Konu resmiGümüş Ada
Baş Muharrir

كوموش آطه ادرميد كورفزندن چاندارلی كورفزينه  قدر اوزانان، زيتون آغاچلريله  قاپلي اولمسي حسبيله  آقشام أوزرلري ياپراقلرڭ كوموش رنكنه  دونمه سندن طولايي تركلر طرفندن كوموش آطه دينيلن بر آطه وار، آطه لر دڭزنده . دڭزڭ اڭ بيوك آطه سي. اوت، مدللي. ١٤٦٢’ده  طانيشمشدق آطه يله . فاتح سلطان محمد طرفندن قاتيلمشدي عثمانلي طوپراقلرينه . صوڭره سنده  ترك و مسلمان نفوس آرتمه يه  باشلامشدى. بوڭا باغلي اولارق ده  صوسيال حياته  قاتقي صاغلاياجق، احتياجلري كيدره جك خان، حمام، چارشي، مدرسه ، جامع كبي بنالر بوي ويرمه يه  باشلامش، حركت و بركت كلمشدي. تاريخلر ١٤٧٨‘ي كوسترديگنده  بر چوجق كلدي دنيايه . ايلك آدي خضردي. صوڭره لري صقالنڭ رنكندن بحثله  بارباروس اولدي. نهايت ياوز سلطان سليم دينه  خدمت ايتمه سي آدينه  خيرالدّين اسمنى ويردي. أويله  ده  اولدي. قانوني زماننده  قاپتان دريالغه  قدر يوكسلوب چوق خدمتلر ايتدي. ١٩١٢ بالقان صاواشلرينه  قدر عثمانلي اداره سنده  قالان آدا دگيشن دنيا شرطلري و يڭي طوروملر قارشوسنده  المزدن چيقمشدر. آطه لر دڭزي بوكون اكه  دڭزي اولارق آڭيلمقده ، بش يوز سنه لك عثمانلي دونمي آتلانارق ديركت غركه  باغلانمقده در. ها بر ده  هوالرڭ ايصينمسيله  چوغالان سينكلر بورنمزڭ أوزرنده  اوچوشمقده ، بارباروسڭ حشمتلي روزگاريله  طاغيلوب كيده جكلري ساعته  نظر ايتمكده درلر. ديگر طرفدن ياوز، قانوني، فاتح، بارباروس، اوروج كميلري ده  دڭزلرده  قول كزمه يه  باشلامش، كونمزدن تاريخه  سلام چاقمقده درلر… Edremit körfezinden Çandarlı körfezine kadar uzanan, zeytin ağaçlarıyla kaplı olması hasebiyle akşam üzerleri yaprakların gümüş rengine dönmesinden dolayı Türkler tarafından gümüş ada denilen bir ada var, Adalar denizinde. Denizin en büyük adası. Evet, Midilli. 1462’de tanışmıştık adayla. Fatih Sultan Mehmed tarafından katılmıştı Osmanlı topraklarına. Sonrasında Türk ve Müslüman nüfus artmaya başlamıştı. Buna bağlı olarak da sosyal hayata katkı sağlayacak, ihtiyaçları giderecek han, hamam, çarşı, medrese, cami gibi binalar boy vermeye başlamış, hareket ve bereket gelmişti. Tarihler 1478’i gösterdiğinde bir çocuk geldi dünyaya. İlk adı Hızır’dı. Sonraları sakalının renginden bahisle Barbaros oldu. Nihayet Yavuz Sultan Selim dine hizmet etmesi adına Hayreddin ismini verdi. Öyle de oldu. Kanuni zamanında kaptan-ı deryalığa kadar yükselip çok hizmetler etti. 1912 Balkan Savaşlarına kadar Osmanlı idaresinde kalan ada değişen dünya şartları ve yeni durumlar karşısında elimizden çıkmıştır. Adalar denizi bugün Ege Denizi olarak anılmakta, beş yüz senelik Osmanlı dönemi atlanarak direkt Grek’e bağlanmaktadır. Ha bir de havaların ısınmasıyla çoğalan sinekler burnumuzun üzerinde uçuşmakta, Barbaros’un haşmetli rüzgarıyla dağılıp gidecekleri saate nazar etmektedirler. Diğer taraftan Yavuz, Kanuni, Fatih, Barbaros, Oruç gemileri de denizlerde kol gezmeye başlamış, günümüzden tarihe selam çakmaktadırlar…

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiAdalar Meselesi*
Okuma Metinleri

Küre-i arz, tecelliyat-ı garibe-i coğrafyasının hemen kâffesini Türkiye’de izhar etmiş gibidir. Onun için sevgili memleketimiz yalnız sekenesi itibariyle değil, aynı zamanda teşekkülat-ı tabiiye nokta-i nazarından da cidden pek ince işlenmiş bir mozaiktir. Ancak bu şaheseri bizlere nasip ettiğinden dolayı ressam-ı la-yemuta fariza-i şükran değil, hakk-ı infialimiz var, çünkü başımıza bu adalar mesele-i müşkilesini çıkartan da hep o tecelli-i asumanidir. Haritaya bakınız: İzmir vilayetinin önüne dizilmiş bir sıra adalar görürsünüz; işte bizim teşkilat-ı idariyemizdeki (Cezayir-i Bahr-i Sefid Vilayet Celilesi ) bunlardan mürekkeptir. Dest-i kudretin parça parça Akdeniz’e attığı bu perişan vilayet, tam yirmi dört cezire-i Asyaidir. Bu sıfatla mezkûr adalar Anadolu’nun nigahban-ı tabiisi olurlar. Memalik-i bakiye-i Osmaniye’nin kıla-i istiklali, istihkâmat-ı tabiiyesi onlardır; adalar kimin eline geçerse Anadolu onundur. Çünkü bugün Anadolu’yu en mükemmel müdafaa eden onlar olduğu gibi, yarın da en ziyade tehdit edecek, yine onlar olabilir. İşte adaların müttefikun aleyh olan vaziyet-i umumiye-i askeriyesi budur. Şimdi biraz da sekene itibariyle tetkik edelim: ekseriyet-i ahali, Rum’dur. Bunların mecmuu dört yüz elli bin kadar tutar; ehl-i İslam, yani Türkler, maatteessüf pek ekalliyette kalıyorlar. Çünkü nüfuslarının yekûnu altmış bin. Dört bin iki yüz kadar da Yahudi ve ecnebi vardır. İşte megali idea erbabına Cezayir-i Bahr-i Sefidi “Yunanistan’ın Yunanistan’ı” telakki ettiren, hep bu hesabın verdiği kuvvettir! Fakat bir memleketin tayin-i aidiyetinde yalnız istatistiki değil, daha bunu gölgede bırakacak birçok ahval-i mahsusayı da nazar-ı dikkate almak mecburiyeti vardır. Onlar da vaziyet-i coğrafya, hakk-ı tarihi ve ihtimalat-ı siyasiye-i müstakbele gibi şeylerdir. Adaların vaziyet-i coğrafyası aynı zamanda hem muğlak hem muttariddir. Muğlaktır, çünkü daimi bir fırtınaya cilve-gâh olan bir denizin ortasında, yüksek ve sarp kayalıklarla dolu, bazısı sahile pek yakın, bazısı uzak, kimisi mükemmel limanlarla müzeyyen, bir takımı da bundan mahrumdur. Muttariddir, çünkü her adanın teşekkülat-ı dahiliyesi aynı kayalıklarla dolu, sevahili aynı vahşi sularla muhattır. İşte bu sebeple adalar senesi daima birbirinden ayrı, müteferrik yaşamışlar. Her birinin kendine mahsus donanması, Marmara’dan masnu tiyatroları, feylesofları, şairleri olmuştur. Bu tabii o zamanki vesait-i nakliye ile suret-i muntazamada idame-i münâsebetatın kabil olamamasından ileri gelir. İşte bu hususiyet-i mahalliye ahalinin tabiatına işlemiş, onları takriben münzevi birer heyet-i içtimaiye haline kalb etmişti! Bu tabiattaki insanların revabıt-ı ırkıyeye rağmen mensup olduğu mader-i vatanla, hariçle o kadar ülfet etmeyecekleri şüphesizdir. Onlar yalnız kendi alemlerinde sayd-ı mâhi, süngercilik ve korsanlık gibi şeylerle yaşadılar ve öyle zamanlar oldu ki servetleri Roma’dan, Mısır’dan, İstanbul’dan müstevliler celp etti. Bu tafsilat gösteriyor ki adalılar serbest ve ayrı yaşamak fıtratı ile mütehallıktır. Onlara bir kıymet-i mahalliye teşkil etmiş Rumlar denilebilir. Vaziyet-i tarihiyeyi tetkik etmeden evvel biraz da Rum vatandaşlarımızdan bahsetmek herhalde faydalı olacaktır. Herkes bilir ki eskiden Yunan medeniyeti pek büyüktü. Onun da bir devr-i şükûh ve şanı var, onun da dünyada icra-yı saltanat etmiş olduğu bir eski zamanı vardır. Fakat bilahare o medeniyet münkarız oldu; nesil manen ve maddeten tereddi etti. Zaten o zaman bile insaniyet-i hakikiye ile pek o kadar kabil-i telif olmayan âdât ve ahlakları, ananeleri vardı. Bunlar bilâhare o mazi-i muhteşemden sonra, kemal-i şiddetle icra-yı faaliyet etti. İşte bugünkü Yunanlılar bu uzun devr-i inhitatın tortusudur. Fıtraten son derece sukut etmişlerdir. O derecede ki Fransızcada (garak) kelimesi, dolandırıcı, hırsız mana-yı mecazisini ihraz etmiş, hatta kamuslara bile nakşolmuştur. Rumlar son derece menfaatperesttirler. Bu ihtiras o kadar gözlerini bürümüştür ki beş dakikalık bir nef’ için bütün atilerini veda edecek kadar dûrbinliklerini kaybetmişlerdir. Bugün bir Cezayirli Rum, para kazanmak için en sefil, en hacalet-engiz işlere tevessül etmekten çekilmez. Numunesi meydanda. Biz şimdiye kadar “kardeşiz” diye onları alkışladık, onlar da fırsat düşünce İtalyanları alkışladılar. Daha geçen gün, Yunan kralının katlinde Fener’den Atina hükümdar-ı ceddi olan muhasım ordu baş kumandanına bir taziye telgrafı çekilmişti! On iki ay evvel de ölen patrik, ilk Kırkkilise hezimeti üzerine, hükümetimizden Ayasofya Camii’nin anahtarlarını istiyordu! İşte bu medeniyet-i kadime ahfadı bu derece şîme-i siyasete malik, bu derece ehl-i insaftır! Bütün Cezayir-i Bahr-i Sefid bunlarla meskundur. Mamafih yukarıda da söyledim ki oradakiler Rum olmakla beraber, daha ziyade ayrı yaşamak kabiliyetindedirler. Hadisat-ı ahîre esnasındaki galeyanları hep Atina’daki (Rum ittihadı) taraftarlarının asar-ı himmetidir. Adaların vaziyet-i coğrafyasına ait son söz olarak şunu da söyleyelim ki ahali ırken Avrupalı bir kavme mensuptur. Fakat oturdukları toprağın Asya olduğunu unutmamalı… Vaziyet-i tarihiyeye gelelim. Türkler filhakika adaları pek sonradan istila ettiler; lakin devlet-i Osmaniye’nin bidâyet-i teşekkülünden beri hep din namına cenk ettiğini ikrar eden Avrupa şunu unutmasın ki İslamiyet on üç asırdan beri adalılarca malumdur. Müslümanlar oranın tarihine karışmışlardır. Miladın 647’nci senesinde Mısır Arapları Rodos’la Kıbrıs’ı fethetmişler, bilahare İstanbul’un muhasarasına kadar bile ilerlemişlerdi. Bilmem bu hakikat halife-i hazır-ı İslam’a bir hakk-ı tarihi temin etmez mi? Saniyen, yalnız hakk-ı tarihiye malikiyet de hakk-ı mülkiyeti temin edemez, çünkü o zaman İtalyanların da Cezayir-i Bahr-i Sefide iddia-yı tesahüp etmelerini kabul etmek icap eder. Halbuki Osmanlıların, bütün bu ihtimalata rağmen, hakk-ı hâkimiyetleri yine galiptir. Çünkü bizi Rumlar, esna-yı işgalde bir halaskar olarak istikbal etmişler, hatta bilfiil muavenet bile göstermişlerdi. İtalyanlar orada her türlü zulmü yaparak oturuyorlardı. Ortodoks ahali mahkûm menzilesinde idi. Daima dinleri tehditle tebdil ettirilmek isteniliyordu. O zaman Osmanlılar sekene-i Cezayir’i izmihlalden kurtardılar. Bu müddeaımızı Kıbrıs ve Kandiye muhaberelerinde Rumların gösterdikleri yardımlar, tehalükler ispat eder sanırız. Hakimiyet-i Osmaniye, teessüsünden sonra, büyük bir hüsn-ü niyetle orada icra-yı adalete başladı. Serbesti-i mezahibi temin etti. Hatta bilahare kendi hakimiyetinin aleyhine istimâl edilecek derecede bilfiil idarelerini azade-i kuyud etti. Misal olarak büyük Sultan Mahmud-u Sani Hazretlerinin bir ferman-ı hümayunlarından aldığım cümle-i âtiyeyi enzar-ı insafa takdim ederim: “… bundan böyle usul-ü mer’iyet ve ubudiyetin hilafı harekette bulunmadıkları ve senevi vergileri olan salifü’z-zikr seksen bin guruş taksitleri hululünde vakit ve zamanıyla tarafına tediye ve teslim eyledikleri halde tarafından ve sairleri caniplerinden bir gûne taaddi ve rencide olunmayıp… ila ahir.” İşte usul-i idare-i Osmaniye’nin bir numuneyi la yemutu. Seksen bin guruş gibi pek cüz’i bir vergiden başka hukuk-u hâkimiyetten hiçbirisi talep olunmuyordu. Bunu kendileri bile inkâr edemezler. Hatta istiklal muharebeleri zamanında, birçok adalar muharebeye iştirak etmek istemedi. Çünkü vaktiyle Atina tabiiyetinin kendilerine nelere mal olduğunu biliyorlardı. Fakat o sırada Babıali’nin tevehhüm neticesi olan yanlış bir hatt-ı hareketi, yani harbe iştiraklerini men için, Arnavutluk’ta olduğu gibi, silah toplamak teşebbüsü, birkaç adayı isyana karıştırdı. Bununla beraber Kıbrıs, Rodos, Kuşadası ve isimlerini hatırlayamadığım diğer iki cezire tamamıyla bitaraf ve sakin kaldılar. Devlet-i Yunaniyenin Avrupa’ya göstereceği delillerin hiçbirisi bunlar kadar canlı olamaz. Bunların hiçbir kıymeti olmasa bile, yine Anadolu arazisinden olmak, adaların hakimiyet-i Osmaniye altında kalmasını temin eder. Zira askeri ve siyasi sebepleri vardır. Birincilerini yukarıda görmüştük. Gelelim esbab-ı siyasiyeye. Bugün bir bahr-i sefid muvazenesi meselesi vardır. Bu muvazene de bütün Avrupa düvel-i muazzaması ihtirasatının muhassalasından mürekkeptir. Düvel-i mezkureden Bahr-i sefidde limanı ve sahili olanlar tevessu’, Rusya ve Almanya gibi olmayanlar da üss-ü bahri temini siyasetlerini takip ederler. Adalar hepsinin matmah-ı nazarıdır. Onun için mevcut statükonun bozulması, velev Yunanistan’ın lehine olsa bile, bu muvazeneti ihlal eder. Çünkü o zaman hükümet-i Rumiye, bahr-i sefidin şark havzasında mevki itibariyle hâkim olur. Bu suretle de bürudet yolağzı olan adalar denizi her cümle-i siyasiye için bir tarik-i mesdüd halini alır.   Yunan erbabı hülyası, adaların mutlaka Anadolu ya tabi olması lazım gelmediğini, buna misal olarak da vaktiyle Anadolu’ya malik olan İranilerin Cezayir-i Bahr-i Sefid olmaksızın da yaşayabildiklerini ileri sürüyorlar! halbuki dikkat edilse, o zaman İran’ın payitahtından pek çok uzak olan bir müstemlekenin adalarını ilhak etmekteki müşkülat derhal tasdik edilir. Biz o vaziyette değiliz; payitahtımız yakın. Doğrudan doğruya Bizans İmparatorluğu’nun varis-i memâlikiyiz. Mamafih İraniler bile kuvvetli oldukları zamanlar adalara da kancaları takmamış değillerdi. Onun için adalardaki Rumların mukadderatı ancak Anadolu’daki Rumluğun mukadderatına tabi olabilir. Zira milliyet esası ile her mesele halledilecek olsa dünyanın baştan başa değişmesi lazım gelir. Biraz da adaların son devirdeki vaziyetinden bahsetmek isterim. Adaların imtiyazatı var mı, yok mu? Bu mesele şayan-ı tetkiktir. Yunanilere kalırsa adalar hemen hemen müstakildir. İspat-ı dava etmek için bir sürü fermanlardan, Babıali’nin evamir-i mahsusasından, imtiyazatan filan bahsederler. Hatta bu hususta, Yunan nokta-i nazarını müdâfaaten yazılmış pek çok kitaplar, risaleler, gazeteler bile vardır. Bunlar Sporad Adaları’nın muhtariyetinden, Sakız’ın istiklal-i adlisinden ve ila ahir… dem vurup duruyorlar. Muhtariyet dedikleri şey, bugüne kadar Osmanlı padişahlarının lütfen ve inayeten ihsan ettikleri serbestinin, ref-i mezalimin yanlış tercümesidir. Yoksa bizim fermanlarda “muhtariyet”e müteallik hiçbir şemme bile yoktur. Sakız istiklal-i adlisine gelince, filvaki Sultan Murad-ı Salisin ısdar ettiği bir fermanda “Ma beyne hümâda ihtilaf ve münazaada tahaddüs ettikde gerek kendileri hükm-ü tayiniyle fasl-ı dava edeler ve gerekse kadı-i Cezire’ye müracaat eyleyeler. Herhalde her iki neticede mamulün bih ola..” gibi bir cümle var. Lakin bundan istiklal-i adli netice-i garibesini istihraç edebilmek ancak bir Yunanlı muhayyile-i vasiasına malik olmaya mütevakkıftır. Adalardan yalnız Sisam’ın muhtariyeti yani imtiyazat-ı mahsusası vardır.1 Bunun da sebebi, evvela Cezire’nin kamilen isyankâr Rumlarla meskûn olması, hiçbir Türk ve Müslüman bulunmaması, bilhassa payitahta en uzak ada olması fevkalade ufaklığı ve Babıali’nin de artık her isyan eden yere bir Hıristiyan vali tayininde alışması gibi şeylerdir. Mamafih Sisam’ın bile imtiyaz ve muhtariyeti pek ihtiyari bir hal ve mevkidir. Babıali’nin istediği vakit bunları refetmeye hukuk-u düvel-i nokta-i nazarından salahiyeti vardır. Sisam’a Fransa, İngiltere ve Rusya devletlerinin himayesinde olarak 1832 senesinde muhtariyet verildi. Bununla beraber hiçbir dakika ahalisi, bilhassa Sofoklis Fırkası, hükümete, beylere rahat ve huzur yüzü göstermedi. Hatta merhum Kopas Efendi İstanbul’dan asker celp ettiği için hafriyat meselesi münasebetiyle katledilmişti. Şimdi Yunanilerin taht-ı işgalinde, inkılaptan sonra adalar meselesi bütün bütün bulandı. Yunan ilhakçıları tahrikattan geri durmadılar. Osmanlı Kanun-u Esasisi müsavat esasını vazediyor, fakat aynı zamanda tebaadan vezaif-i mütesaviye ile mükellef olmalarını da talep ediyordu. Çünkü hali sabık ancak istibdat ile kabil-i telifti. Mesela adalardaki Rumlar Osmanlı ordusuna asker vereceklerdi. Vergiler muntazam olacaktı. Bunlar seçeneği cezairin gözlerini kararttı, midelerini bulandırdı. O zamandan İtalya işgaline kadar ademi imtizaç kemali şiddetle metbu’la tâbii birbirinden ayırdı. Halbuki biz onlardan eskiden de devşirme usulüyle asker alıyorduk. Ittihat ve terakki cemiyeti sıkı bir merkeziyet politikası tatbik etmekle başa çıkarım zannetti. Fakat maatteessüf ümit ettiği gibi olmadı. Böyle yerler idare edilmek için ahval-i ruhiye ve mahalliyenin mükemmelen bilinmesi şart-ı azamdır. Bunun için de kurum kafalı bir dahiliye nazırı lazımdır. Bunlar tetkik edilmedi. O derece yanlış bir yoldan gidildi ki bilahare adalıların metalibini tetkik için hükümet komisyonlar göndermeye karar verdiği halde maatteessüf İtalyanlar bizden daha atik davrandılar. Cezayir-i Bahr-i Sefid gibi yerleri idare için vasi bir adem-i merkeziyet-i idari, mükemmel tesisat-ı nafia, limanlar, yollar, tramvaylar, şimendiferler, mektepler lâzımdır. Rumların bir tabiatı var, aç kalsalar bile yine mektep yaptırmak emellerinden vaz geçmezler. O mekteplerde tabii megali idea öğretilir. Hükümet buna mâni olmak için onların yanında daha mükemmel, daha muntazam mektepler inşa ettirmeliydi. Ittihat ve Terakkinin bilhassa muhakemede lisan-ı mahallinin istimali aleyhindeki tarz-ı hareketi en çok su-i tesir eden müessirattan biridir. Her sene binlerce yerli genç Amerika’ya ve sair mahallere servet için hicret ediyorlardı. Neden biz o zaman muhacir ikamesine çalışmadık? Makedonya'da, o bir milyon ihtirasın nokta-i tesadümünde tatbik ettiğimiz bir şeyi, burada neden yapmadık? Girit için o zamandan Yunanistan’la uyuşsaydık herhalde bugün bu adalar meselesi olmazdı, çünkü Yunanistan o vakitte yine Balkanlılara iltihak edecek değildi. Eskiden adalarda bizim fermanların neticesi olan serbest bir idare vardı. Bu fermanlar hukuk nokta-iı nazarından, yukarıda arz ettiğimiz vecihle, imtiyaz demek değildi. Fakat bilfiil imtiyazatın hasıl edeceği netice teessüs etmişti. Fener bir saray, daha doğrusu hükümet içinde hükümet vazifesini görüyordu! Eğer ittihat ve terakki cemiyeti bugün sarıldığı adem-i merkeziyet asasını o zaman eline alıp da adalar vilayetine imtiyaz değil muhtariyet-i idareye vermiş olsaydı, herhalde şimdi patrik efendi hazretlerinin asası bu kadar uzun olmazdı. Çünkü Cezayir-i Bahr-i Sefiddeki vaziyette imtiyazkaranenin izalesi kapitülasyonların lağvı kadar ve belki daha ziyade mühim ve elzemdir. Böyle bir muhtariyet-i idariye sayesinde artık Sisam’ın bile imtiyazatına, beyliğine nihayet verilmiş olurdu. İşte müsavat-ı meşruta budur. Vaktiyle Avusturya da bizim gibi merkeziyet taraftarı idi. Fakat bugün o makinenin artık işlemeyeceğini anladı. İngiltere bile İrlanda’ya karşı olan vaziyeti tebdil etmek ihtiyacını izhara başladı. O zamanki hükümetimiz bu muazzam misallerden bir şey anlamamıştı. Halbuki imtiyaz ile muhtariyet arasında semalar kadar fark vardır! Muhtariyet-i idareye vaziyet-i coğrafyalarının neticesi olarak, adalılara tatbik edilebilecek en güzel siyasettir. Çünkü onlar yalnız bizim merkeziyet usulümüzle değil, hatta İngiliz ve İtalyan idareleriyle bile uyuşamıyorlar. Rodos ve Kıbrıs’ın bugünkü halleri bu müddeadamın en mükemmel, en zihayat delilidir. Şüphesiz bize İtalya, verdiği kavl-i namus üzerine, sulh-i kat’iden sonra taht-ı işgalindeki adalarımızı iade edecektir. İtikadımızca İttihat ve Terakki Cemiyetinin bundan sonra oralarda tatbik edeceği siyaset, hatalarının tamiri ile başlamalı, yani ademi merkeziyet-i idariyeyi tatbik etmelidir. Hatta İskenderiye ve Atina’daki adalı Rumlar bile geçen haziranda düvel-i muazzama süferasına takdim ettikleri memorandumda ya mader-i vatana iltihaklarına müsaade olunmasını veyahut da ikinci şık olarak muhtariyetlerini talep ediyorlardı. Bu da gösterir ki eser-i teşvik olan birinci şıktan kat’-ı nazar olunursa yalnız bir arzuları var: muhtariyet. Şüphesiz ki muhtariyetler daima bir devletin zir-i himayesinde olacağından bunları da ancak devlet-i Osmaniye tabiiyetine idhal etmek mümkündür. Bizim mevcudiyetimiz kabul edildikçe bu böyle olacaktır. Zira Yunanilerin istedikleri gibi adalara plebisit usulünü tatbik edemeyiz. Bu çareyi tesviye merdud olmakla beraber her yerde kabil-i tatbik de değildir. Eğer caiz ise Fransa Tunus ve Cezayir’de, İtalya Trablusgarp’ta, Bulgaristan Edirne’de, İngiltere de Mısır’la Hindistan’da tecrübe etsinler. *İsmail Hami | İctihad Dergisi, 30 Mayıs 1329 1- Taşoz adası meselesi ayrı bir makale halinde arz olunacaktır.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiÖldüğüm Zaman Beni Deniz Sesi İşitebileceğim Bir Yere Gömün
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

سوكيلي دوستلر، بو آغستوس آينده  يينه  كونلك ديلده  چوقجه  قوللانديغمز اما كوكننى چوق بيلمديگمز كلمه لرڭ كچمشنه  برابر بر يولجيلق ياپاجغز. برلكده ، يڭي كلمه لر طانيدقجه  ديلمزڭ و دنيامزڭ صينيرلريني كنيشلته جگز ان شاء اللّٰه. ايلك كلمه مز دويديغمزده  تبسّم ايتديگمز اما معناسي براز دوشونديروجي اولان بر كلمه   ”معذب“ Sevgili dostlar, bu ağustos ayında yine günlük dilde çokça kullandığımız ama kökenini çok bilmediğimiz kelimelerin geçmişine beraber bir yolculuk yapacağız. Birlikte, yeni kelimeler tanıdıkça dilimizin ve dünyamızın sınırlarını genişleteceğiz inşallah. İlk kelimemiz duyduğumuzda tebessüm ettiğimiz ama manası biraz düşündürücü olan bir kelime  “muzip” MUZİP: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. Kelime “azap vermek, sıkıntı vermek”  manasına gelen “i‘zâb” kökünden türetilmiştir. “insanlara azap veren” anlamına gelmektedir. Osmanlıda çok şaka yapan, insanlara takılmaktan hoşlanan, şaka yollu ve genellikle rahatsız edici davranışlarda bulunmayı huy edinmiş kimselere bu isim verilirdi. AVLU: Bu kelime Arapçadır. Osmanlı zamanında kelime “havlu” şeklinde kullanılırdı. “etraf, çevre, civar, yöre” manalarına gelen “havl” kökünden doğmuştur. “Havali” kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Halk ağzında zamanla  “havlu” kelimesi “avlu” tarzında değişime uğramıştır. İSTİFA: Bu kelime Arapça bir kökten kaynaklanır. “bağışlamak, affetmek” manasındaki  “afv”  kökünden gelmektedir. İstifa kelimesinde bir işten kendi isteğiyle çekilme ön plandadır. Kelime “Bir işten affını isteme, af dileme” anlamına gelmektedir. KAZAN: Bu kelime Türkçe kökenlidir. Aslı “kazgan”dır. Kelime dilimizden Farsçaya, Balkan ve Slav dillerine de geçmiştir. Eskiden “sel sularının yardığı yere” “kaz-gan” denirdi. Günümüzdeki “içinde çok miktarda yemek pişirilen veya bir şey kaynatılan büyük ve derin kap” anlamını sonradan kazanmıştır. Kelimenin çok farklı kullanım alaları vardır. “Aşûre kazanı” “Çorba kazanı” “Katran kazanı” “Boya kazanı” “kalorifer kazanı” bunlardan sadece birkaç tanesidir. Tarihî olarak ise sadece bizim kültürümüze has “kazan kaldırmak” deyimi çok meşhurdur. Yeniçeriler, yeniçeri ocağındaki yemek kazanını kaldırıp İstanbul’daki At Meydanı veya Et Meydanı’na götürüp herkese topluca isyan ettiklerini gösterirlerdi. Osmanlıda yeniçerilerin kazanı bu şekilde kaldırmaları “isyan etmenin,  başkaldırmanın”  bir sembolü olmuştu. MEŞALE: Bu kelime Arapça menşeli bir kelimedir. Kökü “ateş tutuşması” anlamında “şa‘l” fiilidir. Meşale Arapça ism-i alettir. “Çok çok yanan, tutuşan” manasına gelmektedir. Osmanlı ordusunda aydınlatma ile görevli olan ve bilhassa ordugâhlarda meşale yakan, tutuşturan kimseler vardı. Bunlara “meşaleci” denirdi.     KADI: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. “Hüküm vermek, yerine getirmek” manasındaki “kada” kökünden türemiştir. Kelime eski metinlerde “kâdî” şeklinde kullanılmıştır. İslâm hukukuyla yönetilen devletlerde halk arasında çıkan anlaşmazlıkları, her türlü davayı halletmek üzere devlet tarafından tayin edilen memura bu isim verilirdi. Osmanlı Devleti’nde kadılar Tanzimat’a kadar bütün davalara, Tanzimat’ın ilanından medenî kanunun kabulüne kadar ise de sâdece boşanma, nafaka, miras vb. davalara bakarlardı. Osmanlıda ayrıca “Kādı’l-kuzat” makamı vardı. Bu kişiler “Kadıların kadısı, en büyük kadı (Şeyhülislâm veya kazasker)” makamını taşıyan unvana sahiptiler. KAZA: Bu kelime dilimize Arapçadan geçmiştir. Eskiden memleketin idari taksimatında bir kadı efendinin hükmü ve idaresi altında bulunan yerlere “kaza” denirdi. Daha sonra bir kaymakam tarafından yönetilen bu yerlere “kaymakamlık veya  “ilçe” denildi. İSTİFRA: Bu kelime Arapça bir kelimedir. Aslı “istifrağ”dır. Kelime Türkçede “kusma” fiili ile ifade edilir. “boşalmak, vazgeçmek” manasındaki  “ferağ”  kökünden gelmektedir.  “Midenin dolu olmasından vazgeçip boşalmasını isteme” gibi bir manaya gelmektedir. Hakkından vazgeçme manasındaki “Feragat” kelimesi de aynı kökten gelmektedir.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiSultan II. Abdülhamid, Mühendislik Mektebine Kimya Laboratuvarı Yaptırmıştı
Biliyor muydunuz?

سلطان ٢نجي عبدالحميد، مهندسلك مكتبنه  كيميا لابوراتوواري ياپديرمشدي مهندسخانۀ برّ همايون، سلطان ٢نجي سليم طرفندن مهندس يتيشديرمك أوزره  ١٧٩٥ سنه سنده  خاص كويده  آچيلمشدر. مهندسخانۀ بحرئ همايون ايله  برلكده  استانبول تكنيك أونيورسيته سنڭ چكردكلري اولارق قبول ايديليرلر. مهندسخانه ده  داها زياده  رياضيه  و هندسه  أوزرينه  درسلر ويريلييوردى. جبر و كئومتري خواجه سي عبدالرّحمن افندي اوقولڭ ايلك اداره جيسي اولمقله  برلكده ، اوقولده  يبانجي خواجه  يوقدي. خمبره جي و لاغيمجي اوجاقلرينڭ ياقيننده  قورولارق، بو اوجاقلرڭ منسوبلريني اگيتمك آماچلانمشدي. آيريجه  او كونلر ايچون براز شهر طيشنده  انشا ايديلن بناسيله ، طلبه لرڭ يڭيچري اوجاغي ايله  ارتباطلرينڭ انكللنمه يه  چاليشيلديغي كورولور. اوقول بناسنڭ زمين قاتنده  بر مطبعه  بولونويوردي. بو مطبعه  آراجيلغيله  درس كتابلري باصيلمقده  و طلبه لره  طاغيتيلمقده يدي. ايلك اولارق برنجي صنف طلبه لرينه ، املا، خط، تكنيك رسم، حساب و هندسه  درسلري ويريلييوردى. صوڭره كي صنفلرده  ايسه  لاغيم باغلامق، خمبره  آتمق، طابيه  انشا ايتمك، اوردونڭ يريني تثبيت ايتمك، طوپ، كله  و خمبره  قونداقلري ياپمق كبي درسلرڭ ويريلديگي كورولمكده در. مهندسخانه نڭ اگيتيم قاليته سني آرتديرمق ايچون برچوق آديملر آتيلمشدر. بونلردن بعضيلري سلطان ٢نجي عبدالحميد طرفندن حياته  كچيريلمش و بو چرچوه ده  مهندسخانه نڭ باغچه سنه  بر كيميا لابوراتوآري انشا ايديلمشدر Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn, Sultan III. Selim tarafından mühendis yetiştirmek üzere 1795 senesinde Hasköy’de açılmıştır. Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn ile birlikte İstanbul Teknik Üniversitesi’nin çekirdekleri olarak kabul edilirler. Mühendishanede daha ziyade riyaziye ve hendese üzerine dersler veriliyordu. Cebir ve geometri hocası Abdurrahman Efendi okulun ilk idarecisi olmakla birlikte, okulda yabancı hoca yoktu. Humbaracı ve lağımcı ocaklarının yakınında kurularak, bu ocakların mensuplarını eğitmek amaçlanmıştı. Ayrıca o günler için biraz şehir dışında inşa edilen binasıyla, talebelerin Yeniçeri Ocağı ile irtibatlarının engellenmeye çalışıldığı görülür. Okul binasının zemin katında bir matbaa bulunuyordu. Bu matbaa aracılığıyla ders kitapları basılmakta ve talebelere dağıtılmaktaydı. İlk olarak birinci sınıf talebelerine, imla, hat, teknik resim, hesap ve hendese dersleri veriliyordu. Sonraki sınıflarda ise lağım bağlamak, humbara atmak, tabya inşa etmek, ordunun yerini tespit etmek, top, gülle ve humbara kundakları yapmak gibi derslerin verildiği görülmektedir. Mühendishanenin eğitim kalitesini arttırmak için birçok adımlar atılmıştır. Bunlardan bazıları Sultan II. Abdülhamid tarafından hayata geçirilmiş ve bu çerçevede mühendishanenin bahçesine bir kimya laboratuvarı inşa edilmiştir (BOA, İ.TPH, 1/26-3). Belge no: BOA, İ.TPH, 1/26-3 Tarih: Hicrî 20 Cemaziyelahir 1310 (Miladî 9 Ocak 1893) (1)Hû (2)Bâb-ı Âlî (3)Dâire-i Sadâret (4)Amedî-i Dîvân-ı Hümâyûn (5)1701 (6)Devletlû Efendim Hazretleri (7)Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn şâkirdânından program vechile kimya dersleri ta’lîm kılınmak için hendese-i mülkiye mektebi bahçesinin bir cihetine tanzîm olunan resmi mûcebince bir bâb-ı kimyahanenin inşâsı (8)lâzımeden bulunmuş ve lede’l-keşf elli dört bin kırk üç kuruş otuz beş para sarfıyla vücûda geleceği anlaşılmış olduğundan meblağ-ı mezkûrun Tophane-i Âmirenin (9)sâl-i hâl bütçesi dâhilindeki inşaât tertîbinden tesviyesiyle mezkûr kimyahanenin emâneten inşâsına me’zûniyet i’tâsına dâir Tophane-i Âmire müşîriyet-i celîlesinin tezkiresi (10)melfûf defterle ma’an arz ve takdîm kılınmakla ol-bâbda her ne vechile emr u fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı Hilâfetpenâhî şeref-sünûh ve sudûr buyurulur ise hükm-i âlîsi infâz edileceği (11)beyânıyla tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim fî Cemâziyelahir sene 1310 fî 28 Kanunuevvel sene 1308 (12)Sadrazam ve Yâver-i Ekrem (13)Cevâd (14)Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki (15)Resîde-i dest-i ta’zîm olup melfûflarıyla manzûr-ı âlî buyurulan işbu tezkire-i (16)sâmiye-i Sadâretpenâhîleri üzerine mûcebince irâde-i seniyye-i cenâb-ı Hilâfetpenâhî (17)şeref-sudûr buyurulmuş olmakla ol-bâbda emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir (18)Fî 21 Cemaziyelahir sene 1310 fî 29 Kanunuevvel sene 1308 (19)Serkâtib-i Hazret-i Şeriyârî (20)Bende Süreyya

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiAleksandros’tan Miçotakis’e İhtar
Okuma Metinleri

آلكساندروسدن ميچوتاكيسه  اخطار أوّلاً آرا صيره ، شو صوڭ زمانده  ايسه  خيزلي بر كيريش ياپدي يونانستان تركيه  كوندمنه . مديه ده  هپ بر ميچوتاكيس طولاشييور. او آطه سنڭ بو آطه بنم كزييور. خبر قناللري، سيته لر، صوسيال مديانڭ ديديگنه  كوره  پروواقاسيون آراييشلري پشنده  قوشويور. آرقه سنده كي كوچلر آدينه  صالوولر صاووریيور… يونان ديينجه  هپ جانمزي صيقان، ”سنڭ “…دييه  باشلايان جمله لريمز واردر چوغمزڭ. بونڭ ده  سببي، اسكيلره  طايانير. هيچ دگيشمه ين حرصلره … ظلملره … آيمازلق و حدسزلكلره … نه يسه ، كليڭز بر عصر أوڭجه سنه  كيده لم، يونانه ، ميچوتاكيسله  دگل ده  آلكساندروسله  باقالم. افنديم، حكايه  اسكي. ديمم اوكه  بر عصر أوڭجه سنده  ده  عين طابلولر ياشانييور. تقويملر ١٩٢٠’لري اشارت ايدييور؛ قورتولوش مجادله سي ييللري يعني… يينه  آغابگلر وار آطه لرڭ آرقه سنده كيلرڭ آرقه سنده . تاريخڭ قيد ايتديگنه  كوره ، سوموركه جي انكلتره  اڭسه سنه  بيڭمش يونانڭ… ياپيلان كيزلي آڭلاشمه لر كرگي آناطولي طوپراقلريني اشغال ايتمه  پلانلري پشنه  دوشمشلر، يوناني ده  بوروزن ايتمشلر. او كون ده  مديه  بوكونڭ بڭزري خبرلري آقتارييورمش… آڭلاشمه ده  نه مي وار؟ انكلتره  اللي بيڭ كيشيلك يونان اوردوسنڭ بتون سلاح و مهمّات احتياجنى قارشيلاياجق و بو اوردو ده  آناطولي يه  صالديراجق؛ بويله جه  كويا بيزانسي احيا خياللريني كرچكلشديره جكلر… مغالي ايده آ ديدكلري هاني… آغالر، پاشالر، بوروزنلر… اونلره  كوره  هر شي حاضردي. صالديري ايرته سي كون اعتباريله  باشلاياجقدى. فقط قدرڭ أوستنده  قدر واردر. انسان نه  دير، قدر نه  دير. . . بكلنمه دك بر شي اولدي. اوت، اولدي. موريتز اسملي بر مايمون صحنه  آلدي. آقشام وقتي أوينڭ باغچه سنده  طولاشان يونان قرالي آلكساندروسي ايصيردي. ايستر كوپگي قيصقاندي، كوپكله  غوغايه  طوتوشديلر، آلكساندروس اونلرڭ غوغاسنه  داخل اولدي، أويله  ايصيردي دييڭ. ايستر، بو خائن پلانلرينه  اللّٰه اذن ويرمدي، مأمور بر عسكرينى، بر مايموني موظّف قيلدي دييڭ؛ ايصيردي… نتيجه ده ، خائن پلانلرله  طولو انكليز باش باقاننڭ جان دوستي شو يونان قرالي آلكساندروس ده  قان زهرلنمه سندن ئولدي. هي كيدي… تاريخده  نه  چوق حيوانلر وار بويله  دگلمي؟ قارينجه ، سينك، ميقروپ… اڭ جبّار و ظالملري، بويله  بسيط كبي كوزوكن اما قدرت الهيه يه  باغلي نيجه  حيوانلر آلت أوست ايتمش؛ حرصلرينڭ، كبرلرينڭ، انانيتلرينڭ، ظلملرينڭ جزالريني بولمشلر… اوت، يوز ييل أوڭجه  انگليز و يونانليلرڭ ئولكه مز حقّنده كي پلانلري آلت أوست اولمشدي. و باش روللرده كي انكلتره  باش باقاني لويد جورج، ياشانانالر ايچون، ”تاريخڭ آقيشنى دگيشديرن بر حادثه “ ديمشدي. اللّٰهه  حمد اولسونكه  بر مايمون اليله  آناطولي يي استيلا پلانلري صويه  دوشمشدي. خاطرلاتايم ديدم… قونويه  دائر خاطريمه  كلن باشقه  بر شي ده  شودر: غزته ده  بو خبري كورن بديع الزمان حضرتلري، حادثه يله  ايلكيلي اولارق ”مجاهد بر حيوان مرثيه سي“ اسملي شو سطرلري قلمه  آلمشدي. اي مايمون ميمون!مؤمنلري ممنون، كافرلري محزون،يوناني ده  مجنون ايله دڭ.أويله  بر توقات اوردڭكه ،سياست چرخنى بوزدڭ.لويد جورجي قودورتدڭ،ونیزلوسي كبرتدڭ.ميزان سياستده  پك آغير اوتوردڭ.كه ، كفرڭ اوردولريني، ظلمڭ لشكرلريني،بر حمله ده  هوايه  فيرلاتدڭ. . .باشلرنده كي ماسكه لري دوشوروب،مسخره  ايدرك، بتون دنيايه  كولديردڭ.جنّتله  مبشّر (مژده لي) اولان حيوانلرڭ اثرينه  (صفنه) كيتدڭ.جنّتده  سعيدسڭ؛ چونكه  غازي، هم شهيدسڭ. Evvelen ara sıra, şu son zamanda ise hızlı bir giriş yaptı Yunanistan Türkiye gündemine. Medyada hep bir Miçotakis dolaşıyor. O ada senin bu ada benim geziyor. Haber kanalları, siteler, sosyal medyanın dediğine göre provokasyon arayışları peşinde koşuyor. Arkasındaki güçler adına salvolar savuruyor… Yunan deyince hep canımızı sıkan, “Senin…” diye başlayan cümlelerimiz vardır çoğumuzun. Bunun da sebebi, eskilere dayanır. Hiç değişmeyen hırslara… Zulümlere… Aymazlık ve hadsizliklere… Neyse, geliniz bir asır öncesine gidelim, Yunana, Miçotakis’le değil de Aleksandros’la bakalım. Efendim, hikâye eski. Demem o ki bir asır öncesinde de aynı tablolar yaşanıyor. Takvimler 1920’leri işaret ediyor; kurtuluş mücadelesi yılları yani… Yine ağabeyler var adaların arkasındakilerin arkasında. Tarihin kaydettiğine göre, sömürgeci İngiltere ensesine binmiş Yunanın… Yapılan gizli anlaşmalar gereği Anadolu topraklarını işgal etme planları peşine düşmüşler, Yunan’ı da borazan etmişler. O gün de medya bugünün benzeri haberleri aktarıyormuş… Anlaşmada ne mi var? İngiltere elli bin kişilik Yunan ordusunun bütün silah ve mühimmat ihtiyacını karşılayacak ve bu ordu da Anadolu’ya saldıracak; böylece güya Bizans’ı ihya hayallerini gerçekleştirecekler… Megali idea dedikleri hani… Ağalar, paşalar, borazanlar… Onlara göre her şey hazırdı. Saldırı ertesi gün itibariyle başlayacaktı. Fakat kaderin üstünde kader vardır. İnsan ne der, kader ne der... Beklenmedik bir şey oldu. Evet, oldu. Moritz isimli bir maymun sahne aldı. Akşam vakti evinin bahçesinde dolaşan Yunan Kralı Aleksandros’u ısırdı. İster köpeği kıskandı, köpekle kavgaya tutuştular, Aleksandros onların kavgasına dahil oldu, öyle ısırdı deyin. İster, bu hain planlarına Allah izin vermedi, memur bir askerini, bir maymunu muvazzaf kıldı deyin; ısırdı… Neticede, hain planlarla dolu İngiliz başbakanının can dostu şu Yunan kralı Aleksandros da kan zehirlenmesinden öldü. Hey gidi… Tarihte ne çok hayvanlar var böyle değil mi? Karınca, sinek, mikrop… En cabbar ve zalimleri, böyle basit gibi gözüken ama kudret-i İlahiyeye bağlı nice hayvanlar alt üst etmiş; hırslarının, kibirlerinin, enaniyetlerinin, zulümlerinin cezalarını bulmuşlar... Evet, yüz yıl önce İngiliz ve Yunanlıların ülkemiz hakkındaki planları alt üst olmuştu. Ve başrollerdeki İngiltere Başbakanı Lloyd George, yaşananalar için, “Tarihin akışını değiştiren bir hadise” demişti. Allah’a hamd olsun ki bir maymun eliyle Anadolu’yu istila planları suya düşmüştü. Hatırlatayım dedim… Konuya dair hatırıma gelen başka bir şey de şudur: Gazetede bu haberi gören Bediüzzaman Hazretleri, hadiseyle ilgili olarak “Mücahit Bir Hayvan Mersiyesi” isimli şu satırları kaleme almıştı. Ey maymun-i meymûn!Müminleri memnun, kâfirleri mahzun,Yunan’ı da mecnun eyledin.Öyle bir tokat vurdun ki,Siyaset çarkını bozdun.Lloyd George’u kudurttun,Venizelos’u geberttin.Mizan-ı siyasette pek ağır oturdun.Ki, küfrün ordularını, zulmün leşkerlerini,Bir hamlede havaya fırlattın...Başlarındaki maskeleri düşürüp,Maskara ederek, bütün dünyaya güldürdün.Cennetle mübeşşer (müjdeli) olan hayvanların isrine (safına) gittin.Cennette saîdsin; çünkü gazi, hem şehidsin.

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiEge Adaları Asla Bölgesel Bir Sorun Değildir
Belge Okumaları

Tarihin ilk dönemlerinden beri çevredeki kara devletlerinin dikkatini çekerek büyük bir mücadele sebebi olan Ege Adaları, Bizans hâkimiyeti altında iken Venedik ve Ceneviz gibi denizci devletleri arasında çekişmeye sahne olmuş, 1071 Malazgirt zaferinden sonra da Anadolu’ya giren Türklerin dikkatini çekmiştir. Bu ilgi, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra Adaların zamanla Osmanlı idaresine geçmeleri sonucunu doğuracaktır.  Malazgirt zaferinden sonra İzmir’de bir Türk Beyliği kuran Çaka Bey birçok adayı Türk egemenliği altına aldı. Ancak 1096ʼda onun ölümü ile bu adalar kaybedildi. Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan Süleyman dönemleri arasında Osmanlı topraklarına peyderpey kazandırılan Ege Adaları’na 1669 yılında Girit de dâhil oldu ve yaklaşık 3 bin ada ve adacık, Osmanlı hâkimiyetinde yüzyıllarca barış içinde yaşadı. Ancak Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı Edirne Antlaşması (1829) ile Ege Adaları yavaş yavaş Osmanlı’dan kopmaya başladı. 1911 ve 1912ʼde vukua gelen Trablusgarp ve Balkan savaşları, Ege Adalarının büyük çoğunluğunun fiilen kaybedilmesini netice verdi. Millî Mücadele sonucunda 1923ʼte imzalanan Lozan Antlaşması’na göre Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adası, Eşek Adası gibi adalar Türkiye’ye bırakıldı. Bununla birlikte Anadolu sahillerine 3 milden az uzaklıkta bulunan adalar ve adacıklar da Türkiye’ye verildi. Bunların haricinde egemenliği hukuki olarak hangi tarafa ait olduğu belirtilmemiş adacıklar da vardır. Zira Lozan Barış Antlaşması’nda egemenlik devrine konu olan adalar, ismen sayılan veya sayılmayan bütün adalardır (16. madde). Hâlbuki burada adacıklar veya kayalıklardan bahsedilmemektedir. Öte yandan antlaşmanın 13. maddesinde yer alan, Anadolu’ya yakın kıyılardaki Yunan adalarının silahlandırılmaması, bu adalarda üs kurulmaması kuralı, günümüzde başka bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Tarihi sürece baktığımızda 19. yüzyıldan itibaren Ege Adaları’nın kimin hâkimiyetinde olacağına karar veren, “büyük devletler”dir. Bu büyük devletlerin kim olduğu düşünülürse hangi tarafı seçeceği kolayca anlaşılır. Hâlbuki bir toprak parçasının bir devlet egemenliğine verilmesi için tarihî, coğrafi, demografik ve kültürel unsurlar da göz önünde tutulmalıdır. Ege Adaları yüzyıllarca şu şekilde taksim edilmiştir: Anadolu’ya yakın olan adalar Anadolu’da hâkim olan devlete, Balkan Yarımadası’na yakın olan adalar ise Balkanlar’daki hâkim devlete ait olmuştur. Zira bu adalar savunma hatlarını kontrol etmesi bakımından iki tarafta da büyük önemi haizdir. Dolayısıyla Anadolu’nun doğal uzantıları konumunda olan Limni, Midilli, Sakız, Rodos, Sisam ve İstanköy gibi adalar coğrafi olarak Anadolu’nun hâkimiyetinde olmalıdır. Bundan yüz yıl kadar önce Yunanistan’ın Avrupa devletlerini kışkırtarak adaları işgal etmeye yönelik faaliyetlerini, günümüzde Ege ve Akdeniz bölgelerinde aynı taktikle yürüttüğüne şahit oluyoruz. Görünürde Yunanistan’ın, arka planda ise Avrupa devletlerinin Müslüman Türk topraklarını işgal ve yok etme politikasına ilişkin tarihî vesikalardan ikisini bu sayımızda sizlerle paylaşıyoruz. 1. VESİKA Yunanistan Başbakanı Venizelos'un Adaları Yunanistan'a ilhak etmek için Avrupa devletleri üzerinde baskı kurma isteği ve bu konuyla ilgili kulis yapılması hakkında Viyana Sefareti Masalhatgüzarlığının telgrafının Hariciye Nezareti tarafından Dahiliye Nezaretine sunulması (20 Haziran 1914) Hüve Bâb-ı Âlî Hâriciyye Nezâreti Umûr-ı Siyâsiyye Müdîriyyet-i Umûmiyyesi Mühimme Kalemi Aded 49046/633 Dâhiliyye Nezâret-i Celîlesine Hülâsa: Adaların Yunanʼa ilhâkı hakkındaki emirnâme-i kralî (1) Devletlü efendim hazretleri (2) 3 Haziran sene 330 târîhli ve 592/48798 numaralı tezkire-i senâverîye zeyildir. (3) Viyana Sefâret-i seniyyesi maslahatgüzârından vârid olan 15 Haziran sene 914 târîhli telgrafnâmenin münderecâtı ber-vech-i âtî beyân olunur: (4) “Mösyö Venizelosʼun Adalarʼın Yunanʼa ilhâkı hakkındaki emirnâme-i kralînin ısdârı sûretiyle hukûkî bir emir vâkiʻ ihdâsıyla devletler (5) üzerinde bir tazyîk icrâ etmek maksadında bulunduğu farz olunuyor. Mösyö Venizelos Adalarʼın sûret-i katʻiyyede temellükü içün (6) matlûb olan Avrupa zımân-ı düvelîsini istihsâle bu vâsıta ile muvaffak olabileceğini ümîd ediyor. Yunan hükûmetinin esbâb-ı mütevâliye (7) ile Devlet-i Aliyyeʼyi Boğazların seddine icbâr etmek binâen-aleyh alâkadâr devletleri tavassuta ve Adalar mesʼelesinin halline mecbûr kılmak gâyesini (8) taʻkîb etmekte olduğu mehâfil-i siyâsiyyede zannedilmektedir.” (9) Keyfiyyet-i maʻlûmât olmak üzere Harbiyye Nezâret-i celîlesine de yazıldı efendim. Fî 25 Receb sene 332 ve fî 7 Haziran sene 330 (10) Hâriciyye Nâzırı nâmına Müsteşâr Reşad Hikmet Hıfz DH_EUM_3_Sb_00001_00048_001_001 * 2. VESİKA Yunanistan tarafından işgal edilen ancak Osmanlı Devleti tarafından işgali kabul edilmeyen Sakız Adası ahalisinin diğer Ege adaları halklarının Yunan tabiiyetini kabul edemeyeceği ve bu adalardaki Osmanlı tebaasının himaye edilmesi hakkında Hukuk Müşavirliğine yazılan yazı (9 Ocak 1916) Hukûk Müşâvirliğine Fî 24 Kânûn-ı Sânî sene 330 (1) Sakız Adasıʼnın Yunanistanʼa keyfiyet-i ilhâkını hükûmet-i seniyye tasdîk etmemiş (2) ve Atina Muʻâhedenâmesiʼnin dördüncü mâddesinde arâzî-i metrûke ahâlîsine bahş (3) edilen hakk-ı hıyârın ora ahâlîsine şümûlü bulunmamış ve binâ-berîn Sakız Adası (4) ile cezâir-i Bahr-i Sefîdʼin Yunan işgâli altında bulunan diğer aksâmı ahâlîsi tâbiʻiyyet-i (5) Osmâniyyelerini muhâfaza etmekte bulunmuş olduğundan cezâir-i mezkûre ahâlîsinin tâbiʻiyyet-i (6) Osmâniyyeyi ihtiyâr etmelerine mahal olmayacağı gibi bunlardan memâlik-i ecnebiyyede mütemekkin olanların da (7) tâbiʻiyyet-i Yunaniyyeyi ihtiyâr edemeyeceklerinin ve binâen alâ-zâlik beyânnâmeleri kabûl ve tescîl (8) edilmesinin ara sıra bu bâbda izhâr-ı tereddüd edildiği meşhûd olmasına binâen (9) şehîdliklerimize taʻmîmi ve bu meyânda düvel-i muhâsama memâlikinde tebaʻa-i Osmâniyyenin himâyesi (10) kendilerine mevdûʻ olan devletler sefâretlerine şehbenderlerine li-ecliʼt-teblîğ (11) maʻlûmât iʻtâsı ve bu bâbda kaleme alınacak tahrîrât ve müzekkire-i şifâhiyyenin (12) İstişâre Odasına da irâesi irâde-i aliyye-i âsafânelerine vâbestedir. (13) Fî 27 Kânûn-ı Evvel sene 331 (İmza) (14) Umûr-ı İdâriyye Müdîriyyet-i Umûmiyyesine (15) Fî 28 Kânûn-ı Evvel sene 331 (16) Tam bir sene sonra İstişâre Odasından çıkan bu (17) tahrîrâtın ve derkenârın kıymeti sukût etmiş (18) olduğundan hıfzı. HR.İD.00119.00050.001.003 Kelimeler: Ber-vech-i âtî: Aşağıda olduğu gibiBinâ-berîn: Bundan dolayıBinâen alâ-zâlik: Bundan ötürüDüvel-i muhâsama: Savaşan devletlerHıyâr: Seçme hakkıIsdâr: Meydana getirme, çıkarmaİrâe: Gösterme, bildirmeİstihsâl: Meydana getirme, üretmeİstişâre Odası: Hariciye Nezareti bünyesinde yer alan Bâbıâli Hukuk MüşavirliğiLi-ecliʼt-teblîğ: Tebliğ nedeniyleMaslahatgüzâr: Elçi vekiliMehâfil: Meclisler, toplantılarMeşhûd: Gözle görülenMetrûke: Terk edilmişMevdûʻ: Emanet olarak verilmişMeyânda: AradaMünderecât: İçindekilerMütemekkin: Mukim, yerleşikMütevâliye: DevamlıMüzekkire-i şifâhiyye: Sözle iletilen resmî yazı, tezkireŞehbender: KonsolosTaʻmîm: GenelgeTemellük: SahiplenmeVâbeste: -e bağlıZımân-ı düveli: Devletlerin garantör olması

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızda öğrendiğimiz harflerden “و” (Vav)’ın diğer harflerle birlikte nasıl yazılacağını göreceğiz. Harfleri yazarken, daha önce öğrendiğimiz başlama ve bitiş şekillerini unutmayalım.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiMizaç İlmi-3
Osmanlı Tıbbından

Transkripsiyon Fasl-ı Fiʼl-Mizâciʼl-Hâss Her şahsın bir mizâcı ve iʻtidâli vardır ki onunla sağdır. Meselâ Zeydʼin bir mizâc  ve iʻtidâli vardır ki sağlığı onunladır. Zeyd eğer Amr mizâcına girse hasta olur. Ve her iklîmin bir mizâcı ve iʻtidâli vardır ki sağlığı onunladır. Meselâ Hindistan halkının bir mizâcı ve iʻtidâli vardır ki onunla sahîh mizâclıdır. Ve Saklab (Slav) ve Çin halkının dahi başka mizâc ve iʻtidâlleri vardır ki Saklabʼı ve Çinʼi Hindî mizâcına girse hasta olur. Kezâlik Hindî Saklab ve Çin mizâcına girse hasta olur. Bir vilâyet halkı bir vilâyet halkından muʻtedil olur. Ve nevʻ-i insânın bir sınıfı bir sınıfından muʻtedil olur. Bunda tafsîl çokdur. Bahs-i teşrihe lâyık olmamağın tayy olundu. Fî Beyân-ı Emziceti Sükkânüʼl-Ekâlîm Bilmek gerek ki insân birbirine kıyâs olunsa hatt-ı istivâda sâkin olanlarının mizâcları iʻtidâle yakındır. Ondan sonra dördüncü iklîm halkının mizaçlarıdır. Ondan sonra tedriçle hatt-ı istivâdan ırağ oldukça mizâcları dahi ol mertebe iʻtidâlden ırağ olur. Fî Beyân-ı Emzicetiʼl-Aʻzâi Mineʼl-İnsân Hazret-i Hakîm-i aleʼl-ıtlâk celle şânuhû kemâl-i kereminden her hayvâna ve her hayvânın aʻzâsına kendü hâline münâsib olan mizâcı ihsân edip insâna mümkün olan mertebe mizâc-ı muʻtedil verip ve insânın dahi her uzvuna ol uzva lâyık olan mizâcı ihsân edip eğer bir uzuv kendiye gerek olan mizâcdan çıkıp âhar uzuv mizâcın bağlaya, iʻtidâlden çıkar. Meselâ kemik kendi mizacından çıkıp et mizâcın ya ciğer mizâcın bağlasa iʻtidâlden çıkar. İmdi aʻzâ-i insândan baʻzı uzvu ısıcak mizâclı ve baʻzı uzvu savık mizâclı ve baʻzı uzvu kuru ve baʻzı uzvu yaş mizâclı halk etmişdir. Her biri bedenin bir maslahatı içündür. Ol nesne ki sâir aʻzâya nisbet gâyet ısıcakdır, rûhdur. Ondan sonra kalbdir ki rûh ondan zuhûr eder. Ondan sonra kandır, ondan kızıl ciğerdir. Zîrâ ol dahi donmuş kan gibidir. Ondan akciğerdir. Ondan etdir. Ondan sonra et üzerinde olan beyâz perdedir. Ondan sonra adalâtdır. Ondan sonra dalak, ondan böbrekdir. Ondan sonra oynar damarların kablarıdır. Bu damarlar kendileri hadd-i zâtında ısıcak mizâclı değildir. Rûh-ı hayvânî ve kan içlerinden akmak ile ısıcak olur, bir şişe içine ısıcak su konulsa şişe dahi kızdığı gibi. Ondan sonra oynamaz damarlardır, içlerinde kan olduğuçün. Ondan el ayasının derisidir. * Metnin Güncel Çevirisi Özel Mizaç Her insanın bir mizacı ve o mizaç içinde bir dengesi vardır ki kişi kendi mizacının dengede olmasıyla sağlıklı olabilir. Örneğin Zeydʼin kendi mizacı dışında Amr’ın mizacına girerse hasta olur. Bununla birlikte her iklim ve coğrafyanın bir mizacı ve o mizaç içinde bir dengesi vardır ki orada yaşayan insanların sağlığı, o mizaca uyumlu olmasıyla mümkündür. Mesela Hindistan halkının bir mizacı ve dengesi vardır, aynı şekilde Slav ve Çin halkının da başka mizaçları vardır. Eğer bir Slav ve Çinli Hindistan ikliminin mizacına girerse hasta olur. Bunun tersi de olabilir. Bir coğrafyada yaşayanlar başka yerde yaşayanlardan daha dengeli mizaçta olabilir. Milletler ve topluluklar da diğerlerinden daha iyi mizaçta olabilir. Farklı Coğrafyalarda Yaşayanların Mizacı Toplumlar mizaç konusunda birbiriyle karşılaştırılırsa Ekvatoral bölgede yaşayanların mizaçları daha dengelidir. Ondan sonra dördüncü iklim (Şam ve Diyarbakır arasındaki coğrafya) halkının mizacı mutedildir. Sonrasında ise Ekvatorʼdan uzaklaşıldıkça mizaçtaki dengesizlik artar. Organların Mizacı Hikmetli iş yapan yüce Allah cömertliğinden dolayı her hayvana ve organına uygun bir mizaç vermiştir. İnsana da en uygun ve dengeli mizacı verip organlarını da uygun mizaçla donatmıştır. Eğer bir organ kendi mizacından çıkıp başka bir organın mizacına girerse o zaman dengesi bozulur. Örneğin kemiğin mizacı bozulup et veya ciğer mizacını alsa bozulur. Allah organları sıcak, soğuk, kuru veya nemli mizaçta yaratmıştır. Sebebi ise bedenin faydası içindir. Kaynak: Şemseddin-i İtâkî Şirvânî, Teşrîhuʼl-Ebdân, 8b-9b

Mesut BUDAK 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

ملتی طوغوران ده آنا، یاشاتان ده   حرب مجموعه سنده ير بولمش كرچك اولدیغی آقتاريلان بر حكایه واردر. حكايه نڭ شاهدي، ياشاياني كنچ بر صوبای اولان عبد القادر كمالدر... ” بیله جك ايستاسيون الده عسكری بر ترن حركته آماده ایدی، لوقوموتیف ایستیم خزینه لرنده فضله كلنی كسكین بر خيشيرتيله سمایه صاوورييوردي. ایكنجی قامپانه چالينمش اولملیكه واغونلره اینن بینن یوق... ترنڭ تام قارشوسنده و قاپوسی آچیق قرق بشلك بر واغونڭ حذاسنده بر قرالتی واردی، اورایه ميخلانمش طورویوردی. عبد القادر كمال بو قارالتينڭ نه اولدیغنی آڭلامق ایسته مشدی، أوّلا نوبتجيدر دییه حكم ایتدی. حقيقتده بو بر اولاد وطن بكله ین شفقتلی بر آننه يدي. یاننه یاقلاشدیغی وقت، وجودي معنوی كدرلرڭ بوكديگي بللرڭ ركوع شكلنی آڭدیرر بر شكلده براز اوڭنه طوغری اگيلمشدي. ألنده بر دگنكجك، صیرتنده باغلی بر طوربه واردی. (...) عبد القادر یاقلاشدی:   - والده بوراده نه طورییورسڭ، سوآليله آشاغیده كی قونوشمه باشلادی:   - شیمندوفرده عسكر اوغلم وار؛ اونی كچیرمه یه، سلامتله مه يه كلدم. سوگوتڭ آق كونلي كویندن، عثمانجغڭ آنا ياتاغندن محمود اوغلی حسین.  - چاغيرايممي، كورمك ایستییور میسڭ؟  - اوڭا بر سوزم وار، سویله یه جكدم. زحمت اولمازسه، سڭا دعا ایدرم.  عبد القادر واغونه قوشدي. بر كنیه اوقودی. محمود اوغلی حسین، سوگوت. بر سس:  - افندیم! بنم محمود اوغلی حسین. سوگوت، آق كونليدن.  - كل اوغلم، آناڭ سنی كورمك ایستییور.  دلیقانلی واغوندن آتلادی. شیمشگڭ ایشیغی آلتنده سچيله بيلن لوندينه بر وجود، فیلیز كبی بر بوی، حسین پولاد، مهیكل كبی حاضر اول وضعیتنده صاغ ال سلام و احترام موقعنده عبد القادرڭ قارشوسنده امره آماده ایدی. برابرجه يوروديلر. محترم والده نڭ قارشوسنده طورديلر. حسین آناسنڭ ألنی أوپدي. زواللی والده جگرپاره سني بر داها قوقلادى. دیدیكه: - حسین... داييڭ شوبقه ده، باباڭ دومكيده، آغالرڭ ده چاناق قلعه ده ياتييورلر. باق صوڭ يونغه م سنسڭ! مناره دن كچمش زمان اولوركه اذان سسی كسيله جكسه، جامعڭ قنديللري كورلنه جكسه، سوتلرم حرام اولسون، أول ده كویه دونمه. یولڭ شوبقه يه اوغرارسه داييڭڭ روحنه فاتحه اوقومه یی اونوتما! هایدی اوغول، اللّٰه یولڭی آچیق ایتسین.  حسین بو سوزلری قلبنڭ اڭ درین عهد و وفا یرینه كومديگني ايما ایدن بر صایغی ایله ديڭله مشدي. آناسني و عبد القادري سلاملادى، كیتدی. عبد القادر بو بویوك روحلی قادينله یالڭز قالمشدی، صوردی:  - والده دیمككه سزڭ صویڭ ارككلري هپ شهید اولدیلر اویله می؟  - یالڭز بزم صوی دگل، اوغول. اللی ییلدیر كویمز كوی مزارلغنه بر دلیقانلی كوممدي. دین طورسون ده بز هپ أوله لم .  - شیمدی كويڭزده هیچ اركك یوقمی؟    - بزی بگنمديڭز مي؟ هیچ بر ایشمز كریده قالمادی. أوّلدن ناصلسه ق یینه أويله يز. باغريمزه قرا طاش باغلادق، دوشمان محو اولنجه یه قدر طاياناجغز. يارادانم بڭا او كونی كوسترمه دن جانمي آلماسین، دیدی.    عبد القادر بو اولو والده نڭ قارشوسنده طوڭمش قالمشدی. طیانامدی، كوزندن ایكی افتخار طامله سی صاليويردي، ایمان و قناعتله شو سوزلری سویله یه رك آیریلدی: ملتی طوغوران ده آنا، یاشاتان ده.“ (حرب مجموعه سی، صایی ١٧، ص. ٢٦٧ - ٢٦٨ ) Milleti Doğuran Da Ana, Yaşatan Da Harp Mecmuası’nda yer bulmuş gerçek olduğu aktarılan bir hikâye vardır. Hikâyenin şahidi, yaşayanı genç bir subay olan Abdülkadir Kemal’dir… “Bilecik İstasyonu’nda askerî bir tren harekete amade idi, lokomotif istim hazinelerinde fazla geleni keskin bir hışırtıyla semaya savuruyordu. İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok… Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdülkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlad-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi. Yanına yaklaştığı vakit, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik, sırtında bağlı bir torba vardı. (…) Abdülkadir yaklaştı: - Valide burada ne duruyorsun, sualiyle aşağıdaki konuşma başladı: - Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim. Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmud oğlu Hüseyin. - Çağırayım mı, görmek istiyor musun? - Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana dua ederim. Abdülkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses: - Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin. Söğüt, Akgünlü’den. - Gel oğlum, anan seni görmek istiyor. Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücut, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdülkadir’in karşısında emre amade idi. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: -Hüseyin… Dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağaların da Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden geçmiş zaman olur ki ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıpka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin. Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü ima eden bir saygı ile dinlemişti. Anasını ve Abdülkadir’i selamladı, gitti. Abdülkadir bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu: - Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi? - Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köyümüz köy mezarlığına bir delikanlı gömmedi. Din dursun da biz hep ölelim. - Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu? - Bizi beğenmediniz mi? Hiçbir işimiz geride kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz. Bağrımıza kara taş bağladık, düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradan’ım bana o günü göstermeden canımı almasın, dedi. Abdülkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözünden iki iftihar damlası salıverdi, iman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı: Milleti doğuran da ana, yaşatan da.” (Harp Mecmuası, sayı 17, s. 267-268) حضرت علی و نار  حضرت فاطمه اشتهاسز حالنی كورن حضرت علی، ” یا فاطمه! دنیا طاتليلرندن كوڭلڭ نه ایستییور؟“ دییه صوردی. حضرت فاطمه، ”یا علی، نار ایسته یورم“ بویوردی. حضرت علی چارشویه كیتدی. پاره سی اولمادیغندن براز بورچ بولدی و اونڭله بر نار صاتون آلدی.  اوه كیدركن یول كنارنده بر اختیار خسته كوردی. اوڭا اختیاره یاقلاشوب، ” كوڭلڭ نه ایستییور؟“ دییه سؤال ایتدی. او ده، ”یا علی! بش كوندر بورایه آتیلمش طورییورم. انسانلر كچوب كیدرلر. كیمسه بڭا التفات ایتمز. بنم جانم نار ایستییور.“ دیدی .  حضرت علی افندیمز دوشوندی. ” اگر بو ألمده كی ناری بو اختیاره ويررسه م، فاطمه نارسز قالاجق. اگر بوڭا ويرمزسه م جناب حقڭ آیتی جليله سنه ”و دیلنجی یه كلنجه ( اونی ) آزارلاما“ ( ضحا ٩٣. ١٠ ) و رسول اللّه افندیمزڭ، آتڭ أوستنده بیله اولسه ايسته يني كیری چويرمه،  امرلرینه مخالفت ایتمش اولورم“ دییه دوشوندی و ناری اختیاره ویردی. اختیار شفا بولدی.   حضرت علي يي كورن فاطمه والده مز اوني آیاقده قارشيلادى. نارڭ حادثه سنی اوگرننجه: ” یا علی! سن أوزولمه؛ اللّٰه تعالينڭ عزّت و جلالنه یمین ایدرمكه سن او اختیاره او ناری ورديگڭده كوڭلمده، ناره قارشی اولان اشتها  كیتدی“ دیدی. حضرت علی اونڭ بو سوزلری ایله فرحلادى .   او آنده بر كیمسه كلوب حضرت فاطمه نڭ قاپوسنی چالدی. حضرت علی افندیمز: ” كیمسڭ؟“ دییه سؤال بويوردقلرنده: ” آچ قاپویی، بن سلمان فارسي يم“ دییه سس كلدی. حضرت علی قالقوب قاپویی آچدی و سلمان (رض) ایچری كیردی. ألنده اوزری منديلله أورتولی بر طبق واردی. او طباغي حضرت علینڭ اوڭنه قویدی. حضرت علی افندیمز: ” بونی كیم كوندردی؟“ دیدی. حضرت سلمان: ” بونی اللّٰه رسولي سزه كوندردی“ بويوردي. حضرت علی افندیمز طباغڭ أورتوسني آچدی. باقدیكه، طبقده طقوز دانه نار وار.    امام علی بویوردیلركه: ”یا سلمان! بو كتیردیگڭ بڭا اولسه اون اولوردی. چونكه حقّ تعالی: ‘ كیم بر اییلك ایله كلیرسه اونڭ ایچون اون مثلی واردر‘ ( انعام ٦، ١٦٠ ) بویورویور. بو ایسه اوڭا اویمایور“ دیینجه، سلمان (رض) تبسّم ایدرك، صاقلادیغی بر ناری ده چیقاروب طباغه قویدی. و: ”یا علی! اللّٰهه  يمين ایدرمكه بو نارلر اون ایدی. فقط بن سنی تجربه ایچون بر دانه سنی صاقلامشدم“ بویوردی. Hz. Ali Ve Nar Hz. Fatıma iştahsız halini gören Hz. Ali, “Ya Fatıma! Dünya tatlılarından gönlün ne istiyor?” diye sordu. Hazret-i Fatıma, “Ya Ali, nar istiyorum” buyurdu. Hazret-i Ali çarşıya gitti. Parası olmadığından biraz borç buldu ve onunla bir nar satın aldı. Eve giderken yol kenarında bir ihtiyar hasta gördü. Ona ihtiyara yaklaşıp, “Gönlün ne istiyor?” diye sual etti. O da, “Ya Ali! Beş gündür buraya atılmış duruyorum. İnsanlar geçip giderler. Kimse bana iltifat etmez. Benim canım nar istiyor.” dedi. Hazret-i Ali Efendimiz düşündü. “Eğer bu elimdeki narı bu ihtiyara verirsem, Fatıma narsız kalacak. Eğer buna vermezsem Cenabı Hakk’ın ayeti celilesine “Ve dilenciye gelince (onu) azarlama” (Duha 93.10) ve Resulüllah Efendimizin ‘Atın üstünde bile olsa isteyeni geri çevirme’ emirlerine muhalefet etmiş olurum” diye düşündü ve narı ihtiyara verdi. İhtiyar şifa buldu. Hazret-i Ali’yi gören Fatıma validemiz onu ayakta karşıladı. Narın hadisesini öğrenince: “Ya Ali! Sen üzülme; Allah Teala’nın izzet ve celaline yemin ederim ki sen o ihtiyara o narı verdiğinde gönlümde, nara karşı olan iştah gitti” dedi. Hazret-i Ali O’nun bu sözleri ile ferahladı. O anda bir kimse gelip Hazret-i Fatıma’nın kapısını çaldı. Hazret-i Ali Efendimiz: “Kimsin?” diye sual buyurduklarında: “Aç kapıyı, ben Selman-ı Farisi’yim” diye ses geldi. Hz. Ali kalkıp kapıyı açtı ve Selman (ra) içeri girdi. Elinde üzeri mendille örtülü bir tabak vardı. O tabağı Hz. Ali’nin önüne koydu. Hz. Ali Efendimiz: “Bunu kim gönderdi?” dedi. Hz. Selman: “Bunu Allah resulü size gönderdi” buyurdu. Hz. Ali Efendimiz tabağın örtüsünü açtı. Baktı ki, tabakta dokuz tane nar var. İmam-ı Ali buyurdular ki: “Ya Selman! Bu getirdiğin bana olsa on olurdu. Çünkü Hak Teâlâ: ‘Kim bir iyilik ile gelirse onun için on misli vardır’ (En’am 6, 160) buyuruyor. Bu ise ona uymuyor” deyince, Selman (ra) tebessüm ederek, sakladığı bir narı da çıkarıp tabağa koydu. Ve: “Ya Ali! Allah’a yemin ederim ki bu narlar on idi. Fakat ben seni tecrübe için bir tanesini saklamıştım” buyurdu.

Ömer KAPUKAYA 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Mezar Taşı Kitabesi / Malatya Hüve’l-Hallâku’l-BâkîDördüncü ordu-yıHümayun erkanından mir livaMustafa Naîm PaşanınHalîlesi HanımınRûhîçün rızâen lillahi’l-Fatiha gafarallahu lehumâVe ahsene ileyhimâ âmîn 23 Şubat sene 1316 Tahtalı Minare Camii Kitabesi / Amasya Hazret-i Hâfız Mustafa Paşa Adl ü atâda bi misl-i hakkâ Bâni-i sânî men benâ lillâh Yaptı mücedded cami-i zibâ  Rânâ düşdü bir güzel tarih Eyleyüb makbûl hayrını Mevlâ Maşallah / Sene 1183  Bozgoca / Şile Şile kazasında BozgocaKaryesinde el-Hâc İbrahimZâde Hurşid beyinCami-i şerifi hayrâtıdır 17 Safer sene 1285 Kelimeler: Mirliva: Miralay ile ferik arasında kalan ve paşalığın en alt kademesi olan subay rütbesi, tuğgeneral, livâ.Halîle: Bir erkeğin nikâhlı karısı, zevce, eş.Gafarallahu lehumâ: Allah o ikisini bağışlasınVe ahsene ileyhimâ: Ve o ikisini güzel eylesinMücedded: YenilenmişZibâ: Süslü, güzelRânâ: Hoş

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiİstanbulun Hamal (Mola) Taşları
Seyyah

استانبولڭ حمال (موله ) طاشلري  شفقت مدنيتي عثمانلي دولت عاليه سي، هر مسلك غروبنه  صايغي كوسترمش و اينجه  دوشونجه ليلگنى بر طاشه  ويا ياپي يه  بيله  ياڭسيتمشدر. حمال طاشلري بونلرڭ اڭ كوزل أورنكلرندندر. حمال طاشي، يوك طاشييان كيمسه لرڭ صيرتلرنده كي يوكي أوزرينه  بيراقارق ديڭلنه بيلمه لري ايچون صوقاق كنارلرينه  قونولمش اسكي بر ستون پارچه سي يا ده  سكيه  دينيلن طاشلردر. اڭ آز صدقه  طاشي قدر اتكيله ييجي اولان حمال طاشلري، اجداديمزڭ نحيفلك و استتيك طوروشني، صوسيال حيات ايچنده كي مثبت اتكيسني بر كز داها خاطرلاتير بزلره . يوكسكلكلري ١٣٠ الا ١٥٠ سانتيمتره  اولان بو طاشلر، دونمڭ شرطلرنده ، صيرتنده  كوفه يله  يوك طاشييان انسانلرڭ يورولدقلرنده ، صو ايچمك ايچون طورمق ويا نماز وقتي جامعه ، جماعته  داخل اولمق ايسته دكلرنده ، صيرتنده كي يوكلري قولايلقله  اينديرمه  و تكرار صيرتلرينه  آليركن زورلانمامه لري ايچون أونملي بر آراچدر. بزم، يحيي افندي دركاهي يوقوشي و زيرك يوقوشنده  رسمله ديگمز و حماللرڭ آغيرلقلي ايش ياپديغي يرلرده  داها نيجه سي بولونان بو طاشلر، فائده  أورتيمنه  قاتقي صاغلايان، حياتي قولايلاشديران، انساننى قورويان، تجارته  دستك ويرن نه  كوزل اثرلردر. ساده جه  بر طاشدن عبارت كوزوكسه لر ده  افاده  ايتديگي معني جهتيله  اشسزدرلر. ”انساني ياشاتكه  دولت ياشاسين“ دييه رك حياتنى و معماريسني انسان مركزلي باقيش دستوريله  اولوشديران و بزه  أورنك اولان اجداديمزه  رحمت و منّتله …   Şefkat Medeniyeti Osmanlı Devlet-i Aliyesi, her meslek grubuna saygı göstermiş ve ince düşünceliliğini bir taşa veya yapıya bile yansıtmıştır. Hamal taşları bunların en güzel örneklerindendir. Hamal taşı, yük taşıyan kimselerin sırtlarındaki yükü üzerine bırakarak dinlenebilmeleri için sokak kenarlarına konulmuş eski bir sütun parçası ya da sekiye denilen taşlardır. En az sadaka taşı kadar etkileyici olan hamal taşları, ecdadımızın nahiflik ve estetik duruşunu, sosyal hayat içindeki müspet etkisini bir kez daha hatırlatır bizlere. Yükseklikleri 130 ila 150 santimetre olan bu taşlar, dönemin şartlarında, sırtında küfeyle yük taşıyan insanların yorulduklarında, su içmek için durmak veya namaz vakti camiye, cemaate dahil olmak istediklerinde, sırtındaki yükleri kolaylıkla indirme ve tekrar sırtlarına alırken zorlanmamaları için önemli bir araçtır. Bizim, Yahya Efendi Dergâhı yokuşu ve Zeyrek Yokuşunda resimlediğimiz ve hamalların ağırlıklı iş yaptığı yerlerde daha nicesi bulunan bu taşlar, fayda üretimine katkı sağlayan, hayatı kolaylaştıran, insanını koruyan, ticarete destek veren ne güzel eserlerdir. Sadece bir taştan ibaret gözükseler de ifade ettiği mana cihetiyle eşsizdirler. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyerek hayatını ve mimarisini insan merkezli bakış düsturuyla oluşturan ve bize örnek olan ecdadımıza rahmet ve minnetle… https://kulturenvanteri.com/yer/hamal-tasi-zeyrek/#16/41.018993/28.957712http://www.evkaf.org

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiEl-Mirsâd
Bir Dergi Bir Yazı

“İnne Rabbeke leb’i-mirsâd” irsal-i rusül ve inzal-i kütüb ile kullarının hayır ve şer amellerine göre istediklerini i’ta etmek mirsadü’r-Rab’dır. Abdin mirsadı ise, cemaatle eda-yı slat etmektir. Cemaat memleketin mirsadıdır. Bir memleket hikatin mikyal ve mizan gibi aralarında cari umur ve muamelatta istîfa-yı hak ve iltizam-ı ciddiyet ederek yekdiğerine karşı sadakat, uhuvvet, muhabbet ve padişahlarına itaat hisleriyle kalpleri meşhun olmalıdır ki o memlekette refah ve saadet yüz göstersin. Kemal ve terakki husule gelsin. İman alem-i gayb ve manaya taalluk ettiğinden makarrı kalptir. Buna binaen tasdik-i ahval kulubdan addedilmiştir. Zira bir müminin imanı manaya taalluk eden cihetidir. İslamiyet’i ise suret ve zahire taalluk eden cihetidir. Zahirden mana vasi olduğu için zahirin ihtiva ettiği savm u salat ve hac ve zekat gibi şeyler manada icraya sevk edecek altı şeydir ki Allah Teala Hazretlerine ve melaike-i kiramına ve peygamberan-ı izamına gönderdiği kitaplarına ve enbiya-yı zişan salavatullahi aleyhim ecmain hazeratına ve ahiret gününe ve hayır ve şer Allah Tealanın takdiriyle olduğuna inanmaktan ibarettir. Müminun bih olan bu altı şey dahi insanın dini bir mirsadıdır. Dinde afat-ı semaviye akaid-i batıla demektir. “Allah’ım bizi nefislerimizin şerrinden muhafaza eyle. Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz. Kazandığı (iyilik) kendi lehine, işlediği (kötülük) de kendi aleyhinedir. (Ey müminler! Şöyle dua ediniz:) “Rabbimiz! Eğer unutursak veya hata edersek, bizi mesul tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere onu yüklediğin gibi, bize de ağır bir yük yükleme! Rabbimiz! Kendisine (dayanabilmek için) takatimiz olmayan şeyi de bize yükleme! Hem bizi affeyle! Ve bizi bağışla! Hem bize merhamet buyur! Sen bizim Mevla’mızsın; artık kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!” Edvar-ı Âlem – Maaz-i Cismani Said Ahmed Hüsameddin Fasıl “O çok sinsi vesvese verenin şerrinden! O ki, insanların sinelerinde vesvese verir! Gerek cinlerden, gerekse insanlardan!” Şimdi Avrupa’nın ulum ve maarif ve sanayinde bir sürat-i fevkalade ile tezayüd ve terakki asarı görünmektedir. Memleketimizde dahi şu terakkıyatın husulüne kadar geceyi gündüze katıp çalışmak ve icabı halinde din ve itikadındaki salabeti muhafaza edebilecek kimseleri Avrupa’ya göndermek katiyyü’l-vücubdur. “Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır”1 mısdakınca ilim ve marifet ve hikmeti bulduğumuz yerden almak, değil ehl-i kitaptan hatta “İlim Çin’de de olsa onu talep ediniz” emrine imtisalen Çin Mecusilerinden bile o hikmet ve ilmi öğrenmek borcumuzdur. Tesettür Kadınların açık saçık gezmeleri arzusu hissiyat-ı hayvaniyeyi tahrik ederek nazarda hoş görünecek manzarı bila-hicab vela mâni rüyet etmek hevesatına şiddet-i meyilden ileri gelmiştir. Milletimizde hangi vicdan sahibi buna razı olur. Evlad-ı vatan hilaf-ı adet üzere mader ve haherinin meyhanelerde, kahvelerde ve sair şurada burada bir takım na-makbul adamlar arasında bulunmasını tabii kabul edemez. Tesettürün fevaid ve menafiinden uzun uzadıya burada bahse lüzum yoktur. Şu kadar diyelim ki bugün Anadolu’nun birçok yerlerinde Müslüman tabiatıyla tabiatlenen vatandaşlarımızı dahi gayret yakalamıştır. Burası hakikaten teemmül edilecek bir noktadır. Bir milletin göreneği, etvar ve adeti icrası mecburi bir kanun hükmündedir. Bunu terk etmek olamaz. Terk edenler ise milliyetlerini kaybederek adet ve mesleklerini kabul ve takip ettikleri millete tahavvül ve inkılap ederler. Buna binaendir ki esas-ı milleti tahrip etmek asla tecviz edilmemiştir. Zannetmem ki bu gibi hakikati gözüyle görenler her ne kadar zahir hallerini muhafazaten taannüdü elden bırakmasalar bile vicdanlarındaki kanaati idame edebilsin. Hakikat-i hale ıttıla hasıl ettikçe er geç hakka teslim olurlar. 1- Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Hukuk ve Ceza Dersleri kitabından alınan sayfadaki işaretli kelimeleri Latin harfli olarak boşluklara yazınız ve oradaki sıraya göre işaretlenmiş harfleri bir araya getirerek oluşacak cümleyi Osmanlı Türkçesiyle yazınız.                       C E V A P                 “Allah, hak ve adaletle idare edenleri sever.” (Nisa, 135) الله حق و عدالتله اداره ایدنلری سور

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiEvlad Terbiyesi
Beyt-i Berceste

Köşe Penceresi ”اوغلم پاشا اولسون!“ دييه ، بتون مالنى ويرر. حافظ مكتبندن آلير، آوروپه يه  كوندرر. فقط او چوجغڭ حيات ابديه سي تهلكه يه  كيردي دوشونه مييور. و دنيا حپسندن قورتارمه يه  چاليشييور. جهنّم حپسنه  دوشمه سني نظره  آلمييور. فطري شفقتڭ تام ضدي اولارق او معصوم چوجغني، آخرتده  شفاعتجي اولمق لازم كليركن دعواجي ايدييور. او چوجق، ”نه  ايچون بنم ايمانمي تقويه  ايتمه دڭ؟ بو هلاكتمه  سببيت ويردڭ؟“ دييه  شكوا ايده جك. “Oğlum paşa olsun!” diye, bütün malını verir. Hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdi­ğini düşünemiyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor. Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şef­katin tam zıddı olarak o ma‘sûm çocuğunu, âhirette şefâatçi olmak lâzım gelirken da‘vâcı ediyor. O çocuk, “Ne için benim îmânımı takviye etmedin? Bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek.  (Osmanlıca Hanımlar Rehberi, s. 3) 1. Beyit تربیت ایده شو كیم خدّامیخیریله یاد اولور انك نامی Terbiyet ide şu kim huddâmıHayr ile yâd olur anın nâmı Atayi (5) * (Ey Ebeveyn!) Eğer evladlarına (Rabbinin rızasını gözeterek) “terbiye” verirsen, (bu en güzel hediye karşılığında) rıza-yı İlahiye tevfik size hizmet ederler. Elbette ismin de hayırla, rahmetle hatırlanır. (Nefislerin terbiyecisi olan Efendimizin (asm)  müjdelediği üzere, dua eden hayırlı evlad sayesinde amel defterin sevap üzere ber-daim olur.) * Huddâm: (çoğul) Hizmetçiler (Hâdim: Hizmet eden, Mahdum: Hizmet edilen, erkek evlad Kerime: Kız evlad) 2. Beyit امتنان ایتمه عیاله حذر ایترحم شفقت ایله حسن نظر ایت İmtinân itme ‘ıyâle hazer itRahmü şefkat ile hüsn-i nazar it Sünbülzade Vehbi (5) * (Ey Efendi Baba!) Sakın ha! (Mün’im-i Hakiki’yi düşün) Yaptığın ihsanları, iyilikleri çoluk çocuğunun başına kakma! Merhamet ve şefkat kanatlarını ger. (Zat-ı Rahim-i Kerim’in hediyeleri olduğu için kemal-i şefkat ve merhamet ile sev ve muhafaza et!) Onlara güzel bak! (Cenab-ı Hakkın senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiği sevimli ve ünsiyetli mahluklar olarak gör!) * İmtinân: İyiliği başa kakma (Minnet: İyilik etmek)Iyâl: Aile reisinin geçimlerini sağlamak zorunda olduğu kimseler, çoluk çocukRahm: Merhamet, acımaŞefkat: Koruma ve acıma duygusu ile karışık sevgi (Müşfik: Şefkatli) 3-4. Beyit ولی استاده ویر سن دوكمزسنبچق كسمز صپین هم سوكه مزسن نه دكلو اوزی و افعالی معیوباولورسه هپ كورونر دە سكا مرغوب Velî üstâda vir sen dögemezsenBıçak kesmez sapın hem sögemezsen Ne denlü özi vü ef’âli ma’yûbOlursa hep görünür sana merğûb Güvahi  (4) * (Ey Müşfik Baba! En birinci üstadı ve tesirli mualliminin tedrisatından geçtikten sonra) Evladını bir hocanın nezaretine ver. Bıçak sapını kesmezmiş: (Ebeveyn olarak sizin evladınıza karşı muhabbet gözüyle bakmaktan kaynaklanan zaafınız var.) Ayıplanan işler yapsa da kusurları gözünüze makbul görünür. * Ma’yûb: AyıplananMerğûb: Rağbet edilen, istenen 5. Beyit تربیت ایت اوغلانه كوركلو ادبكم ادبدن ییك دگل مال و نسب Terbiyet it oğlana görklü edebKim edebden yiğ değül malu neseb Mevlana Eşref (8) * (Anneler, Babalar! Evladınızın hayat-ı ebedisini tehlikeye atmayın! Ahirette davacı yapmayın!) Onu (iman dersleri ve sünnet-i seniyye üzere) güzel edeb vermekle terbiye edin. Biliniz ki (hayat-ı dünyeviyeye münhasır) hiçbir mal ve soy edebden daha iyi değildir.    [*(اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُم) fehvasını unutmayın!] * Görklü: (eski Türkçe) GüzelEdeb: Zarafet ve usluluk, kişinin insanlara karşı sözlü ve fiili olarak güzel muamele etmesi ve davranması, güzel ahlak, insanı kötülenmekten ve ayıplanmaktan koruyan kökleşmiş kuvvet(Adab, çoğulu*: Enfal suresi 28. ayetten iktibas: Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) ancak birer imtihandır, büyük mükâfât ise ancak Allah katındadır. 6. Beyit سفهادن دكل اولاد اوزاق اولسون پدرانایتدی بونلر نیچه اولادی سفیل وكریان Süfehâdan degül evlâd uzak olsun pederânİtdi bunlar niçe evlâdı sefîl ü giryân Ahmed Raşid (2) * (Bil ki, sefahat kalbde manevi bir cehennemi yaşatır, yakar.) Zevk ve eğlence ehlinden değil evladlar, babalar dahi uzak durmalıdır. Nice evladı sefihler, sefalet ve pişmanlık gözyaşları içinde bırakmıştır. (Arkadaşını körük üfürenlerden değil misk taşıyanlardan seç, yanma!) * Süfehâ: (çoğul) Haram zevk ve eğlenceye dalmış bayağı kimseler, sefihlerGiryân: (fa) Ağlayan 7. Beyit دست احسانیله سیل اشك ترینلطفله اكه اونوتدر پدرین Dest-i ihsânile sil eşk-i terinLütufla ana unutdur pederin Nabi (2) * (Ey Peder’im! Ümmetin yetimini dahi evladın bil!) Yedir, içir, sofranda bulundur, uhdene al, merhamet et, başını okşa, evine al… Uzattığın bu ihsan eliyle, sımsıcak tazecik gözyaşlarını sil! Yaralı kalbine dokun, merhem ol! Kimsesizlik acısını lütuf yağmuruyla serinlet, unuttur. * Eşk: (fa) GözyaşıTer: (fa) Taze, ıslak Kaynakça Ahmed Raşid, (1324), Tercüme-i Manzume-i Pendname-i Lokman Hekim, Mahmud Bey Matbaası: Dersaadet BEDİÜZZAMAN, Said Nursi, (2008), Osmanlıca Hanımlar Rehberi, İstanbul: Altınbaşak Neşriyat Sohbetü’l-Ebkâr, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, No: 3615, (v. 221B)  Hayriye-i Nabi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No: TY 01759 (v. 9A) KÖRPE, Muhlis, (2019), Risale-i Nur Istılahları, Süeda Yayıncılı: İstanbul Lutfiyye-i Vehbi, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: HK4797/2 (v. 34B)  Nasihatnâme-i Mevlana Eşref, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A3238/1 (v. 19A)  Pendname-i Güvahi, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A6777 (v. 28B)  http://katalog.istanbul.edu.tr/ https://kulliyat.risale.online/ https://kuran.hayrat.com.tr/ http://lugatim.com/ http://www.yazmalar.gov.tr/

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. Ümid Zira (Asya’daki) hürriyet, milliyeti gösterdi. Milliyet sadefinde olan İslâmiyet’in cevher-i nuranisi tecelliye başladı. İslâmiyet’in ihtizazını ihbar etti ki, her bir Müslim, cüz’-i ferd gibi başıboş değildir. Belki her biri, mürekkebât-ı mütedâhile-i mütesâideden bir cüzdür. Sair eczalar ile, câzibe-i umumiye-i İslâmiyet noktasında birbiriyle sıla-i rahimleri vardır. Şu ihbar, bir kavi ümid verir ki, nokta-i istinâd, nokta-i istimdâd gayet kavi ve metîndir. Şu ümid, yeisle öldürülen kuvve-i maneviyemizi ihya etti.          Ç  Ö  Z  Ü  M      اميد زيرا (آسيه ده كي) حريت، ملّيتي كوستردي. ملّيت صدفنده  اولان اسلاميتڭ جوهر نورانيسي تجلّي يه  باشلادى. اسلاميتڭ اهتزازينى اخبار ايتديكه، هر بر مسلم، جزؤ فرد كبي باشي بوش دگلدر. بلكه  هر بري، مركّبات متداخلۀ متصاعد ايدن بر جزؤدر. سائر اجزالر ايله ، جاذبۀ عموميۀ اسلاميت نقطه سنده  بربريله  صلۀ رحملري واردر. شو اخبار، بر قوي اميد ويرركه ، نقطۀ استناد، نقطۀ استمداد غايت قوي و متندر. شو اميد، يأسله  ئولديرولن قوۀ معنويه مزي احيا ايتدي. 

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak