilikte güçlü ülkelerle yarışır hale gelmesi için uğraşmıştır. Bu hedefi yakalayabilmek için öncelikle tersaneleri ıslah etmiş ve yurtiçinde üretilemeyen zırhlı gemileri de dışarıdan satın alarak Osmanlı donanmasını güçlü hale getirmiştir. Saltanatının son yıllarında Osmanlı donanmasında 79 gemi bulunuyordu. Sultan Abdülaziz’den sonra Sultan 2. Abdülhamid’e getirilen eleştirilerden birisi, donanmanın çürümeye terk edildiğidir. Peki gerçekten böyle mi olmuştur? Arşivler incelendiğinde Sultan 2. Abdülhamid’in donanma için yeni gemiler inşa ettirdiği ve mevcut korvetleri de tamir ettirdiği anlaşılmaktadır. Zaten dünyanın ilk torpidolu denizaltısını yaptıran Sultan’a “denizciliğe önem vermedi” demek haksızlık olacaktır. Sultan 2. Abdülhamid, Bahriye Nezâreti müşavirlerinden Almanyalı Ştarke Paşa tarafından hazırlanan nakliye vapurları hakkındaki bir raporla ilgili Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa’nın görüşünü ister. Hasan Hüsnü Paşa 13 Şubat 1885 tarihli görüş yazısında (BOA, Y.PRK.ASK, 25/41-1) Sultan 2. Abdülhamid’in emriyle dört nakliye vapurunun alınacağından bahsetmektedir. Ayrıca eskimiş vapurların nasıl değerlendirileceği konusunda tam bir karara varılmadığı ancak tersâne-i âmirede değerlendirilebileceğinin düşünüldüğünü ifade etmiştir. Bunların yanı sıra Almanyalı Delanse adında birinin vapurlarda yarı yarıya yakıt tasarrufu sağlayacak bir alet geliştirdiği anlatılmaktadır. Bu alet hakkındaki hükmün vapurlar üzerinde denendikten sonra verilebileceği üzerinde durulmuştur. Yine bu belgenin dışında arşivler aracılığıyla günümüze ulaşan ve Sultan 2. Abdülhamid tarafından tamir ettirilen Osmanlı donanmasının savaş gemilerinin fotoğrafları da mevcuttur. Bunların arasında Feth-i Bülend ve Avnullah korvetleri sayılabilir. Tarih: Hicrî 27 Rebiulahir 1302 (Miladî 13 Şubat 1885) (1)Hû (2)Almanyalı İştarki Paşa tarafından nakliye vapurlarına dâir tanzîm ve takdîm olunup taraf-ı âcizâneme irsâl buyrulmuş olan lâyiha münderecâtına dâir arz-ı (3)ma’lûmât olunması hakkında şeref-sâdır olan irâde-i seniyye-i cenâb-ı Padişâhî geçende telakkî edilmiş olmasıyla lâyiha-i mezkûre mütâlaasından şimdiye kadar (4)ne netîce hâsıl olmuş ise arz ve izbârı muktezâ-yı emr u fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı tâcdârîden olduğu iş’âr ve teblîğ buyurulmuş ve mezkûr lâyihanın  (5)hulâsası üç maddeyi hâvî olup birincisi birkaç kıt’a nakliye vapurunun alınması ikincisi işe yaramayacak olan atîk sefînelerin (6)füruhtu veyahud feshiyle tersâne-i âmirede kullanılması ve üçüncüsü dahî Almanyalı Delanse’nin ihtirâ’ı olan bir alet vâsıtasıyla vapurların (7)kazanlarında hark olunan kömürden nısfiyet üzere tasarruf hâsıl olması husûsâtından ibâret bulunmuşdur geçende huzûr-ı şevket-nüşûr-ı cenâb-ı (8)Padişâhîde müsûl-i şerefine nâiliyet-i âcizânemde iki kıt’asının esmânı zât-ı Sadrazamînin vaadi vechile mâliye hazînesinden ve diğer (9)ikisinin bahâsı dahî hazîne-i hâssa-i şâhâneden tesviye ve i’tâ buyurulmak üzere şimdilik dört kıt’a vapurun mübâyaa olunmasına dâir irâde-i (10)isâbet-âde-i cenâb-ı Padişâhî telakki edilmiş ve işbu dört kıt’a vapurun yüz bin liraya alınması tahmîn olunmuş olmasıyla Bâb-ı Âlî ma’rifetiyle alınacak (11)vapurların esmânı olan elli bin liranın sûret-i tesviyesine dâir Bâb-ı Âlî ve mâliye nezâretiyle defaâtle muhâbere olunarak iki gün akdem (12)mezkûr elli bin liranın sene-i âtiye a’şâr-ı malından tesviye edilebileceği nezâret-i müşârun-ileyhânın iş’ârı üzerine taraf-ı sadâretden bildirilmesine mebnî (13)banka me’mûrlarıyla müzâkere edilmekde olup hâsıl olacak netîce arz kılınacağı gibi atîk vapurların feshine dâir henüz bir karar verilemeyip çünkü (14)mûmâ-ileyh Delanse’nin icrâ edeceği tasarrufâta muallakdır mezkûr âlet bahsine gelince mûmâ-ileyh Delanse dâire-i bahriyeye celb ile söyleşildikde beher sefîneye (15)ilâveten yapılacak makine için üç yüz lira taleb edip bu cihet kabûl olunmadığı hâlde beş bin liraya hakk-ı imtiyâzını Devlet-i Aliyye’ye vereceğini (16)tahrîren beyân etmiş ise de bu bâbda nihâyet derecede çalışılarak ve işbu talebinden sarf-ı nazar etdirilerek fakat ihtirâ’ etmiş olduğu âlet (17)ifâdesi gibi tasarruf hâsıl eder ise kendisi on üç seneden beri hizmet-i Devlet-i Aliyye’de bulunduğu cihetle görmüş olduğu lütfa karşı (18)kendisine şu hizmeti mukâbilinde bir nişân ihsân buyurulduğu ve yapmış olduğu resimler masârıfı olarak dört yüz lira dahî verildiği sûretde (19)mezkûr âletin hakk-ı imtiyâzını meccânen vereceği kararlaşdırılarak … vapur-ı hümâyûnu için lâzım gelen resimlerini bi’l-i’tâ fabrika-i hümâyûnda (20)yapılmakda olduğundan vapur-ı mezkûrda tecrübe edildikden sonra îcâbına bakılacağı ve kâffe-i husûsâtda şeref-sâdır olan emr u fermân-ı (21)hazret-i Hilâfetpenâhî ahkâm-ı celîlesinin dakîka fevt edilmeyerek icrâsı fariza-i zimmet-i memlûkiyet olarak mevâdd-ı mezkûrenin (22)teahhur-ı arz ve inhâsı hâsıl olacak netâice intizârdan neş’et etmiş idüğünden husûsât-ı mezkûre netâici ber-mantûk-ı (23)emr u fermân-ı cenâb-ı tâcdârî bizzât arz edileceği ma’rûzdur ol-bâbda emr u fermân hazret-i men lehü’l-emrindir (24)Fî 27 Rebiulahir sene 1302 (25)Bende Hasan

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiDevlet-i Aliyye’nin Terakki ve Yıkılış Sebebi
Belge Okumaları

Osmanlı Devleti meşruiyetini İslâm dininden alan, kanunları ahkâm-ı Kurʼâniyeʼye dayanan, ilk gayesi iʻlâ-yı kelimetullah olan bir devlettir. Bu yüzden Osmanlı padişahlarına Sultânü’l-Guzât ve’l-Mücâhidîn, Gıyâsü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn, Halîfe-i Müslimîn gibi unvanlar verilmiş, Osmanlı ülkesi Memâlik-i İslâmiye, Osmanlı askerleri de Asâkir-i Muvahhidîn, Asâkir-i İslâm, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye şeklinde isimlendirilmiştir. Şerʻî hukuku esas hukuk sistemi olarak kabul eden bir anlayışla kurulan Osmanlıʼda din asıl, devlet ise onun bir kolu olarak görülüyordu. Ülke içinde hukuk, ekonomi, toplumsal düzen, kültür gibi tüm unsurlarda şeriatın tatbiki ve muhafazası; ülke dışında da savaşlar, anlaşmalar ve tüm dış politikada Allah adının yayılması ve İslâm âdil düzeninin tüm dünyaya hâkim kılınması nihai hedefti. Devletin müessisi ve birinci padişahı Osman Gaziʼnin oğlu Orhan Gaziʼye vasiyetinde bu kuruluş felsefesini ve mevcudiyet sebebini rahatlıkla görebiliyoruz: “Bir kimse sana Hak Teâlâʼnın buyurmadığı sözleri anlatsa kabul etmeyesin. Tanrı buyruğundan gayrı iş işlemeyesin. Bilmediğini ulemâ-i şer‘den sorasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Ve dahi sana itaat edenleri hoş tutasın. Ve dahi askerlerine inʻâmı ve ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zalim olma. Âlemi adaletle şenlendir ve cihadı terk etmeyerek beni şâd et. Ulemâya riayet eyle ki şeriat işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet, ikbal ve hilim göster. Askerine ve malına gurur getirip şeriat ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allahʼın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.” Osmanlı İmparatorluğu bu vasiyetteki prensiplere bağlı kaldığı zamanlarda İslâm sancağını binlerce kilometre ötelere götürmüş; ırkı, dini, kültürü fark etmeksizin fethettiği her karış toprağa adalet ve hoşgörü taşımış, maddi ve manevi fetih ordularını görenler İslâm nizâm ve ahlâkından etkilenip Müslüman olmuşlardır. Bu süre zarfında Osmanlı Devleti idârî, iktisâdî ve askerî yönden zamanının en kudretli ülkesi seviyesine çıkmış, dünyanın herhangi bir tarafında taşkınlık etmeye yeltenen bir devlet, padişahın bir mektubuyla hizaya gelmiştir. Ancak ne zaman ki zafer ve iktidar hissinin getirdiği rahatlık ve gevşeklik, devlet erkânından askerine, ulemâsından kadısına kadar toplumun tüm tabakalarına sirayet etmiş, işte o zaman Kurʼânʼın hayat veren hükümlerinden uzaklaşılmış, bu da devletin yavaş yavaş kudret, refah ve huzurunun bozulmasını netice vermiştir. 1. Selim devrine ait 1801 tarihli vesikamız tam da bu konuya işaret etmektedir. Daha önceki muvaffakiyetlerin şeriatın icrasıyla vuku bulduğu, ancak son birkaç seneden beri devlet erkânının dünyalıklara meylederek adalet ve kanundan saptıkları, bir an önce bu durumun düzeltilmesi gerektiği hususunda mahallî yöneticiler İstanbulʼa resmî bir yazı iletmiştir. Bu ikazlardan ders çıkarılmamış olacak ki mezkûr vesikadan 38 sene sonra, bu sefer padişah tarafından imzalanan Tanzimat Fermanıʼnın girişinde aynı hususa parmak basılmıştır. İlgili kısım şöyledir: “Devlet-i Aliyyemizin bidâyet-i zuhûrundan beri ahkâm-ı celîle-i Kur’âniye ve kavânîn-i şerʻiyeye kemâliyle riâyet olunduğundan saltanat-ı seniyemizin kuvvet ve miknet ve bilcümle tebaʻasının refâh u maʻmûriyeti rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken yüz elli sene vardır ki, gavâil-i müteʻâkıbe ve esbâb-ı mütenevviʻaya mebnî ne şerʻ-i şerîfe ve ne kavânîn-i münîfeye inkıyâd ü imtisâl olunmamak hasebiyle evvelki kuvvet ve maʻmûriyet bilakis zaʻf u fakra mübeddel olmuş ve hâlbuki kavânîn-i şerʻiye tahtında idâre olunmayan memâlikin pâyidâr olamayacağı vâzıhâttan bulunmuş…” Burada da aynı tesbit yapılmış ve bir devletin çökmesindeki en büyük sebebin Allahʼın emirlerinden uzaklaşmak olduğu teʼkid edilmiştir. İmparatorluğun bundan sonraki serencâmı göz önünde bulundurulursa fermandaki bu tesbit maalesef vukû bulmuş, iʻlâ-yı kelimetullah gayesiyle kurulan Devlet-i Aliyye, iʻlâ-yı kelimetullahı temsil eden tüm müesseseleri ile birlikte yıkılmıştır. 1. Vesika Devletin esası, teşekkül ve terakkisi ahkam-ı şeriyenin icrasıyla hasıl olacağı cihetle buna itina olunması hakkındaki tamime cevaben Manisa ve Milas niyabetlerinden ilam (3-5 Şubat 1801) C_DH___00213_10619_001_001 (1) Maʻrûz-ı dâʻî-i devlet-i aliyyeleridir ki (2) Avn-ı inâyet-i bî-nihâyet-i Cenâb-ı Bârî ve mahfil-i hidâyet-i bî-gâyet-i hazret-i Kirdgârî ile icrâ-yı âyîn-i metîn-i Muhammedî ve îfâ-yı şerʻ-i mübîn-i Ahmedî ile cemîʻ-i umûr ve şivâra muvaffak olunduğu müstağnî-i aniʼl-beyân olmağla birkaç seneden berü (3) bu dakîkaya vülât ve hükkâm ve iş erleri taraflarından sarf-ı zihin olunmadığından hâkimüʼş-şerʻ olanlar dahi tamaʻ ve irtikâbdan keff-i yed ile hakîkatile icrâ-yı şerîʻat-ı garrâya bezl-i mâ-hasal-ı kudret eylemeleri ve fîmâ-baʻd dahi hilâf-ı (4) hareket edenler elbette eşedd-i ukûbât olacakları bâhir olmağla muktezâ-yı hamiyyet-i İslâmiyye üzere dâimâ icrâ-yı şerâit-i diyânete dikkat ve ittihâd merâsimine riʻâyet ve ahkâm-ı şerʻiyyenin nüfûzunu mûcib-i muʻâmelât-ı lâyıkanın (5) icrâsına dikkat ve hilâf-ı şerîʻat-ı garrâ ve mugâyir-i emr ü rızâ vazʻ ve hareketi tecvîzden be-gâyet ve mücânebet olunmak bâbında sâdır olan mektûb-ı emr-i üslûbları Tatar es-Seyyid Yahya kulları yediyle hâlâ Aydın muhassılı ser-bevvâbîn-i dergâh-ı âlî Osman Ağa- (6)zâde el-Hâcc Hüseyin Ağa kullarına vusûl ve biʼl-cümle ahâlî-i memleket meclis-i şerʻe daʻvet ve muvâcehelerinde feth ve kırâat olundukta semʻan ve tâʻaten merâsimini baʻdelʼl-edâ muhassıl ve mütesellim-i mûmâ-ileyh ağa kulları kadîmden berü hadd-i zâtında muʻtedil (7) ve …. –emken dâimâ umurunu şerʻ-i şerîf ve kânûn-ı münîfe tatbîk ederek teʼmîn-i bilâd ve terfîh-i ibâda ve tanzîm umûr-ı mühimme-i Devlet-i Aliyyemce ve sâʻî olmalarıyla sâye-i hüsrevânîde cümlemiz âsûde-hâl ve müsterîhuʼl-bâl (8) ve her hâlde evzâʻ ve etvârından hoşnûd ve râzılar olduklarımızı iʻlâm ediyor deyü istidʻâ-yı inâyet eyledikleri biʼl-iltimâs huzûr-ı âsafânelerine iʻlâm olundu. Bâkî emr li-men lehüʼl-emrindir. Hurrire fiʼl-yevmiʼt-tâsiʻ aşera min-şehr-i (9) Ramazâniʼl-mübârek sene hamse ve aşera ve mieteyn ve elf. (10) el-Abdüʼd-dâʻî liʼd-Devletiʼl-Aliyyetiʼl-Osmâniyye (11) Osmân Hâfız el-müvellâ hilâfe bi-medîneti Mağnîsâ C__DH___00213_10619_003_001 (1) Der-i devlet-i mekîne arz-ı dâʻî-i kemîneleridir ki Devlet-i Aliyye-i şâmihuʼl-erkân ve saltanat-ı seniyye-i kaviyyüʼl-bünyân ibtidâ-yı tulûʻundan berü icrâ-yı âyîn-i Muhammedî ve îfâ-yı şerʻ-i Ahmedî ile muvaffak olduğuna mebnî bundan böyle dahi şerʻ-i şerîf-i Muhammedî ve âyîn-i münîf-i (2) Ahmediyyeye temessük olunarak kâffe-i sekene-i bilâd ve biʼl-cümle aceze-i ibâdın istihsâl ve sâil-i âsâyişine ikdâm eylemek cümleye farz mesâbesinde iken birkaç seneden berü ve bu dakîkalarda vülât-ı iş erleri taraflarından sarf-ı zihin olunmayub ve (3) hükkâm-ı şerʻ dahi baʻzı gûne tamaʻa meyl ederek icrâ-yı şerîʻat-ı mutahharadan zühûl ve gaflet eylediklerinden nâşî ihtilâl-i mezkûrun ıslâhıyla bu murâdın husûlü yalnız hükkâmın ikdâmıyla mümkün olmayub biʼl-cümle vülât (4) ve aʻyân ve söz sâhiblerinin şerʻ-i şerîfe itâʻat ve hâkim-i belde ile ittifâk eylemeleriyle vücûda geleceği zâhir olmağla muktezâ-yı hamiyyet-i İslâmiyyeleri üzere bulundukları beldenin hâkimiyle ittifâk ve icrâ-yı ahkâm-ı şerʻiyyede (5) nüfûzunu mûcib muʻâmelât-ı lâyıkanın icrâsına dikkat ve hilâfından hazer eylemeleri bâbında sâdır buyurulan mektûb-ı emr-i üslûbları mübâşiri yoluyla Menteşe sancağında vâkiʻ Milas kazâsı mahkemesine ledeʼl-vürûd cümle (6) muhâtabîn muvâcehesinde feth ve kırâat ve merâsim-i mutâvaʻatı baʻdelʼl-edâ öteden berü ahâlîleri muktezâ-yı hamiyyet-i İslâmiyye üzere dâimâ icrâ-yı şerâit-i diyânete dikkat ve bu hakîr ile ittifâk ve ittihâd (7) merâsimine riʻâyet ve icrâ-yı ahkâm-ı şerʻiyyede nüfûzumuzu mûcib muʻâmelât-ı lâyıkanın icrâsına dikkat üzere oldukları der-i devlet-medâra arz ve iʻlâm olundu. Hurrire fiʼl-yevmiʼl-ihdâ işrîn min şehr-i Ramazâni (8) ’l-mübârek sene hamse aşera ve mieteyn ve elf. (9) el-Abdüʼd-dâʻî liʼd-Devletiʼl-Aliyyetiʼl-Osmâniyye (10) es-Seyyid İbrâhîm el-müvellâ hilâfe bi-kazâ-i Milas Kelimeler: Aceze-i ibâd: Fakir halkÂsûde-hâl: Rahat, sakinAvn: YardımBaʻdelʼl-edâ: Eda ettikten sonraBâhir: Açık, aşikârBe-gâyet: Son dereceDer-i devlet-medâra: Dayanağı devlet olan kapıEşedd-i ukûbât: En şiddetli cezalarEtvâr: Tavırlar, hareketlerEvzâʻ: Durumlar, hâlleFîmâ-baʻd: Bundan sonraGûne: TürlüHurrire: Yazıldıİcrâ-yı âyîn-i metîn-i Muhammedîİrtikâb: Kötü bir iş işlemekİstidʻâ-yı inâyet: Yardım istemeKâffe-i sekene-i bilâd: Tüm şehirlerin sakinleriKaviyyüʼl-bünyân: Yapısı sağlamKeff-i yed: El çekmekKirdgâr: AllahLi-men lehüʼl-emr: Emir sahibi kişi (padişah) içinMâ-hasal-ı kudret: Güç ve kuvvetin neticesiMugâyir: AykırıMutâvaʻat: İtaat etmeMücânebet: UzaklaşmaMünîf: YüceMüsterîhuʼl-bâl: Gönlü huzurluMütesellim: Vergi tahsildarıSâʻî: ÇalışanSâil-i âsâyiş: Asayişi isteyenSâye-i hüsrevânî: Hükümdarın gölgesi, yardımıSemʻan: İşiterekSer-bevvâbîn-i dergâh-ı âlî: Sarayın kapıcıbaşılarıŞâmihuʼl-erkân: Devletin ileri gelenlerinin yücesiŞerîʻat-ı garrâ: Parlak şeriatŞivâr: İstişare etmekTâʻaten: İtaat ederekTamaʻ: AçgözlülükTecvîz: Yapılmasına izin vermekTemessük: YapışmakTeʼmîn-i bilâd: Şehirleri güvenli hâle getirmeTerfîh-i ibâd: Halkı bolluk içinde yaşatmaTulûʻ: DoğmakVülât: ValilerZühûl: Unutma, geciktirme

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. AZMİ BIRAKMA …Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;Me’yûs olanın ruhunu, vicdanını bağlarLânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez...En korkulu cani gibi ye’sin yüzü gülmez!Mademki alçaklığı bir, ye’s ile şirkin;Mademki ondan daha mel’un daha çirkinBir seyyie yoktur sana; ey unsur- iman,Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Huda’dan,Hüsrana rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!… Mehmet Akif             Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiMukaddime-i Kitâb: İlm-i Tıbbın Şerefi ve Fazîleti Beyanındadır (2)
Osmanlı Tıbbından

Acâib ve garâib ki kudret-i İlâhîde vardır, terkîb-i âlem-i esrâr ve tabâyiʻ ve nebâtât ve cemâdât ve hayvânât ve emsâlihâ bi-hasebi’l-makdûr ârif olur. Ammâ fazīlet-i ilm-i tıbb âyât-ı muhkemât ve ehâdîs-i meşhûre ve rivâyât-ı menkûle ile sâbitdir. Kavluhû teʻâlâ yahrucu min butūnihâ şerâbun muhtelifun elvânuhû fîhi şifâun li’n-nâs Bu âyet-i şerîfde aselin şânında şifâ olub ol şifâ insâna mahsūs olduğu eşyâda hāssa olub tıbbın fazīletini isbâta delîl-i kavîdir. Buna münâsib cenâb-ı Risâlet-penâh sallallâhu aleyhi ve sellem hazretleri buyururlar ki: el-ilmü ilmân ilmü’l-ebdân ve ilmü’l-edyân. İlm-i beden ilm-i dîne takdîm olunması tahsīl-i tâʻat ve ibâdet ve tekmîl-i dîn-i şerîʻat sıhhat-i bedenden gayrı ile olmaduğına kinâyedir. Kavluhû aleyhisselâm isnâni lâ yesıhhân es-sahîhu’l-muhtemâ ve’l-marîzu’l-muhallıt. Bu hadîs-i şerîf hod hazretin kavâʻid-i tıbb beyân eyledüğin mübeyyindir. Zîrâ sahîhu’l-mizâc ki ihtimâ ve perhîz ide, marîz-i sāhib-i hılt gibi tashîh-i mizâc eylemedüğine işâretdir. Bunun mislini Talha bin Ubeyd hazretleri radıyallâhu anh nakl buyururlar ki: Bir gün cenâb-ı Resûl-i Ekremʼe bir meclisde rast geldim. Mübârek ellerinde bir ayva var idi. Huzūr-ı izzet-mevfûrlarında âdâbla oturdum. Benden yana teveccüh idüb engüşt-i kamer-şikâfla ol seferceli bana remy eylediler ve buyurdular ki: “Bu ayvanın hāssası tatyîb-i nefes ve takviyyet-i kalb ve tenkıyye-i sadr itmekdir.” Ve yine mezbûr Talha hazretleri radıyallâhu anh buyururlar ki: Bir cemâʻat huzūr-ı Fahr-i Âlem’e geldiler. “Karnımız büyüdü ve aʻzāmız zaʻîf oldu” deyü inhâ eylediler. Hekîm-i İlâhî hazretleri leben-i ibil şürbün emr eyledi.           Sadeleştirme         Tıp İlminin Şerefi ve Fazileti (2) İlahi kudretin hayret edilesi tecellilerindendir ki, sırlar âleminin terkibi, tabiat, bitkiler, cansızlar, hayvanlar ve benzerleri hep belli bir ölçü içindedir. Tıp ilminin fazileti muhkem ayetler, meşhur hadisler ve rivayetlerle sabittir. Örneğin: “Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır (Nahl Sûresi, 69).” Bu ayet-i kerimeye göre balın aslında şifa vardır, o şifa insana mahsustur ve bu dünya içinde özel bir durumdur. Sırf bu ayet bile tıbbın faziletini ispat için yeterlidir. Peygamberimiz (sav) buyurmuştur ki: “İlim ikidir; beden ilmi ve din ilmi.” Hadiste beden ilminin din ilminden önce zikredilmesi, ibadet ve dine uygun yaşanacak bir hayatın ancak sağlıklı bir bedenle mümkün olabileceğine işarettir. Yine Peygamberimiz buyurmuştur: “İki şey uygun değildir, sağlıklı kişinin perhiz etmesi ve hasta kişinin karışık yemesi.” Bu hadis-i şerif açıkça tıbbın kaidelerini belirtmektedir. Zira mizacı sağlam olan kişinin perhiz etmesi, hasta kişinin karışık yemesi gibi doğru olmayan bir şeydir. Hz. Talha b. Ubeyd (ra) buyurur ki: “Bir gün Resûl-i Ekremʼe (sav) bir mecliste rast geldim. Mübarek ellerinde bir ayva vardı. Huzuruna edeple oturdum. Bana dönüp ayı ikiye bölen parmaklarıyla bana o ayvayı fırlattılar ve buyurdular ki: ‘Bu ayvanın özelliği nefesi temizlemek, kalbi güçlendirmek, göğsü zararlı maddelerden temizlemektir.’” Yine bir gün Hz. Talha (ra) buyurur ki: “Bir cemaat Fahr-i Âlemʼin (sav) huzuruna geldi; ‘Karnımız büyüdü ve organlarımız zayıfladı.’ dediler. Peygamberimiz de dişi deve sütünün içilmesini tavsiye etti.”  

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Âbide Hanım Mezar Kitabesi (Merkez Efendi) Hüve’l-HaySâhib-i makâm eş-Şeyh Nureddîn EfendiHazretlerinin hemşire-i mağfûreleri ʻÂbide HanımCemâziyelâhir sene 1261Es-Seyyid eş-Şeyh Nureddîn EfendiEvlâd-ı kirâmından Şeyh Hasan AdlîEfendi kerîmesi ve Ebu’s-SuʻudzâdeSuʻud el-Mevlevî’nin halîlesiMağfuretün lehâ Şerîfe Rabia ʻAdviye HanımVelâdeti sene 1305 Rıhleti Cemâziyelâhir sene 1336Şeyh Hasan ʻAdlî Efendi haremiMerhûme Fâtıma Fahriye HanımSene Şevval? 1342 Kelimeler: Hemşire: 1. Kız kardeş; 2. Diplomalı hastabakıcı genç kız veya kadın; 3. Kadınlar için kullanılan hitap sözü.Halîle: Bir erkeğin nikâhlı eşi, zevce.Harem: 1. Herkesin girmesine izin verilmeyen, saygı gösterilmesi gereken yer; 2. Müslüman saray, konak ve evlerinde yabancı erkeklerin giremediği, yalnız kadınlara mahsus bölüm; 3. Bu bölümde olan kadınların hepsi; 4. Bir erkeğin karısı, eş, zevce. Rabi’a Kâniye Hanım Mezar Kitabesi (Merkez Efendi) Ah mine’l-FirâBakup geçme recâm budur ey Muhammed ümmetiMevtânın diriden bir Fâtihadır minnetiGelüp kabrim ziyâret iden ey Resûlün ümmetiBize bir Fâtiha ihsân iden bulur cennetiGel efendim nazar eyle şu mezarım taşına.ʻÂkil isen gâfil olma aklını al başına.Salınup her dem gezer iken neler geldi başımaʻÂkıbet türâb oldum taş dikildi başımaNikabol [Niğbolu] muhâcirlerinden TapucuHasan Efendinin kerîmesi Rabiʻa KâniyeHanım’ın rûhuna FatihaSene 1317 Mayıs Kelimeler: Firâk: 1. Ayrılık, ayrılma, ayrı düşme, hicran, firkat; 2. Hüzün, teessür, mahzunluk.Mevtâ: Ölmüş kimse, ölü; ölüler.Âkil: 1. Düşünme, anlama, kavrama ve davranışlarını ayarlama melekesi, us; 2. Hâfıza, hatır; 3. Fikir, düşünce.Gâfil: 1. Çevresinden ve gerçeklerden habersiz olan, gaflet içinde bulunan, dalgın, dikkatsiz ve düşüncesiz (kimse), basîretsiz, aymaz; 2. Hak’tan habersiz (kimse).Dem: 1. Nefes, soluk; 2. Herhangi bir nağmeye sürekli şekilde eşlik eden ses; 3. Zaman, an, çağ.Âkıbet: 1. Son, nihâyet, encam; gelecek, istikbal; 2. Daha önce yapılan şeylere göre varılan netîce, sonuç; 3. İnsanın başına gelebilecek hal, karşılaşılabilecek durum; 4. zf. Sonunda, nihâyet, netîcede.Türâb: ToprakMuhâcir: 1. Yerinden yurdundan ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmek için giden, göç eden kimse, göçmen: 2. Mekke’den Medîne’ye göç eden sahâbelerden her biri.Kerîme: Kız evlât.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiZülal-i İrfan
Bir Dergi Bir Yazı

1327 Sahib ve müdiriMustafa Ruhi (1) Zülal-i İrfan, genç ruhları okşamaya, serinlendirmeye çalışacak, bu muhite şiir ve irfan katreleri serpecektir. Zülal-i İrfan’a yazı yazan kalemler, büyüklerimize, kafile-i avama karşı idare-i kelam etmeyecek. Çünkü bu zümre, halihazırda mağrur ve müstehzidir. (2) Edhem Ruhi Keskin kalemiyle, mücadelat-ı âliyesiyle, Bulgaristan’da hukuk-ı Osmaniyyeyi müdafaa eden Balkan gazetesi ser-muharriri Edhem Ruhi Bey’in nâ-hak yere düştüğü zindan-ı zulm ü beladan kurtulduğunu meserretle haber aldık. Kendisine samimane tebriklerimizi yollar, kahramanane yazılarıyla devam-ı muvaffakiyyatını temenni ederiz. (3) Müsabaka-i Kalemiyye Yarınki kalemlere ithaf Hayat-ı hususiyenizde en ziyade sevdiğiniz, en kıymetli bildiğiniz şey nedir? En muvafık cevap verenler içinde kur’a isabet edenlerin birincisine gazetemizin bir senelik, ikincisine altı aylık abonesi verilecektir. Cevaplar için yirmi güne kadar müsaade var. (4) Şiir Öksüzlüğümün İhtisâsâtından -validemin ruhuna- Bugün hicrinle dil-hasta, şikeste-bâl ve mecrûhum Dû çeşm pür-sirişkim, ah annem! Hep uzaklarda arar bir nazra-i şefkat-nisârın.. Bî-nevâ ruhum seni özler, seni billahi her dem zâr u giryende.. Bu rîgistan-ı bî pâyânı ben ekser tek u tenhâ, Dil-i bî-çâremi tahrib eden ye’s-i firakınla Melûl ü zâr-ı cevelangâh ederken ağlarım hayfâ! Senin ey mader-i müşfik, eza-yı iştiyakınla.. Bu hurmalıkların gahı zılâl-ı gam-neverdinde, Derin bir hiss-i dil-sûz merâretle, yetimane tahassürler ile yad eylerim bitab ve der-mande, O ağuş-ı rahim-şefkatinde, sevgili anne! Meserretle geçen eyyamımı.. çeşmanıma manzur olur bir alem-i pür şiir ve pür âmâl-i nûrânûr -Trablus-ı Garb: 13 Şubat, 324-Fecr-i istikbalden:Mahkemeli zade Ahmed Cevdet

Zafer ŞIK 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Meslek isimlerini beyan eden cümlelerin karşılığı olan Osmanlı Dönemi meslek isimlerini boşluklara yazınız.            Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak