Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Seyyid Nizâm Türbesinin Dış Duvarında Bulunan Mermer Kitâbe Bu mâkâm-ı şerîfin Cenâb-ı Hudâ’nın rızâ-yı pâki içün ve hazret-i Resûlullah ve imâmîn hazerâtına ve sâir evlâd-ı Resûlllah’a muhabbeten Ve şefâ‘atlerini niyâz içün Harem-i Hümâyûn başkâtibi iffetlü Râyet- Keşân Kalfa’nın kerîme-i muhteremi ʻiffetlü Ebrû-Nigâr Kalfa inşâ Ve ihyâ buyurmuşdur Cenâb-ı Hudâ-i Lemyezel hazretleri din ve Dünyaların ma‘mûr ve iki cihânda ʻazîz ve rûz-ı cezâda Şefâ‘atlerine nâil eyleye Âmin Fî 15 Şaʻbân sene 1289 Kelimeler:  Hudâ: Allah, Cenâbıhak. Pâk: 1. Temiz; 2. Hâlis, saf, katışıksız; 3. mec. Mübârek, kusursuz, günahsız. İmâmeyn: İki imam. Şefâ‘at: 1. Bir suçun bağışlanması veya bir isteğin yerine getirilmesi için aracı olma; 2. Peygamberlerin ve Allah’ın izin vereceği kimselerin, kulların suçlarının bağışlanması için Cenâbıhak katında aracılık etmeleri. Harem: 1. Herkesin girmesine izin verilmeyen, saygı gösterilmesi gereken yer. 2. Müslüman saray, konak ve evlerinde yabancı erkeklerin giremediği, yalnız kadınlara mahsus bölüm. 3. Bu bölümde olan kadınların hepsi. 4. Bir erkeğin karısı, eş, zevce. 5. (Câmilerde) Avlu [Şadırvan avlusu duvarları içinde kalan alana iç harem, bunu çevreleyen avlu kısmına dış harem denir] Hümâyûn: 1. Kutlu, mübârek, saâdetli. 2. Pâdişâha, pâdişahlığa âit. Başkâtib: Bir dâirede görevli olan kâtiplerin başı, başyazman.İffetlü: Nâmuslu, iffet sâhibi Lemyezel: Yok olmaz, zeval bulmaz, bâkî, dâimî, lâyezal [Cenâbıhakk’ın sıfatlarındandır] Ma‘mûr: 1. Gelişip güzelleşmiş, bayındır duruma gelmiş, şenlikli. 2. Yerleşik, ahâlisi olan, meskûn. 3. İşlenmiş, bakımlı. Rûz: Gün, gündüz. Nâil: İstediği şeye erişen, arzu ettiğini ele geçiren, murâdına eren. Hacı Receb Efendi Mezar Kitabesi Diriğâ Hâfız-ı Kur’ân Hacı Receb Efendi ServiliTerk-i gülşen-i bağ-ı fânî eyledi dâr-ı bekâÂh u feryâd-ı ciğer-sûz hânümânından mededEylese cümle melâik-i âsumân mâtem sezâHilm u ilminden olur geh hisse-yâb âlem hemînEyledi hâk-i siyâh eyvah ki cismin ihtifâ“İrciî” emrin nidâsın gûş edip hâtiftenEyledi tayrân rûhu der-akab cennet-serâÂh edüp Zîver dediler fevtine târîhi kimEylesün Hakk cennet-i firdevsi meskengâh anaFî 29 Zilkâde sene 1301 ve fi 8 Eylül sene 1300 Kelimeler:  Dirîgâ: Çok yazık, eyvahlar olsun. Dirig: 1. Esirgeme, kıyamama; 2. Eyvah, yazık. Gülşen: Gül bahçesi, gülistan, gülzar. Ciğer-suz:  İnsanın ciğerini yakacak kadar etkili, çok acıklı. Hânümân: Ev bark, yuva, âile. Âsumân: Gök, gökyüzü, semâ, felek. Sezâ: Yaraşır, uygun, lâyık, sezâvar. Hisse-yâb: Hissesi bulunan, payı olan. Hemîn: “Yerine göre, ancak, hemen, her zaman” vb. anlamlar ifâde eden bir çeşit doldurma kelime. İhtifâ: Saklanma, gizlenme. Gûş: İşitmek, dinlemek, kulak vermek. Hâtiften: 1. Gaybdan seslenir gibi haber veren melek. 2. Gözle görülmeyen mânevî âlem, gayb. Der-akab: Hemen, hemen arkasından, arkası sıra, akabinde. Tayrân: Uçma, uçuş. Zîver: Süs.

Ahmet Said KÜTGÜL 01 Ocak
Konu resmiİnsan Dünyaya Taallüm ile...
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiEğitim Demişken...
Baş Muharrir

اگيتيم ديمشكن… ايلك امري ”اوقو!“ اولان بر دينه  منتسب و سيستمنى اوڭا كوره  تنظيم ايدن عثمانليده  اگيتيم اصلا كوز آردي ايديلمه مش، هركس حياته  حاضر و حياتي ياشاياجغي قدر بيلكي يه  صاحب اولمشدر. فرصت اشيتلگنڭ ياقه لانديغي تمل ير ايلك مكتب اولمش، هركسه  فرض اولان بيلكي بوراده  أوگرنيلمشدر. بونڭ ده  أوڭجه سنده  صاغلام عائله  ياپيسي و اسلامه  كوره  شكللنمش طوپلوم حياتي البته  چوجقلرڭ اگيتيمنده  و شكللنمه سنده  اڭ أونملي روله  صاحبدر. نهايتنده  اگيتيم، اورتامدر. عقبنده  بوكونكي مسلك ليسه لرينه  بلكه  ياقلاشيم اولارق دنك كلن اخي تشكيلاتلري و اصناف اليله  دوام ايدن مسلك ايدينمه  اگيتيمي واردركه  اگيتيم آلاننڭ اڭ كنيش يريني قاپسامقده در. كوزل اخلاق و اللّٰهه  عبادتڭ يرلشديگي بر طوپلومده  اوسته - چيراق ايليشكيسيله  دوام ايدن بو اگيتيم حياتنده  چوجق هم اوسته سندن كوزل اخلاقه  دائر اتكيله شيم و بيلكي آلمش هم ده  مسلك أوگرنمشدر. اويغولامه نڭ أوڭجه  كلديگي بو اگيتيم مودلنده  هر آلانده  اوزمان شخصلر يتيشمش و طوپلومڭ احتياجنى قارشيلاياجق مسلك داللري بوش قالمامشدر. بونڭ بر قسمي ده  يينه  عائله ده  دوام ايتمش، زراعت و حيوانجيلق آلاني بابا اوجاغنده ، آتادن آقتاريلارق دوام ايتمش و بوراده  يتيشن كنجلر، ايشي بابالرندن دور آلارق هم كندي حياتلريني سورديرمش هم ده  ملّت و مملكته  فائده  صاغلامشلردر. صوڭ بر آياق ده  اندرون دينيلن يوكسك اگيتيم و اداره جيلرڭ يتيشديگي آلاندر. مجموعۀ ادبيه ده  اندروندن يتيشن عثمانلي اكابرينڭ أوزللكلرندن شويله  بحث ايدر: فضائل ديانت، جلائل حميت، مطاوعت تربيت بذیرانه ، همّت جهانكيرانه ، شوق عرفان، طهارت وجدان، استقرار صدق، اقتدار فتق و رتق صاحبي… يڭي أورگون اگيتيم دونمنڭ باشلاياجغي بو آيده  بز ده  عثمانليده كي اندرونه  اوطاقلاندق و بونڭله  ايلكيلي بلكه  و متنلري سزڭله  بولوشديرمق ايسته دك. هم او دونمي بر پارچه  آڭلامق، بو آراده  عثمانلي تركجه مزي كليشديرمك هم ده  آراده كي فرقي أوزللكله  معنوي جهتدن كوروب استفاده  ايده بيلمه يي مراد ايتدك. نظر دقيق عمیقلريڭزه  تقديم ايدرز… İlk emri “Oku!” olan bir dine müntesip ve sistemini ona göre tanzim eden Osmanlı’da eğitim asla göz ardı edilmemiş, herkes hayata hazır ve hayatı yaşayacağı kadar bilgiye sahip olmuştur. Fırsat eşitliğinin yakalandığı temel yer ilk mektep olmuş, herkese farz olan bilgi burada öğrenilmiştir. Bunun da öncesinde sağlam aile yapısı ve İslam’a göre şekillenmiş toplum hayatı elbette çocukların eğitiminde ve şekillenmesinde en önemli role sahiptir. Nihayetinde eğitim, ortamdır. Akabinde bugünkü meslek liselerine belki yaklaşım olarak denk gelen ahi teşkilatları ve esnaf eliyle devam eden meslek edinme eğitimi vardır ki eğitim alanının en geniş yerini kapsamaktadır. Güzel ahlak ve Allah’a ibadetin yerleştiği bir toplumda usta-çırak ilişkisiyle devam eden bu eğitim hayatında çocuk hem ustasından güzel ahlaka dair etkileşim ve bilgi almış hem de meslek öğrenmiştir. Uygulamanın önce geldiği bu eğitim modelinde her alanda uzman şahıslar yetişmiş ve toplumun ihtiyacını karşılayacak meslek dalları boş kalmamıştır. Bunun bir kısmı da yine ailede devam etmiş, ziraat ve hayvancılık alanı baba ocağında, atadan aktarılarak devam etmiş ve burada yetişen gençler, işi babalarından devralarak hem kendi hayatlarını sürdürmüş hem de millet ve memlekete fayda sağlamışlardır. Son bir ayak da Enderun denilen yüksek eğitim ve idarecilerin yetiştiği alandır. Mecmua-i Edebiye’de Enderun’dan yetişen Osmanlı ekabirinin özelliklerinden şöyle bahseder: Fezail-i diyanet, celail-i hamiyet, mutavaat-ı terbiyet-i bezirane, himmet-i cihangirane, şevk-i irfan, taharet-i vicdan, istikrar-ı sıdk, iktidar-ı fatk ve ratk sahibi… Yeni örgün eğitim döneminin başlayacağı bu ayda biz de Osmanlı’daki Enderun’a odaklandık ve bununla ilgili belge ve metinleri sizinle buluşturmak istedik. Hem o dönemi bir parça anlamak, bu arada Osmanlı Türkçemizi geliştirmek hem de aradaki farkı özellikle manevi cihetten görüp istifade edebilmeyi murad ettik. Nazar-ı dakik-i amiklerinize takdim ederiz…

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiEnderun Tarihine Dair Bir Takriz
Okuma Metinleri

Tarih, edvar-ı mütehavvile ezkiyasının i’tilaf ve muarefesine mahsus bir encümen-i daniştir ki derununda eslaf hayat-ı taze bulur; ahlaf ise adem abad-ı fenada nihan olan eslafın halat ve harekatını müşahede harikasına mazhar olur. Tarih olmasa beni Âdemin her ferdi cihan-ı gaybdan âlem-i vücuda gözü kapalı olarak geldiği gibi, cemiyet-i insaniyede bir karındnan diğer karna esbab-ı tabassurdan biri olarak intikal etmek lazım gelmez miydi? Bir asrın telakkiyat-ı fikriyye ve terakkiyat-ı fi’liyyesi ashabının muhafaza-i idrakanıyla beraber âlem-i fenaya gitmiş olmasaydı bugün nazar-ı hayretle müşahade ettiğimiz müessir-i irfan ve menfahir-i vicdandan bulabileceğimiz vekayi’ ve bedayi’, bulabildiklerimize kıyasen hemcinslerimizden zamanımızda müstefid-i hayat olanların altı bin seneden beri kabristan-ı ihtifaya intikal edenlere nispeti kadar kıllette kalmaz mıydı? İşte bu mütalaalardan dahi anlaşılır ki telahuk-u efkar için en büyük vasıta tarihtir. Çünkü hizmeti nazar-ı idrak önünde yalnız tayy-ı mekana değil, tayy-ı zamana dahi şamil oluyor. Hatta biraz daha ta’mik-i efkar olursa fünun-u mevcudenin cümlesi bunca kurun-ı irfandan yek diğerinin yadigar-ı hayat ve miras-ı ikdamatı olan hakaik ve keşfiyatın hülasasından ibaret olmak cihetiyle bir müdevven kitap, mevzuu olan ilmin bir mükemmel tarihi hükmünde tutulabilir. Vakıâ tarih unvanı yalnız vakayi’-i siyasiye ve ahval-i medeniyeden bahseden kitaplara münhasır tutulduğu için esas-ı istidlali hadesiyet ve ekser kazayası rivayat ve emaratatır. Bundan dolayı mukaddematı bedihiyane ve berahini tecrübeye müstenid olan ulumdan temeyyüz eder. Fakat bu temeyyüzde tarihçe nakisa değil, bir nevi temayüzdür. Şu cihetle ki haiz olduğu hasais-i maneviye kuvvetiyle koca bir alemi pençe-i tasarrufunda baziçe-i inkılap etmek derecesine getiren insanın serair hane-i tahassiyat ve idrakanındaki hadsiz hesapsız metalib ve temayülatı birer birer taharri edip de efal ve asarının esbabını muhık veya hiç olmazsa hakka şebih olarak meydana koymak bir büyük kaide-i ilmiyye keşfetmekten de müşkil görünüyor. Bu suubete mebnidir ki sahih ve müfid tarih kitabı her millette sair aksam-ı maarife dair olan müdevvenandan az bulunur. Hele lisanımızda zabt-ı vekayi’in müşkilat-ı tabiiyesine, tekellüf-i iğrak, tesallüf-i iğlak, tamir-i havadis, tağyir-i mebahis yollu vazifeye mugayir birtakım haller munzam ve eyyam-ı resmiyenin tarifat ve teşrifatı tekrar ve tafsil gibi pek çok şeylerde iltizam-ı ma la yülzem dahi mültezim olmak cihetiyle tarih kitaplarımızın içinde istifade olunur ve belki lezzetle okunur eserler pek nadir bulunur. İşte o asar-ı ber güzidenin biri de Ahmed Ata Beyefendinin saray-ı hümayuna müteallık olarak umumun nazargah-ı rağbetine arz eylediği mecelle-i muteberedir ki kavaid ve fevaidce her türlü mehasini cami ve tertib-i mevzuda bir tavr-ı hassı haiz olmak cihetiyle “nev-i şahsına münhasır” vasfı gerek eser ve gerek müessir hakkında yan-ı vakıdır. Hüsn-i tertibe her sahifesi bir burhan-ı natıktır. Ya mevzuuna “manzume-i alemin şeh-beyt-i intihabı” denilse layık olmaz mı? Acaba şu cihan istifadede (asar-ı beşerden olmak şartıyla) saray-ı hümayun-u Osmani kadar eazım yetiştirmiş ve hususuyla devr-i terbiyesi o derece imtidad etmiş bir talimhane-i irfan görülmüş müdür? Dünyada hangi darülfünun-u hikmet vardır ki, aşçılarından Köprülü gibi bir müceddid, baltacılardan Prut muzafferiyet-i harikuladesinin sahibi gibi bir serasker meydana getirmiş olsun. Saray ikbalin muarrif-i ahvali olan kitab-ı güzin ise bir tasviri-i mükemmeldir ki her ne tarafa dûrbinane bakılsa Osmanlı ekabirinin mahsusatından olan fezail

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiİrhasat-ı Nebi
Beyt-i Berceste

Köşe Penceresi ايشته  نبوّت احمديه نڭ (ع ص م) دلائلي، أوّلا ايكي قسمدر. بريسي، ’ارهاصات‘ دينيلن، نبوّتدن أوّل و ولادتي وقتنده  ظهور ايدن خارق العاده  حاللردر. ايكنجي قسم، سائر دلائل نبوّتدر. İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (asm) delâili, evvelâ iki kısımdır. Birisi, ‘irhâsât’ denilen, nübüvvetten evvel ve velâdeti vaktinde zuhûr eden hârikulâde hâllerdir. İkinci kısım, sâir delâil-i nübüvvettir. (Zülfikar, s. 229) 1. Beyit خلیل اللهه كر برد و سلا اولدیسه كر ناریسویندی هپ بو طوغدقده مجوسك جمله نیرانی Halîlullâha ger berd ü selâ oldısa ger nârı   Söyindi hep bu doğdıkda mecûsun cümle nîrânı Şemseddin Sivasi (6) * Mecusi milletinin taptığı ateş Sen (asm) doğduğunda öyle bir sönüverdi ki sanırsın ki İbrahim Peygambere gül bahçesine girercesine, ateş’in serin ve selametli olduğu demdir. * Berd: Soğuk, serinNîrân: Ateş 2. Beyit سيّد نوع بشر درياي  درّ اصطفاكم سپوبدر معجزاتي آتش اشراره  صو Seyyid-i nev’-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâKim sepübdür mu’cizâtı âteş-i eşrâre su Fuzuli (2) * Ey insan nev’inin efendisi, ey seçilmiş inci deryası! Senin mu’cizelerin şerlilerin ateşine daha doğumun esnasındaki irhasatla sular serpmeye başlamıştır. (Nurunla ışıldayacak talibli kalblere ne mutlu!) 3 ve 4. Beyit طوغدی اول شمس حقیقت برج وحدتدن بو شبقاپلادی نور تجلّی عالمی جمله بو شب كلدی ایمانه عیان اولدی بتون شهر وجودقیلدیلرسجده آغاچلر طاغلر طاشلر بو شب Doğdu ol şems-i hakîkat burc-ı vahdetden bu şebKapladı nûr-ı tecelli ‘âlemi cümle bu şeb Geldi îmâna ‘ayân oldu bütün şehr-i vücûdKıldılar secde ağaçlar dağlar taşlar bu şeb Hasan Rıza (4) * Bu gece Senin (asm) doğumunla vahdet burcundan hakikat güneşi doğdu ve bu hakikat nuruyla doğudan batıya cümle âlemi kapladı. (Halen her zerratın manasını O nurla okuruz.)Veladetinle bütün vücud şehri iman nuruyla aydınlandı, manasını buldu. Dağ ve taşlar dahi hakikat karşısında secde ettiler. * Şeb: Gece 5. Beyit يونس ايدر هي قارداشلراقار كوزدن قانلي ياشلرسجده ايتدي طاغلر طاشلرمحمد طوغديغي كيجه Yûnus eydür hey kardaşlarAkar gözden kanlı yaşlarSecde etdi dağlar taşlarMuhammed doğduğu gece Yunus Emre (5) * Yunusça… Şerefli mevlidinin her tekrarındaki kalbe inen manalarıyla, gözden yaşlar tekrar ve tekrar akar. Hakikat damlaları oluverir, ışıltı saçarlar. Secde eden ağaç ve taşların ziyasıyla cilalanan mevlid gecelerimiz secdelerimizle nurlanır. 6. Beyit او كيجه، ساوه  كولي، معجزه يله  قوروركن،كسرا سرايلرنده، ستونلر صاورولوركن،ارضدن عرشه ، عالملر، رحمتنى بولوركن،او كيجه، سندڭ كلن، يا حضرت محمّد O gece, Sâve Gölü, mû’cizeyle kururken,Kisrâ Sâraylarında, sütûnlar savrulurken,Arz’dan ‘arş’a, ‘âlemler, rahmetini bulurken,O gece, Sendin gelen, Yâ Hazret-i Muhammed. Cengiz Numanoğlu (7) * Binler salat ve selam olsun! Gelişinin sadasıyla, şirkin ve küfrün temel taşını sarsan Rahmetenli’l-âlemine. Kalplere gelişin küfrün zehirli sularını defalarca, mevlidlerince kurutmakta; şirk sütunlarını yerden yere vurmaktadır. Rahmetinin esintisi ile… 7. Beyit اللّٰهم حمد ايدرز، چوق موتلو آندي او آن،كيم ديمش زمان طورماز، اورده  طوردي يا زمان،جمله  ذرّات موجودات، خالقنه  حمد ايتدي،نه  بيوك بر معجزه  قوراق چولده  گل بيتدي، كونش او كون بر باشقه  شوقله  طوغدي افقدن،صلات و سلام سڭا نبي  آخر زمان. Allah’ım hamd ederiz, çok mutlu andı o an,Kim demiş zaman durmaz, orda durdu ya zaman,Cümle zerrât mevcûdât, Hâlik’ına hamd etti, Ne büyük bir mu’cize kurak çölde gül bitti. Güneş o gün bir başka şevkle doğdu ufuktan,Salât ve selâm sana Nebiyy-i Ahirzamân. Mithat Doğruyol (3) * Binler şükür! Halen o mutlu anı yaşarız, halen o gülün kokusunu teneffüsteyiz:  اللهمّ صلِّ على سيّدنا محمّد وعلى آل سيّدنا محمّد Kaynakça BEDİÜZZAMÂN, Saîd Nursî, (2011), Zülfikar, İstanbul: Altınbaşak Neşriyât Divan-ı Fuzûlî, Milli Kütüphane, Yazmalar, No: A3401 (s. 10) DOĞRUYOL, Mithat, (2015), Bizim Kubbe’den,: Murat Darıcık, Sivas: Anıl Matbaacılık (s.12) Hasan Rıza Divanı, İstanbul Üniversitesi, Nekty 2884 (v. 3B) Musiki ve İlâhî (Güfteler) Mecmûası, (1308), Der.: Muhlis Hasan bin Ali, Koyunoğlu Müzesi ve Kütüphanesi, No: 13194 (s.13) Şemsüddün Sivasi, Mevlüd, Koyunoğlu Müzesi ve Kütüphanesi, No: 13713 (v. 26B) https://www.cengiz-numanoglu.com/Naat.html ] http://katalog.istanbul.edu.tr/ https://kulliyat.risale.online/ http://lugatim.com/ http://yazmalar.gov.tr/ https://yazmaeserler.konya.bel.tr/tarama.php

İbrahim SARITAŞ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

كيشينڭ قوللانديغي كلمه لر، افاده لر، بڭزتمه لر اونڭ قراقترينڭ طيشه وورميدر. بزلر كلمه لرله  دوشونوب، كلمه لرله  دويغولريمزي و فكرلريمزي طيش دنياده  رسم ايدرز. قوللانديغمز كلمه لر صانكه  بر رسّامڭ فيرچه سنده كي رنكلر كبيدر. رسّامڭ النده  نه  قدر چوق و قاليته لي رنك وارسه  او قدر سياه بياضلغڭ طوڭوقلغندن قورتولوب، صنعتلي و افاده  كوجي يوكسك اثرلر اورته يه  قويار. جانلي، رنكلي بر افاده  قوتنى الده  ايدر. بو آچيدن هر كلمه نڭ ده  كندينه  كوره  رنكي، طوني، تأثير كوجي چوق فرقليدر. بو نه دنله  ذهن دنيامزي طيش دنياده  رسم ايدركن قوللانديغمز كلمه لري ايي طانيملي يز. كلمه لري طانيمايانلر، كلمه لرڭ كوجني و تأثير ساحه سني بيله مزلر. بو نقطه دن حركتله  يينه  كلمه  دنيامزڭ زنكينلگنى آرتديرمق ايچون يولجيلغمزه  قالديغمز يردن دوام ايدييورز. ايلك كلمه مز “مزايده” Kişinin kullandığı kelimeler, ifadeler, benzetmeler onun karakterinin dışavurumudur. Bizler kelimelerle düşünüp, kelimelerle duygularımızı ve fikirlerimizi dış dünyada resmederiz. Kullandığımız kelimeler sanki bir ressamın fırçasındaki renkler gibidir. Ressamın elinde ne kadar çok ve kaliteli renk varsa o kadar siyah beyazlığın donukluğundan kurtulup, sanatlı ve ifade gücü yüksek eserler ortaya koyar. Canlı, renkli bir ifade kuvvetini elde eder. Bu açıdan her kelimenin de kendine göre rengi, tonu, tesir gücü çok farklıdır. Bu nedenle zihin dünyamızı dış dünyada resmederken kullandığımız kelimeleri iyi tanımalıyız. Kelimeleri tanımayanlar, kelimelerin gücünü ve tesir sahasını bilemezler. Bu noktadan hareketle yine kelime dünyamızın zenginliğini arttırmak için yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk kelimemiz “Müzayede” MÜZÂYEDE: Bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir. “Arttırmak, çoğaltmak” manasındaki “ziyade” kökünden türetilmiştir. Karşılıklı olarak arttırmayı ifade eden bu kelime, genelde antika eşyaların satıldığı ortamlarda kullanılır. Bu tür satışların yapıldığı yerlere “müzayede salonu” denmektedir. Kelime günümüzde koleksiyon ürünü eski eşyaların satım işlerinde çok kullanılır. SUBAŞI: Bu kelime Türkçe kökenli bir yapıya sahiptir. Aslı “sübaşı”dır. Kelimenin ilk önce su ile bir alakası var gibi akla geliyor. Lakin kelimenin su ile hiçbir ilgisi, münasebeti yok. Eski Türkçede “asker” manasına gelen “sü” kelimesinden “askerlerin başı” anlamında bir bileşik kelimedir. Zira Osmanlıda “kapı kulu süvarileri arasından savaş zamanında güvenliği sağlamak, barışta ise vergi toplamak için ayrılan kimselere” sübaşı denirdi.  “Şehirlerde kadıların emrinde bulunan, güvenlik ve belediye işleriyle görevli zabıta memurlarının başına” bu isim verilirdi. TARÇIN: Defnegillerden, ana yurdu Güney ve Güneydoğu Asya olan, bilhassa Seylan ve Çin’de yetişen kokulu bir ağaç olan tarçın birleşik bir kelimedir. Farsçadan Türkçeye geçmiştir.  Aslı “dareçini” olan kelime “Çin’de yetişen ağaç” anlamındadır. “Dar” ve “çini” kelimelerinin bir araya” gelmesi ile meydana çıkmıştır. RACON: Bu kelime İtalyancadan dilimize girmiştir. Günümüzde ise argoda kendine kullanım alanı bulan bir kelimedir. Racon, İtalyanca “Yol yordam, yöntem, usul, âdet” anlamında “ragione” kelimesinin değişimi ile dilimize geçmiştir. LAUBALİ: Türkçede “Ciddî ve saygılı olma endişesi taşımayan, saygısız, gayriciddî” kişiler bu sıfatla ifade edilir. Kelime Arapça bileşik bir kelimedir. Olumsuzluk eki “lâ” ve muzâri fiil “ubâlі” ile laubali “aldırış etmem” anlamındadır. UKALA: “Akıl” kökünden türeyen bu kelime Arapçadan dilimize geçmiştir.  “Akıllı insanlar, aklını kullanan kişiler” manasına gelmektedir.  Ne gariptir ki, bu kelime gerçek anlamından uzaklaşıp dilimizde negatif bir anlam yüklenip “akıllılık, bilgiçlik taslayan kimseler” için kullanılmıştır. TEZKERE: Günümüzde de çok kullanılan bu Arapça kelimenin aslı “tezkire”dir. Zamanla galat (yanlış, hatalı) olarak tezkere şekline dönmüştür. “Bir iş için izin, müsaade verildiğini bildiren veya bir hususu ispata yarayan resmi belge” anlamındadır. Mesela, “İzin tezkiresi”, askerlikte “terhis tezkiresi”, bir yerden bir yere geçerken “geçiş tezkiresi” gibi geçmişte ve günümüzde farklı kullanım sahaları vardır.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiOsmanlı’da Tezyîd-i İhrâcât İçin Vergi Muâfiyeti
Biliyor muydunuz?

اخراجاتڭ زياده لشديريلمه سنه  (تزييد اخراجات) و ئولكه  اقونوميسنه  قاتقي صاغلايان كلير قلملرينڭ آرتدريلماسنه  عثمانليده  أونم ويريلمكده يدي. فتح ايتدكلري طوپراقلري هيچ بر زمان سومورمدكلري ايچون أورتيم و تجارتڭ بللي بر سويه نڭ آلتنه  دوشمه مسي كركييوردى. باتينڭ جغرافي كشفلري، كميلرڭ اميد بورنني طولاشمه سي و نهايت سويش قنالنڭ انشاسي هپ عثمانلي دولتنڭ تجارت سيستمنه  ضرر ويرمشدر. توم بو عليهده كي كليشمه لره  قارشيلق عثمانليلر، جاري دنگه نڭ بوزولمامسي، اخراجاتڭ آرتمسي و أورتيجينڭ دستكلنمسي ايچون، ويركي معافيتي باشده  اولمق أوزره  برچوق أوڭلم آلمقده يديلر. قره دڭز چاينه  سلطان ٢نجي عبدالحميد زماننده  ويركي معافيتي طانينمه سي كبي، ميان كوكي و بالنڭ اخراجاتنڭ دوشمه مسي، عكسنه  آرتمسي و أورتيجيسنڭ دستكلنمسي ايچون ده  ويركي معافيتي طانينمشدي. ميان كوكي، باقلاكيللر عائله سندن، چوق ييللق و ١-٢ متره  آراسنده  يوكسكلگه  اولاشابيلن ميان بيتكيسنڭ كوكني افاده  ايدر. ئولكه مزده  طوغو آناطوليده  يتيشن ميان بيتكيسي، بيڭلرجه  ييلدير طب آلاننده  شفا ويرن بر بيتكي اولارق قوللانيلمقده در. أوكسوروك و سيڭديريم صورونلري باشده  اولمق أوزره  برچوق خسته لغه  شفا اولديغي بيلينمكده در. ١٦ شباط ١٩٠١ تاريخنده  داخليه  نظارتندن ولايتلره  كوندريلن كنلكه ده  (بوآ، دخ. مقت، ٢٤٥٢/٢٥-١)، ميان كوكي و بالنڭ اعشار و سائر ويركيلره  ياپيلان ضمدن معاف طوتولديغي بيلديريلمكده در. İhracatın ziyadeleştirilmesine (tezyîd-i ihrâcât) ve ülke ekonomisine katkı sağlayan gelir kalemlerinin arttırılmasına Osmanlı’da önem verilmekteydi. Fethettikleri toprakları hiçbir zaman sömürmedikleri için üretim ve ticaretin belli bir seviyenin altına düşmemesi gerekiyordu. Batı’nın coğrafî keşifleri, gemilerin Ümit Burnu’nu dolaşması ve nihayet Süveyş Kanalı’nın inşası hep Osmanlı Devleti’nin ticaret sistemine zarar vermiştir. Tüm bu aleyhteki gelişmelere karşılık Osmanlılar, carî dengenin bozulmaması, ihracatın artması ve üreticinin desteklenmesi için, vergi muafiyeti başta olmak üzere birçok önlem almaktaydılar. Karadeniz çayına Sultan II. Abdülhamid zamanında vergi muafiyeti tanınması gibi, meyan kökü ve balının ihracatının düşmemesi, aksine artması ve üreticisinin desteklenmesi için de vergi muafiyeti tanınmıştı. Meyan kökü, baklagiller ailesinden, çok yıllık ve 1-2 metre arasında yüksekliğe ulaşabilen meyan bitkisinin kökünü ifade eder. Ülkemizde Doğu Anadolu’da yetişen meyan bitkisi, binlerce yıldır tıp alanında şifa veren bir bitki olarak kullanılmaktadır. Öksürük ve sindirim sorunları başta olmak üzere birçok hastalığa şifa olduğu bilinmektedir. 16 Şubat 1901 tarihinde Dahiliye Nezaretinden vilayetlere gönderilen genelgede (BOA, DH.MKT, 2452/25-1), meyan kökü ve balının aşar ve sair vergilere yapılan zamdan muaf tutulduğu bildirilmektedir. Transkripsiyonu: Tarih: Hicrî 26 Şevval 1318 (Miladî 16 Şubat 1901) (1)Dâhiliye Mektûbî Kalemi (2)Evrak numarası 3236 16 (3)Müsevvidi ismi bende Tevfîk (4)Tesvîdi tarihi 21 Kanunusani sene 1316 (5)Umûm vilâyât-ı şâhâne ve elviye-i gayr-ı mülhakaya ve şehremânet-i celîlesine (6)Bende (İmza) 22 (7)Bende (İmza) 22 (8)Bende (İmza) (9)Tarih-i tebyîzi (10)Arabî fî 26 Şevval sene 1318 (11)ve fî 3 Şubat sene 1316 (12)Bin üç yüz on üç senesinden i’tibâren aşâra zam olunan yüzde yarımdan tezyîd-i ihrâcât (13)maksadıyla istisnâ edilmiş olan meyan kökü ile balının techîzât-ı askeriye karşılığı olarak aşâr (14)ve sâireden istîfâsı mukarrer olan yüzde altı zamdan dahî istisnâsı husûsuna mahall-i mahsûsu (15)vükelâ kararıyla bi’l-istîzân irâde-i seniyye-i hazret-i Padişahî şeref-müteallik buyurularak Mâliye nezâret-i celîlesine teblîğ (16)7 Kanunusani sene 1316 tarihli ve üç bin iki yüz otuz altı numaralı tezkire-i sâmiyede izbâr (17)emr u fermân-ı hümâyûn-ı cenâb-ı mülûkâne ve keyfiyet ta’mîmen vilâyât-ı şâhâne (18)ve elviye-i gayr-ı mülhakaya teblîğ ve himmet olunmuşdur ol-bâbda

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiOsmanlı’nın Üstün Yetenekliler Okulu: Enderun Mektebi
Belge Okumaları

Osmanlı Devletiʼne siyasi ve askeri kurumlarda ihtiyaç duyulan yöneticileri yetiştirmek için II. Murad devrinde Edirne Sarayıʼnda temelleri atılan Enderun Mektebi, Fatih Sultan Mehmed döneminde tam teşekküllü bir yapıya kavuşmuştur. Devletin resmî eğitim kurumu olan ve kurulduğu devirde bir benzeri olmayan bu mektepte hem teorik hem de uygulamalı eğitim yapılmıştır. Enderun Mektebi, talebelerini Acemi Oğlanlar Ocağıʼndan tedarik ederdi. Hristiyan ailelerde belirli bir seviyeye ulaşmış çocuklardan özel testlerle seçilenler Müslüman Türk aileleri yanında İslâmiyetʼi ve ahlâkı öğrenir, ardından Edirne, Galatasaray ve İbrahim Paşa saraylarında aldıkları ders ve eğitimlerle acemi oğlanı mertebesine ulaşırlardı. Bu kişiler içerisinden en kabiliyetli olanları ise Topkapı Sarayıʼndaki Enderun Mektebiʼne kaydolunurdu. Enderunʼda eğitim yedi sınıftan oluşuyordu: Büyük Oda, Küçük Oda, Doğancı Koğuşu, Seferli Koğuşu, Kiler Odası, Hazine Odası ve Has Oda. Yaklaşık 14 yıl süren tahsil hayatında ilk olarak Kurʼân-ı Kerîm okuma, tecvid, ilmihal, temel fıkıh kitapları, Türkçe, Arapça ve Farsça yazı dersleri verilir, aynı zamanda okçuluk, tüfek atma, cirit, kılıç, müzik gibi eğitimler öğretilirdi. Belediye ve şehir tarihçilerinden Osman Nuri Ergin, Enderun talebelerinin günlük programı için şunları yazmaktadır: “Yaz-kış, akşam namazdan bir saat önce abdestlerini alırlar, güneş batıncaya kadar Kur’an okurlardı. Akşam namazını kıldıktan sonra yatsıya kadar dinlenirler, yatsı ezanı okunur okunmaz ikişer ikişer dizilirler, Hünkâr mescidine gelirlerdi. Burada her oda kendisine ayrılmış olan yerde namazı kıldıktan sonra imamla birlikte kalkarlar, Hünkâra dua ederlerdi. Sonra herkes odasına çekilirken ayaküzeri padişah selâmetliği için ve geçmiş Padişahlar ruhları için üç İhlâs, bir Fâtiha okurlardı. Sabahları güneş doğmadan önce kalkarlar, sabah namazına kadar Kurʼan okurlar, namazı kıldıktan sonra Kurʼan’dan okuyacakları yeni dersleri alırlardı. Enderunlular bu dersleri de saraya gelen hocalardan alırlardı. Bu işi bitirdikten sonra o gün Hünkâra ait ne vazife varsa görürler ve bunlar da bitince ya yazı meşk ederler yahut başka ilim ve marifet tahsiliyle meşgul olurlardı. Bunların öğrendikleri şeyler birinci derecede İslâm dini ve terbiyesi; ikinci derecede iyi geçinme usûlleri, üçüncü derecede büyüklere hizmet yolları ve muaşeret edepleri idi. Bunlardan başka cündîlik (ata binmek ve kullanmak), kemankeşlik (ok atmak), ciritbazlık (cirit oynamak), hânendelik (musikî) öğrenirlerdi.” 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devletiʼnin kurumlarında başlayan bozulma ve çözülme eğitim alanında da kendisini göstermiş, Enderunʼa talebe alımında kaidelere dikkat edilmemesi ve torpillerin yapılması, bu güzide maarif müessesesini de etkilemiştir. II. Mahmud devrinde yapılan düzenlemelerle birçok değişiklik yapılan Enderun Mektebi, Sultan Abdülmecidʼin Topkapı Sarayıʼndan Dolmabahçe Sarayıʼna taşınmasıyla iyice değerini kaybetmiş, II. Abdülhamid devrinde II. Meşrutiyetʼin ilanından sonra kapatılmış, ancak mektepte bulunan talebelerin eğitimlerine devam etmelerine izin verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ise Topkapı Sarayıʼnda Enderunʼdan kalma elemanlar memurluk veya müstahdemliğe geçirilerek Enderunʼun tarihî görevi tamamlanmıştır. Enderun Mektebi, yabancı çocuklara Türk-İslâm kültürünün çok iyi şekilde verilmesi, eğitim disiplini, teorik ve pratik eğitimi içinde barındırması gibi özelliklerle kendi devrinde benzer eğitim kurumlarından daha başarılı olmuştur. Birçok vezir, beylerbeyi, sancak beyi, kazasker, âlim, sanatçı ve sporcunun yetiştiği Enderunʼun eğitim sistemini Batılılar pek çok defalar övmüşlerdir. Böyle seçkin bir eğitim sisteminin tekrar canlanması duasıyla, 1901 yılında hazırlanan Enderun Mektebi Talimatnamesinin ilk 24 maddesini sizlerle paylaşıyoruz. Vesika Enderun Mektebi Talimatnamesi (27 Ocak 1901) (1) Enderûn-ı Hümâyûn Mekteb-i Âlîsine Mahsûs Taʻlîmâttır (2) Birinci Mâdde: Mektebin heyʼet-i idâre ve taʻlîmesi bir müdîr ile muʻâvini lüzumu kadar muʻallim (3) ve iki mubassır ile îcâbı kadar hademeden müteşekkildir. (4) İkinci Mâdde: Müdîr ve muʻâvini birinci derecede mesʼûl olup şâkirdânın terbiyesine ve tedrîsâtın (5) hüsn-i cereyânına ve mektebin nezâfet ve taharetine aleʼd-devâm nezâret ve mektebe müteʻallik kâffe-i taʻlîmât (6) ve evâmiri tamâmıyla ve bilâ-terâhî icrâ edecektir. Müdîr veya muʻâvini her sabâh talebeden (7) evvel mektebde hâzır bulunacak ve her akşam talebe gittikten sonra mektebi terk edecektir. (8) Maʻzeret-i meşrûʻaya müstenid olmaksızın infikâki katʻan câiz olamaz. Maʻzeretin bir günden (9) ziyâde imtidâdı hâlinde Hazîne-i Hümâyûn Kethüdâlığına arz-ı keyfiyete ve her ne vechile olursa (10) olsun nizâmen vücudu lâzım gelen zamânda gaybûbet ettiği hâlde muʻallimlerden birini (11) tevkîle mecburdur. (12) Üçüncü Mâdde: Muʻallimînin hâl ve hareketlerini mübeyyen olmak üzere müdîr efendi tarafından tanzîm (13) ve Hazîne-i Hümâyûn Kethüdâlığına takdîm olunacak jurnaller her hafta nihâyetinde görüldükten (14) sonra defter-i mahsûsuna kayd olunur. (15) Dördüncü Mâdde: Mektepte dört defter istiʻmâl olunur. Birincisi demirbaş veya (16) esâs defteridir ki mektebin demirbaş eşyâsı kayd olunur. (17) İkincisi muʻallimîn ve meʼmûrîn-i hademenin esâmîsini ve târîh-i meʼmûriyet ve maʻâşâtı, (18) üçüncüsü ahlâk defteridir ki şâkirdânın ahlâk ve mükâfât ve mücâzâtını gösterir. (19) Dördüncüsü imtihân defteridir ki her sene icrâ olunan imtihân-ı umûmîler sırasıyla kayd olunur. (20) Beşinci Mâdde: Mektebin beher sene mefrûşâtına ve kâffe-i levâzımâtına Hazîne-i Hümâyûn Kethüdâlığı (21) cânib-i âlîsinden nezâret olunacaktır. (22) Muʻallimin Vezâifi (23) Altıncı Mâdde: Muʻallim efendiler vakt-i muʻayyeninde dershânede hâzır bulunmağa mecbûrdur. (24) Ders vaktinde doğruca dershânelere gidip ders müddeti nihâyet bulmadıkça dışarıya (25) çıkmayacaklardır. (26) Yedinci Mâdde: Muʻallimler tarafından ders hitâmında yedlerinde bulunan defterde (27) şâkirdânın ibrâz etmiş olduğu maʻlûmâta göre birer numara kayd olunur. (28) Dersini güzel ezber etmiş ve sorulan esʼileye güzelce cevâb vermiş olanlara (29) on numara verilip âferîn varakası ile taltif olunacaktır. Üçten (30) aşağı numara alanlar tertîb olunan cezâlardan biriyle cezalandırılacaktır. (31) Sekizinci Mâdde: Muʻallimler tedrîs edecekleri kitabı imtihân zamanına değin ikmâl (32) edebileceği sûrette taksîm edecek ve beher üç ayda yaʻnî Muharrem (33) ve Cemâziyelevvel aylarında husûsî imtihân icrasıyla şâkirdânı imtihân-ı umûmîye (34) hâzırlayacaklardır. (35) Dokuzuncu Mâdde: Muʻallim efendiler dâimâ şâkirdân hakkında hüsn-i muʻâmele edip tenbîhât (36) ve vesâyâyı dahi lisân-ı münâsible icrâ ederek hiçbir vakit mugâyir-i edeb ve terbiye (37) unf ve şiddet gösterilmeyecektir. (38) Onuncu Mâdde: Muʻallimler şâkirdân nazarında haysiyet ve vakârlarını ihlâl edecek (39) evzâʻ ve harekâtdan ictinâb edeceklerdir. (40) On Birinci Mâdde: Muʻallimlerden biri bir özr-i şerʻîye mebni gelemeyecek olduğu hâlde (41) mâniʻ olan özrü mümkün olursa evvelce, olamadığı takdîrde diğer ders gününe (42) kadar beher hâl mekteb idâresine bildirecektir. (43) On İkinci Mâdde: Muʻallimlerden birinin hastalığından yâhûd bir maslahat-ı meşrûʻadan (44) dolayı bir hafta veya ziyâde müddet dersine gelemeyeceği tahakkuk ederse birine (45) bir vekîl-i münâsib-i taʻyîn ile tedrîsâta devâm olacaktır. (46) On Üçüncü Mâdde: Ders ve teneffüs zamânlarını vakt-i muʻayyeninde bildirmek ve muʻallimin (47) vürûduna kadar talebeye nezâret etmek ve müzâkere ve teneffüs vakitlerinde şâkirdân (48) arasında bir gûnâ nizâʻ ve cidâl-i ahvâl-i gayr-ı marziye vukûʻ bulmamasına ve yekdiğeriyle (49) hüsn-i muʻâmele etmelerine iʻtinâ etmek (50) mubassırların vezâifindendir. (51) On Dördüncü Mâdde: Ders taʻtîlinde iki postaya taksîm olunan şâkirdâna koğuşlara (52) kadar nezâret etmek üzere şâkirdândan münâsiblerini biʼl-intihâb terfîk etmek (53) mubassırların vezâifindendir. (54) On Beşinci Mâdde: Hademe mektebin nezâfet ve taharetiyle müdîr ve muʻallimînin mektebe âid emirlerini (55) icrâya meʼmûrdur. (56) On Altıncı Mâdde: Muʻallim tarafından şâkirdâna takdîr olunmuş dersleri gece koğuşlarında (57) akşam ile yatsu arasında namâz seccâdesinde her sınıf kendi mevcûduyla (58) müzâkere edecek ve imlâ ettirecek defterlerini dahi güzelce tebyîz edip muntazam (59) ve lekesiz kitâb hâline ifrâğ etmekle mecbûr oldukları gibi müzâkereler mubassırlar (60) veya sınıf başıları tarafından icrâ ettirilip baʻzı geceleri mekteb müdîri veya muʻâvini (61) dahi koğuşlara gidip teftîş edeceklerdir. (62) Şâkirdânın Vezâifi (63) On Yedinci Mâdde: Bir maʻzerete mebni hafta ortasında ruhsat taleb edecek (64) şâkirdânın velîleri tarafından özürlerini musaddak bir ilmühaber getirmeyenlere (65) ruhsat verilmeyecektir. (66) Velîsinin maʻlûmât ve tasdîki olmaksızın gelmeyenler izinsizlik cezasına dûçâr (67) edilecek ve bu sûretle guyûbeti bir bir arkasına üç günden ziyâde temdîd ederse (68) haklarında olunacak cezâ dahi teşdîd edilecektir. (69) On Sekizinci Mâdde: Şâkirdânın ders esnâsında mütâlaʻa veya mükâleme etmeleri katʻiyen (70) memnûʻ olup muʻallimin takrîrini veya isticvâb olunan şâkirdin ifâdesini (71) dinlemeğe veya muʻallimin imlâ ettirdiği defteri yazmağa mecbûrdurlar. (72) On Dokuzuncu Mâdde: Mektebe devâm eden şâkirdânın nâmına birer numara (73) verilir. Ve bu numaralar şâkirdânın defter-i mahsûsunda münderic (74) olan esâmîsi sırasında terkîm olunur. İşbu numaralar mekteb-i ilmiyece (75) hakk-ı rüchân ve takaddümü irâe etmeyip mektebe müdâvim bulunan şâkirdânın yekdiğerlerinden (76) tefrîki içün vazʻ olunmuştur. (77) Yirminci Mâdde: Şâkirdân mekteb taʻlîmât-ı mevzûʻasına riʻâyete mecbûrdur. (78) Yirmi Birinci Mâdde: Şâkirdân müzâkere-yi ders esnâsında rahle başından kalkmayacaktır. (79) Yirmi İkinci Mâdde: Bir şâkird müzâkerede diğer sınıflara gidip talebeyi işgâl etmeyecektir. (80) Yirmi Üçüncü Mâdde: Esnâ-yı derste içlerinden birine suâl vârid olduğu takdîrde (81) diğerinin söylemesi veya kendisine sorulmayan bir şeye cevâb veren şâkird muʻallimi tarafından tekdîr (82) olunur. Tekerrürü hâlinde tevkîf cezâsıyla cezâlandırılır. (83) Yirmi Dördüncü Mâdde: Şâkirdân mektebde gerek hâricde ümerâdan müdîr ve muʻallimi (84) veya sinnen veya rütbeten kendilerinden büyük olan efendilere tesâdüf eylediği hâlde ihtirâmât-ı mahsûsada (85) bulunacaktır. Derse âid olmayan kütüb ve edevâtdan mâʻadâ çakı, tütün ve sâire bulunması katʻiyen memnûʻdur.

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Aşağıdaki metni Kur’an hattı ile yazınız. Aşağıdaki kelimeler hem konuyu anlamaya hem de yazmaya yardımcı olacaktır. Onun için dikkatle okumanız önemlidir. Mir’at-ı Şi’r 1796’da Mehmet Akif Bey tarafından aynı asırda yaşadığı ve Enderun’da tanıdığı şairlerin isimlerinin hatırlanmasını sağlamak için kaleme alınmıştır. Eser, bir mukaddime, beş ana bölüm ve bir hatimeden meydana gelmektedir. Eserin en sanatlı üslubuna sahip mukaddimesinde, tezkirenin yazılma sebebi ve muhtevası hakkında bilgi verilmiş ve eserin takdim edildiği 3. Selim övülmüştür. İkinci bölümde, biyografilere ve şiirlerden örneklere yer verilmiştir. Hâtime kısmında ise tezkirenin tamamlamasından dolayı Allah’a şükredilip padişaha takdim sürecine değinilerek, Akif’in kendi şiirlerinden örnekler verilmiş ve tezkire hocası gibi gördüğü Vâsıf’ın tarih manzumesiyle tamamlanmıştır.              Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiBâb-ı Sânî Umûr-ı Tabî’iyyeden Mizâc Beyânındadır*
Osmanlı Tıbbından

Ana keyfiyyet-i ûlâ dirler ki, anâsırın ictimâʻıdır. Çünkü anâsır-ı erbaʻa bedende cemʻ ola mutasaffî olurlar. Mümâs ve mütelâkî olalar, birbiriyle ol eczânın miyânlarında kesr ve inkisâr vâkiʻ olur. Belki keyfiyyât-ı mütezādde-i muhālife vâkiʻ olur. Ol keyfiyyete mizâc dirler. Baʻzılar keyfiyyet-i uhrâ fâiz olur derler. Bu mezheb mercûhdur. Zîrâ mizâc muʻtedil ve gayr-ı muʻtedil olur. Mizâc ki muʻtedil ola, bir nice vech ıtlâk eylemişler. Vech-i evvel: Kemmde ve keyfde. Şol vakit ki meyl-i anâsır mütesâvî ola, muʻtedil-i hakīkī olur. Bu ise hāric-i vücûdda olmaz. Vech-i sânî: Kemm ve keyf-i anâsır bir nevʻle ola ki, efʻâl ber-vech-i elyak mümkün ola. Meselâ esedin harâretinin galebesi ana tehevvür-i kavî iʻtā ider. Ve erneb ki tavşandır, bürûdeti kesîr ve harâreti kalîl olmağıla havf ve cübnü bir mertebededir ki, taʻbîre muhtâc değildir. İmdi iʻtidâl-i mizâcı biz ol vakit bilürüz ki, edviyye ve ağdiyyeyi bilevüz ve mizâc-ı şahsı maʻlûm idinevüz. Bu müddeʻâyla ki mizâc muʻtedil midir ve gayr-ı muʻtedil midir vâsıl olavuz. Bu takdîrce mizâc-ı gayr-ı muʻtedil ki, sekizdir. Dördü müfreddir; hârrdır ve bâriddir ve ratbdır ve yâbisdir. İmdi mizâc ki, iʻtidâlden tecâvüz ide, ol şahıs ol mizâcla mutazarrır olur. Nitekim sûüʼl-mizâc bi-hasebi’l-mâdde dörtdür. Demdir ve safrâdır ve balgamdır ve sevdâdır. İʻtidâl-i mevâlîd-i selâse mizâc-ı insâna müteʻallikdir ve mizâc-ı insân esnâf ile. Aʻdel-i mizâc-ı aʻzā-yı insân cilddir. Husūsen cild-i enmele-i sebbâbe ve cild-i sâir-i enâmildir. Baʻdehû cild-i keff-i insân, baʻdehû sâir cülûd-ı aʻzā-yı insândır. Ve esnân (24b) esnân dörtdür. Birisi sinn-i nümüvvdür ki, sinn-i hadâse dahi dirler. Ve biri dahi sinn-i şebâbdır. Üçüncüsü sinn-i vukûfdur. Dördüncüsü sinn-i şeyhûhatdır. Tafsīli budur ki; sinn-i nümüvv ki sinn-i tufûliyyet dir ki, ibtidâ-yı tevellüdden müstaʻid hareket olunca vâkiʻ olan evkātdır. Buna sinn-i sabâ dahi dirler. Ve sinn-i gulâm mürâhık ve hadd-i bülûğ ve sinn-i şebâbdır ki, otuz beş yaşına dek. Nümüvv ana dirler ki, insân aktâr-ı selâsesinden yaʻnî tūlünden ve arzından ve umkundan tenâsüb-i tabîʻî üzere mütezâid ola. Bu kuvvet-i tenmiyye âhir ömre dek bâkī olmaz. Belki bu ziyâde olmanın mikdâr-ı muʻayyeni vardır ki, ana vâsıl oldukdan sonra kuvvet-i tenmiyye vâkıf olub amelden kalur. Buna sinn-i vukūf da dirler. İnsân ne kadar semîn olursa tūlünden bir hardal mikdârı ziyâde olmaz. Ve simen nümüvv addolunmaz. Ve sinn-i kühûlet ki, Türkîde orta yaşlu dirler. Buna sinn-i inhıtāt dahi dirler. Bu sinnin erbâbının inhıtātı katı zāhirdir. Biri dahi sinn-i şeyhûhatdır ki bu sinnin sāhibine ânen fe-ânen âhir-i ömre dek zaʻf ve fütûr mukarrerdir.  Sadeleştirme  İkinci Fasıl: Doğal Sistemdeki Mizacı Beyan Eder Mizaç, unsurların bir araya gelmesidir. Buna birinci nitelik denir. Dört unsur bedende toplanınca saflaşırlar, birbirine temas ederler, kendi aralarında bir kırılma ve parçalanma olur. Sonuçta birbirine zıt dört unsurun bir araya gelmesinden ötürü yeni bir nitelik ortaya çıkar. Bu yapısal özelliğe mizaç denilir. Bazı kişiler dört unsurun bir araya gelişiyle ikinci bir niteliğin de ortaya çıktığını söylerler ki bu bizim de tercih ettiğimiz görüştür. Çünkü mizaç dengeli ve dengesiz olarak ikiye ayrılır. Eğer mizaç dengeli ise bu denge birinci şıktır ki nicelik ve niteliktedir. Eğer tüm dört unsur her yönden eşit olarak birbirine karışmış ise bu hakiki denge demektir. Ancak böyle bir denge bu pratikte mümkün değildir. İkinci şıkta ise unsurlardan biri diğerlerine baskın gelir, mizaç da o şekilde tezahür eder. Örneğin aslanda sıcaklığın baskın gelmesi onda kuvvetli bir öfke meydana getirir. Veya tavşan, soğukluğu aşırı olduğu için korkaklığı had safhadadır. Eğer biz mizacımızı bilirsek, gıda ve ilaçların mizaçlarını bilirsek mizaç içindeki dengeyi sağlayabiliriz. Dengesiz mizaç sekiz gruba ayrılır. Dördü basittir: sıcak, soğuk, nemli, kuru. [Dördü de bileşiktir: sıcak-nemli, sıcak-kuru, soğuk-nemli, soğuk-kuru.] Kötü mizaç; kan, safra, balgam ve sevda maddelerinden kaynaklanır. Bitki, hayvan ve madenlerin dengesi insanların çeşit çeşit olan mizaçlarını dengelemek içindir. [Bu maddelerle dengesiz mizaç dengeli hâle getirilebilir.] İnsan vücudunda en dengeli organ deridir. Derinin içinde en dengeli yer şehadet parmağı, sonra diğer parmaklar, sonra avuç içi, sonra da diğer bölgelerdeki derilerdir. İnsanlardaki yaş devresi dört kısma ayrılır. Büyüme çağı, gençlik çağı, yetişkinlik çağı ve yaşlılık çağıdır. Büyüme (çocukluk) çağı, doğumdan yeteneklerin gelişmesine kadar geçen süredir. Gençlik devresi ergenlikten otuz beş yaşına kadar devam eder. Büyüme demek, insanın boy, kilo ve organlar açısından uyumlu bir şekilde büyümesidir. Bu büyüme kuvveti ölüme kadar devam etmez. Bir noktadan sonra bu kuvvet durur, işte bu çağa da yetişkinlik (orta yaşlılık) çağı denir. İnsan bu devrede ne kadar kilo alırsa alsın boyundan uzayamaz. Kilo almak da büyümek anlamına gelmez. Bu çağda artık gelişme durmuş, çöküş başlamıştır. Bir sonraki devre ise yaşlılık devresidir. Bu döneme girmiş kişilerde ölene dek zayıflık ve gevşeme artarak devam eder. *(Kaynak: Emir Çelebi, Enmûzecüʼt-Tıbb, T-7043, 24a-24b.)

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiMısır Çarşısında Bir Ezan Köşkü
Seyyah

مصر چارشيسي، امين اوڭنده  يڭي جامعنڭ آرقه سنده  و چيچك پازارينڭ ياننده در. استانبولاون اڭ اسكي قپالي چارشيلرندن اولان مصر چارشيسي، اصلنده  يڭي جامعڭ ياپيليشي صيره سنده  بو جامعه  كلير كتيرمك آماجيله  انشا ايتديريلمشدر. اسمنى مصردن كلن بهارات و چشيتلي اوتلرڭ صاتيلمسي سببيله  آلديغي دوشونولسه  ده  اصل سببي چارشينڭ قاهره دن آلينان ويركيلرله  ياپيلمه سندن كلمكده در. ٣نجی مرادڭ آننه سي صفيه  سلطان طرفندن باشلايان انشاآت، اوزون بر آرادن صوڭره ، ١٦٦٠ ييلنده  طرخان سلطان طرفندن خاصّه  باش معماري كاظم آغايه  تماملاتدريلمشدر. مصر چارشيسنده ، انواع چشيد أورونلرڭ ياننده  دقّت چكن كوچك بر كوشك ده  بولونور. بو مكان، عثمانلي دونمنده  دعا ميداني اولارق آڭيلير و هر صباح ايشه  باشلامادن أوڭجه  بر كورولي بو ميدانده  اصناف اهاليسنه  سسلنه رك دعا ايدر، بركتلي بول قزانجلر ديلردي. دلّال كوشكي ده  دينيلن اذان كوشكي، اصلنده  پارماقلي بالقون شكلنده  پلانلانمش اخشاب بر ياپيدر. دلّالڭ دويورولريني ياپديغي، لونجه  واعظنڭ اصنافه  نصيحت ايتديگي بر كرسي اولارق ده  قوللانيلمشدر. چارشينڭ خصكي قاپيسنده كي قسم ايكي قاتلي اولوب بو قاتلر او دونم محكمه  بولوملري اولارق قوللانيلمشدر. بو يرلرده  اصناف و خلق آراسنده كي صورونلر كيدريلمه يه ، چوزوم بولونمه يه  چاليشيلمشدر. اذان كوشكي مصر چارشيسنڭ اوزون و قيصه  كنارلرينڭ برلشديگي نقطه ده  قونوملانمش اولوب، قبله  يوڭي أوزرنده  ير اجداديمزڭ، حياتڭ هر آلاننده  اينجه  دوشونجه ليلگنى كوزلر أوڭنه  سرر. Mısır Çarşısı, Eminönü`nde Yeni Camii`nin arkasında ve Çiçek Pazarı`nın yanındadır. İstanbul`un en eski kapalı çarşılarından olan Mısır Çarşısı, aslında Yeni Cami’nin yapılışı sırasında bu camiye gelir getirmek amacıyla inşa ettirilmiştir. İsmini Mısır’dan gelen baharat ve çeşitli otların satılması sebebiyle aldığı düşünülse de asıl sebebi çarşının Kahire’den alınan vergilerle yapılmasından gelmektedir. 3. Murad’ın annesi Safiye Sultan tarafından başlayan inşaat, uzun bir aradan sonra, 1660 yılında Turhan Sultan tarafından Hassa baş mimarı Kazım Ağa’ya tamamlattırılmıştır. Mısır çarşısında, envai çeşit ürünlerin yanında dikkat çeken küçük bir köşk de bulunur. Bu mekân, Osmanlı döneminde dua meydanı olarak anılır ve her sabah işe başlamadan önce bir görevli bu meydanda esnaf ahalisine seslenerek dua eder, bereketli bol kazançlar dilerdi. Tellal köşkü de denilen ezan köşkü, aslında parmaklı balkon şeklinde planlanmış ahşap bir yapıdır. Tellalın duyurularını yaptığı, lonca vaizinin esnafa nasihat ettiği bir kürsü olarak da kullanılmıştır. Çarşının Haseki kapısındaki kısım iki katlı olup bu katlar o dönem mahkeme bölümleri olarak kullanılmıştır. Bu yerlerde esnaf ve halk arasındaki sorunlar giderilmeye, çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Mısır çarşısının uzun ve kısa kenarlarının birleştiği noktada konumlanmış olup, kıble yönü üzerinde yer ecdadımızın, hayatın her alanında ince düşünceliliğini gözler önüne serer.

H. Merve BARUTÇU 01 Ocak
Konu resmiİslam Dünyası
Bir Dergi Bir Yazı

(2) Kurban Bayramı İşbu Kurban Bayramı’nı kardeşlerimize tebrik ederek umum Müslümanlar hakkında bais-i yümn ü saadet olmasını temenni eyleriz: Rabbena enzil aleyna maideten mine’s-semai tekûnu lenâ ‘îden li-evvelinâ ve ahirinâ ve ayeten minke verzuknâ ve ente hayru’r-razikin* * Maide 114; Ey Rabbimiz olan Allah! Bize gökten bir mâide (bir sofra) indir ki, (o iniş günü) bizim için, hem evvelimiz, hem âhirimiz (sonra gelenlerimiz) için bir bayram ve senden bir mucize olsun! Bizi rızıklandır; çünkü sen, rızık verenlerin en hayırlısısın. (3) Acı hakikatler i’tiraf olunmadıkça ıslah mümkün olamaz. “İslam Dünyası” neden bu nam ile bir mecelle neşrine lüzum görüldü? Yek nazarda bu sual varid-i hatır olabilir. Fakat bir az teemmül ve tefekkür olunduğu gibi derhal tebeyyün eder ki: şimdiye kadar İslam dünyasından bahs eder mecelleler her memlekette ve elsine-i muhtelifede intişar etmektedir. Hatta kendileri Müslüman olmadıkları halde İslam Dünyası namıyla neşriyatta bulunuyorlar, Türkiye’de ise bilhassa böyle bir unvan ile bir eser şimdiye kadar mevki-i intişara vaz’ olunmadığı gibi, bu manayı şamil olan mecelle gazetelerde maa’t-teessüf ifrat ve tefrit meslekler takip ederek -bazıları pek vasi’ ve bazıları da lüzumundan ziyade dar olduğundan- birçok mesele-i mühimmede hakikat hemen mektum derecesinde kalmakta olup en mühim meselelerde bile ifade-i meram ve bast-ı kelam oluna. (4) Medeniyet dünyası ile İslamiyet alemi arasında şu gün gayet büyük bir tefavüt vardır. Biri bundan sonra hiçbir vakit inmemek azmiyle riyaset, siyaset, hakimiyet kürsülerinden mütemekkin olmuş, yeryüzünde olan bütün hazineleri istila edip bütün kuvveti yalnız kendi eline almış. Diğeri ise hayat-ı siyasiyeden tamamıyla mahrum kalmış; kendi işlerini kendi başına idare etmekten aciz olmuş, öz hanesinde, öz mülkünde, öz ihtiyarıyla tasarruf hukuklarından men kılınmış, mahcur gibi her yerde diğerin taht-ı idaresinde kalmış. (5) Bugün bir Türkistan, bir Hindistan, bir Arabistan köylüsünün en büyük kaygısı halife yurdu Osmanlı ili… O, şimdi her şeyi hatta kendi varlığını bir tarafa bıraktı; yalnız sultan yurduna at süren; İslam iline ot yakan düşman için yumruklarını sıkıyor, dişlerini gıcırdatıyor… Onun en büyük derdi harpte ölen şehitler, yetim kalan sabiler, güçsüz kalan za’ifler… Yalnız onları düşünüyor, onlar için ağlıyor… (6) İslam’ın terakkisi yalnız (usül-i terbiye)’nin tanzimi ile olacaktır. (7) Cuma günü tatil meselesi Bugün bizce bila tehir-i hal olunması iktiza eden mesail-i mühimmeden biri de işte bu, Cuma günleri tatil-i eşgal meselesidir.

Zafer ŞIK 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

كمال پاشازاده  ابن كمال كمال پاشازاده  ديمكله  مشهوردر. اسمي احمد شمس الدّين افنديدر. مفتي الثقلين عنواني يالڭز اوڭا ويريلمشدر. ابن كمال، عثمانليلرڭ هم بيوك بر عالمي هم ده  امثالسز بر شاعريدر. آناطوليده ، توقاتده  طوغمش، لكن ادرنه ده  بويومشدر. ابتدا عسكرلگه  هوس ايتمش ايدي. بر مدّت صوڭره  او مسلگي ترك ايتدي. اوقومق، پك درين اوقومق ايسته دي، چاليشدي. كوندن كونه  بيلكيسي آرتدي. علمي آرتدقجه  قيصقانانلري ده  آرتدي. اونلرڭ حسدلري يوزندن بر مدّت مغدور قالدي. فقط نه  ياپارلرسه  ياپسينلر، او بيوك عرفان خزينه سنه  قارشي طورمق ممكن دگلدي. سلطان سليم أوّل كنديلريني ابتدا ادرنه  قاضيلغنه  صوڭره  آناطولي قضيعسكرلگنه  تعيين ايتدي. قانوني سلطان سليمان، كمال پاشازاده يي شيخ الاسلام پايه سيله  تلطيف بويوردي. و او بيوك مقام ده  اهلنى بولدي. مزاري ادرنه قاپیده محمود چلبي زاويه سي جوارنده در. درت- بش يوز جلددن زياده  قيمتلي و دگرلي اثرلر يازمشدر. Kemal Paşazade İbni Kemal Kemal Paşazade demekle meşhurdur. İsmi Ahmed Şemseddin Efendi’dir. Müftiyü’s-sakaleyn unvanı yalnız ona verilmiştir. İbn-i Kemal, Osmanlıların hem büyük bir alimi hem de emsalsiz bir şairidir. Anadolu’da, Tokat’ta doğmuş, lakin Edirne’de büyümüştür. İptida askerliğe heves etmiş idi. Bir müddet sonra o mesleği terk etti. Okumak, pek derin okumak istedi, çalıştı. Günden güne bilgisi arttı. İlmi arttıkça kıskananları da arttı. Onların hasetleri yüzünden bir müddet mağdur kaldı. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, o büyük irfan hazinesine karşı durmak mümkün değildi. Sultan Selim-i Evvel kendilerini iptida Edirne kadılığına sonra a Anadolu Kazaskerliğine tayin etti. Kanuni Sultan Süleyman, Kemal Paşazadeyi Şeyhülislam payesiyle taltif buyurdu. Ve o büyük makam da ehlini buldu. Mezarı Edirnekapı’da Mahmud Çelebi Zaviyesi civarındadır. Dört-beş yüz ciltten ziyade kıymetli ve değerli eserler yazmıştır. (Kaynak: İhsan Şerif, Çocuklara Tarih Dersleri, Kanaat Matbaası, 1334, İstanbul. Kısmen düzenlenerek alınmıştır.)ehbi (ö. 1224/1809) tarafından yazılmış manzum Farsça-Türkçe sözlük. شاه زنده  پيغمبريمزه  چوق بڭزه ين آلتي صحابه دن بريسي ده  عمجه  اوغلي قثم بن عبّاسدر. پيغمبريمز بر كون حضرت عبّاس ايله  اوغوللري عبد اللّٰه، عبيد اللّٰه، فضل و قثمي بر أورتو ايله  صارار و ”يا رب، بو بنم عمجه م و بابامڭ أوز قرداشيدر. بونلر ده  اونڭ چوجقلريدر. اونلري بو پرده يله  أورتديگم كبي، سن ده  جهنّمدن أويله جه  قورو!“ دييه  دعا ايتدي. قثم پيغمبر دعاسي آلان بختلي كيشيلر آراسنه  كيردي. پيغمبريمز بر كون قثمي صوقاقده  اويناركن كوردي و بينگنڭ تركيسنه  آلدي. جعفر طيّارڭ اوغلي عبد اللّٰهي ده  آتنڭ أوڭنه  آلارق اونلري مدينه  صوقاقلرنده  كزديردي. پيغمبريمزڭ وفاتنده  ييقانيركن يارديم ايدنلردن بري ده  حضرت قثمدر. او، پيغمبريمزڭ قبرينه  ايننلردن بريدر و قبردن اڭ صوڭ او چيقمشدر. اونڭ ايچون پيغمبريمزه  طوقونان صوڭ كيشي اولارق بيلينير. حضرت معاويه  دورنده  فتح اوردوسنه  قاتيلارق خراسان جوارينه  سفره  چيقدي. بو زور بر سفردي. سفرده  بيوك غيرت كوستردي. پيغمبر دعاسي آلمش، ييگيت، متواضع بر صحابه نڭ اوردو ايچنده  بولونمسي مجاهدلري معنًا اتكيله دى و عسكرلر اونڭ وارلغيله  غيرته  كلديلر. اوردو ٦٧٥ ييلنده  سمرقاندي فتح ايتدي. دشمان اوردوسي بر كيجه  آڭسزين باصقين دوزنله دى. حضرت قثم، أفرسياب تپه لري دينيلن يرده كي بو باصقينده  شهيد ايديلدي و اورايه  دفن ايديلدي. مسلمانلر اوڭا ”شاه زنده “ ديديلر و حالا تربه سني زيارت ايدرلر. سامانيلر، غزنه ليلر، سلچوقليلر، ايلخانليلر، تيمورليلر، بابورليلر و شيبانيلر دورنده  دائما صايغيله  آڭيلدي. اوڭا ياقين دفن ايديلمك ايسته ين مسلمانلردن طولايي زمانله  قبرستان كنيشله دى. Şah-ı Zinde Peygamberimize çok benzeyen altı sahabeden birisi de amcaoğlu Kusem bin Abbâs’tır. Peygamberimiz bir gün Hazret-i Abbas ile oğulları Abdullah, Ubeydullah, Fazl ve Kusem’i bir örtü ile sarar ve “Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de Cehennemden öylece koru!” diye dua etti. Kusem peygamber duası alan bahtlı kişiler arasına girdi. Peygamberimiz bir gün Kusem’i sokakta oynarken gördü ve bineğinin terkisine aldı. Cafer-i Tayyar’ın oğlu Abdullah’ı da atının önüne alarak onları Medine sokaklarında gezdirdi. Peygamberimizin vefatında yıkanırken yardım edenlerden biri de Hazret-i Kusem’dir. O, Peygamberimizin kabrine inenlerden biridir ve kabirden en son o çıkmıştır. Onun için Peygamberimize dokunan son kişi olarak bilinir. Hazret-i Muâviye devrinde fetih ordusuna katılarak Horasan civarına sefere çıktı. Bu zor bir seferdi. Seferde büyük gayret gösterdi. Peygamber duası almış, yiğit, mütevazi bir sahabenin ordu içinde bulunması mücahitleri manen etkiledi ve askerler onun varlığıyla gayrete geldiler. Ordu 675 yılında Semerkant’ı fethetti. Düşman ordusu bir gece ansızın baskın düzenledi. Hazret-i Kusem, Efresiyab Tepeleri denilen yerdeki bu baskında şehit edildi ve oraya defnedildi. Müslümanlar ona “Şah-ı Zinde” dediler ve hala türbesini ziyaret ederler. Samaniler, Gazneliler, Selçuklular, İlhanlılar, Timurlular, Babürlüler ve Şeybaniler devrinde daima saygıyla anıldı. Ona yakın defnedilmek isteyen Müslümanlardan dolayı zamanla kabristan genişledi. كوچك قيزلره  أورنك بيوك قادينلر اجداديمز آسيه نڭ اورته لرندن قالقمشلر، آناطولي يه  قونمشلردي. دنيانڭ اڭ كوزل يرلرنده  اڭ پارلاق بر سلطنتي قورمشلردي. اونلره  ”قايي خانلر“ ديرلردي. رئيسلري سليمان شاه ايدي. سليمان شاهڭ اوغوللرندن بري ده  ارطغرول غازي ايدي. ارطغرول غازينڭ والده سنه  خيمه  آنا ديرلردي. خيمه  آنا قبيله  ايله  برلكده  آناطولي يه  كوچ ايتمش، يولجيلقده  اداره سيله  قبيله نڭ نيجه  مشكللريني كيدرمشدي. بيوك بر سلطنتڭ قورولاجغي يرلري كوسترن پارلاق كوزلريله ، يول يورغونلغني اونوتديران طاتلي سوزلريله  قبيله  خلقنى شان و شرف ايللرينه  او سوق ايتمشدي. اجداديمزڭ ايلك يرلشدكلري يرلردن تكرار اسكي يورتلرينه  دونمه لرينه  عادتا خيمه  آنا مانع اولمشدي. خيمه  آنا كسكين ذكاسيله  آناطوليده  اوغوللرينڭ، طورونلرينڭ بيوك بر حكومت تشكيل ايده جكلريني آڭلييور، چوجقلريني دائما صاو سورمك، شان ويرمك امللريله  بيوتويوردي. باش اگيلمش، بل بوكولمش بر حالده  ياشامه نڭ كنديلري ايچون ذل اولديغني آڭلاتييور. قوله  قول اولمق ايچون دگل، اللّٰهه  قول، پيغمبره  يار اولمق ايچون ياشامه ىي أوگرتييوردى. مستقل اولمق، كيمسه يه  اسير اولمامق آرزولريني هپ او سوكيلي خيمه  آنا ويرييوردى. خيمه  آنا بينيجيلكده ، آتيجيلقده  چوجقلرينه  أورنكدي. اوق، ياي كنديسنڭ اڭ سوديگي شيلردي. اطرافده  اولان بيتن حربلره  بعضًا  كنديسي ده  كيرردي. اولادينه  بويله  كوزل امللر ويرن خيمه  آنانڭ ياقين وقتلره  قدر نره يه  كومولديگي بيلينه مه مشدي. بركت ويرسينكه  ١٣٠٧’ده  سلطان عبدالحميد خان ثانينڭ اراده لريله  اينه كول قضاسنه  مضاف چهارشنبه  قريه سنده كي مزاري أوزرينه  بر تربه  انشا ايديلمش ايدي. عثمانليلرڭ بيوك والده سي عقللردن چيقماملي، اونڭ ويرديگي سلطنت محبّتي كوڭللردن سيلينمه مليدر. Küçük Kızlara Örnek Büyük Kadınlar Ecdadımız Asya’nın ortalarından kalkmışlar, Anadolu’ya konmuşlardı. Dünyanın en güzel yerlerinde en parlak bir saltanatı kurmuşlardı. Onlara “Kayı Hanlar” derlerdi. Reisleri Süleyman Şah idi. Süleyman Şah’ın oğullarından bir de Ertuğrul Gazi idi. Ertuğrul Gazi’nin validesine Hayme Ana derlerdi. Hayme Ana kabile ile birlikte Anadolu’ya göç etmiş, yolculukta idaresiyle kabilenin nice müşkillerini gidermişti. Büyük bir saltanatın kurulacağı yerleri gösteren parlak gözleriyle, yol yorgunluğunu unutturan tatlı sözleriyle kabile halkını şan ve şeref illerine o sevk etmişti. Ecdadımızın ilk yerleştikleri yerlerden tekrar eski yurtlarına dönmelerine adeta Hayme Ana mâni olmuştu. Hayme Ana keskin zekâsıyla Anadolu’da oğullarının, torunlarının büyük bir hükümet teşkil edeceklerini anlıyor, çocuklarını daima sav sürmek, şan vermek emelleriyle büyütüyordu. Baş eğilmiş, bel bükülmüş bir halde yaşamanın kendileri için zül olduğunu anlatıyor. Kula kul olmak için değil, Allah’a kul, peygambere yar olmak için yaşamayı öğretiyordu. Müstakil olmak, kimseye esir olmamak arzularını hep o sevgili Hayme Ana veriyordu. Hayme Ana binicilikte, atıcılıkta çocuklarına örnekti. Ok, yay kendisinin en sevdiği şeylerdi. Etrafta olan biten harplere bazen kendisi de girerdi. Evladına böyle güzel emeller veren Hayme Ana’nın yakın vakitlere kadar nereye gömüldüğü bilinememişti. Bereket versin ki 1307’de Sultan Abdulhamid Han-ı Sani’nin iradeleriyle İnegöl kazasına muzaf Çarşamba karyesindeki mezarı üzerine bir türbe inşa edilmiş idi. Osmanlıların büyük validesi akıllardan çıkmamalı, onun verdiği saltanat muhabbeti gönüllerden silinmemelidir. (Kaynak: Küçük Kızlara Örnek Büyük Kadınlar)

Murat DARICIK 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

مرحبا آرقداشلر! آشاغيده  بلكه  بيلديگيڭز اما بو كز عثمانليجه  اولارق قارشيڭزه  كلن بر پروبلم وار. جواب قسمنى ده  قولايلاشديردق و سزه ساده جه  بوش آلانلره  هانكيلري كلملي قسمنى  بيراقدق. اگلنجه لي بر چاليشمه  چيقدي. هايدي، سزه  قولاي كلسين… صوريلر احمد افندينڭ چفتلگي كويڭ براز طيشنده ، كورول كورول آقان قيزيل دره نڭ ئوبور ياننده يمش. احمد افندي بر كون قوزوسني، اورماندن باغچه سنه  اينن قوردي و قوزوسي ايچون آييرديغي بر مقدار اوتي ده  آلوب قارشي قيي يه  كچمك ايسته مش. داها طوغريسي بويله  بر مجبوريت اولمش. آنجق قارشي يه  كچه بيله جگي تك آراچ اوفاجق بر قاييقمش و هپسنڭ برابر قارشي يه  كچمسي امكانسزمش. قاييغه  هر دفعه سنده  ساده جه  برينى آلابيلييورمش يا قوزويي يا ده  قوردي يا ده  اوتي ياننه  آلابيله جكمش. آنجق بر مسئله  داها وارمش؛ قورتله  قوزويي يالڭز بيراقيرسه  قورت قوزويي ييرمش، قوزويله  اوتي يالڭز بيراقسه  بو سفر قوزو اوتي ييرمش. پكي، سزجه  ناصل اولاجق ده  احمد افندي أوچني بردن قارشي يه  كچيره جك؟ جوابلر ١......................... يي قارشي يه  كوتورور و بوش دونر.٢........................ي  قارشي يه  كوتورور.٣. دونركن ...................... و .................... يالڭز قالمامسي ايچون......................يي تكرار ياڭنه  آلوب ديگر طرفه ،......................ڭ ياننه  كوتورور.٤. ..................ي  آلوب قارشي يه .....................ڭ ياننه  بيراقير و بوش دونر٥. .................. ييآلوب .................... و .....................ڭ ياننه  بيراقير. بويله لكله  پروبلم چوزولور.              Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızdan itibaren harf ve kelime çalışmalarına başlıyoruz. Silik harflerin üzerinden geçerken dikkatle yazmaya ve acele etmemeye çalışalım. Elinizin alışması ve yazınızın güzelleşmesi için bu dikkat ve sabır önemli olacaktır.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiEnderun-u Hümayun Mektebi*
Okuma Metinleri

        Enderun-u Hümayunda mektep tesisi Gazi Hüdavendigar Sultan Murad Han ol Hazretleri zamanına müsadiftir.  Müşarünileyhin Rumeli’de Edirne’yi   kabza-i teshirine geçirdiği sırada inşa eylediği Saray-ı âlide  padişahan-ı izam hazeratının hizmetinde bulunacaklara  mahall-i tahsil ve terbiye olmak ve bu dairelere üseradan ve gönüllüden tahsil-i  maarife  istidatları  olanları idhal olunmak üzere hazine ve kiler namıyla koğuşlar inşa edivermiş ve Enderun mektebinin esası işte bu suretle vaz olunmuştur. İlk ders cedveli kıraat-i Kur’an-ı Azimüşşan, ilmihal, tecvid, akaiden ve amelen bilinmesi farz olan mesail-i diniye olmak üzere tanzim olunmuş idi. Sultan Murad Han-ı Sani Hazretleri asırlarında derslere ilm-i tefsir, hadis, fıkıh, feraiz, şiir ve inşa, musiki, heyet, hendese, coğrafya, ilm-i kelam, mantık, meani, usul, bedi, beyan, hikmet ilave kılınmıştır. Bu ulum ve fünunun hakkıyla talimi için mahalli ulemasına Şiraz, Hemadan ve Horasan’dan birçok fühul celb ile ilave olunmuş ve daire-i hümayun bu zatların vücutlarıyla encümen-i dâniş halini iktisab eylemiştir. Enderun mektebinde tahsil-i kemalat edenlerden ilk defa olarak Çelebi Sultan Mehmet Han Hazretleri Mücahid sıfatıyla kırkı gönüllü yirmisi çukadar olmak üzere altmış neferi maiyet-i hümayunlarına kabul buyurmuş ve Enderunluların muharebatta maiyet-i şahanede bulunmaları usulü bu tarihten başlamıştır. Enderun mektebinde tahsilde bulunanlar maiyet-i şahanede bulunmakla mükellef olduklarından bunlar muhtelif unvanlarla yâd olmuşlardır. Gılaman, iç oğlanı, iç ağası, Enderun-u Hümayun ağası ve hademesi bu unvanların başlıcalarıdır. Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri bizzat bulundukları Belgrat ve Boğdan muharebatında Enderunluların sel-i seyf ile uğur-u hümayunda yekdiğerini müteakip mertebe-i şehadeti ihraz eyledikleri meşhudu olmasına ve ikinci defaki cülüs-u hümayunlarında Bursa’da yeniçerilerde görülen itaatsizliği imha hususunda hüsn-i hizmet ve âsar-ı rüyet gösterdikleri malumu bulunmasına mebni ol-vaktin  hükmünce inde’l-icab bunlardan ziyade vefakar hizmetkar-ı devlet bulunamayacağına yakin hasıl etmeleriyle Enderunluların teksiriyle saray-ı hümayun bir mekteb-i umumi ittihaz olunmasını ve buradan devletin muhtaç olduğu her nevi hidematın ifası için erbab-ı kemal ve besalet yetiştirilmesini irade buyurmuş idiler. Bu maksad-ı aliye binaen akib-i fetihte Edirne sarayındaki tahsil ve terbiye teşkilatı aynıyla tatbik edilmek üzere el-yevm Topkapı saray-ı hümayunu namıyla yâd olunan saray-ı cedidin hîn-i tesisinde mahall-i tahsil olarak devair-i lazime inşa edilmiş ve bu dairelerde bulunacakların tahsil ve terbiyeleri emr-i mühimmi daima taht-ı nezaret ve müzakerede bulundurulmak üzere hazine ve kiler koğuşlarındaki sahib-i ilm ve irfan zevatından mürekkeb bir encümen-i muallimin teşkil edilmiştir. Fatih hazretleri Enderun’da tahsil-i ilim ve kemal edenlere bahş-i nukud ve meratib ederek teşvikatta bulunur idi. Hazine ve kiler koğuşlarındaki erbab-ı ilim ve hünerin şevklerini tezyid için saray-ı hümayun babü’s-saadesine “veli-niam-i darü’l-ilm” levhasını talika irade-i şahaneleri şeref-müteallik buyurulmuş idi. Sultan Beyazıt Han-ı Sani hazretleri cülus-u hümayunlarını müteakip hazine ve kiler koğuşlarında tahsili İlim ve kemalat edenlere tevcih buyurulmak üzere müezzin başılık, berber başılık, tüfenkci başılık ve baş lalalık ve üzengi ağalığı gibi memuriyetler ihdas ve Enderunlulara mahsus muallimlerin miktarını tezyid ve kütüb-i mevcudeyi tevkir buyurmuşlardır. Fenn-i silahşori, cenk averi talimine ve kemankeşlik sanatında ve cündilik cür’etinde ashab-ı meleke ve yetişmeharet edilmesine sarf-ı inayet etmişlerdir. Enderun-u hümayun ikinci mektebi Galata Sarayıdır. Bu mektebi Sultan Beyazid Hân-ı Sani Hazretleri tesis buyurmuşlardır. El-yevm Galata mekteb-i sultanisinin bulunduğu mahalde otuz bin zira’dan ziyade bir arsanın etrafına duvar çekilmek ve bir cami-i şerif ile ikişer yüz kişiyi istîab eder büyük, orta ve küçük namlarıyla üç koğuş ve bir ders hane ve her koğuşa birer hamam ve birer zabit dairesi ve matbah inşa edilmek suretiyle mektebin esası vaz’ olunmuştur. Hitam-ı inşaatta devşirmeden güzide ve matbuu’l-endam birkaç yüz etfal intihab ve tefrik ile bu koğuşlara idhal edilmiş ve bunların terbiye ve idareleri saray-ı hümayun ak ağalarının kadimlerinden mücerreb ve diyaretkâr birine ihale edilmiştir. Bu usule mektebin lağvına kadar devam olunmuştur. Buranın ilk ders programı kıraat-i Kur’an-ı Azimüşşan, Arabi ve Farisi yazı ve musikidir. Bu dersler için muallim-i mahsuslar tayin edilmiştir. Saray-ı cedidde mekteb ittihaz kılınan hazine ve kiler koğuşlarına idhal edilecek bir zatın evvel emirde tahsil-i ibtidaiyi işbu Galata Sarayı mektebinde ikmal etmesi usulden idi. Enderun-u hümayunda hazine ve kiler koğuşunda başka yerde küçük oda namıyla yâd edilir bir koğuş var idi ki, tahsil-i talide bulunan Enderunlulara mahsus idi. Bilahare bu küçük odanın namı seferli koğuşuna tahvil edilmiştir. Hazine-i hümayun ve kiler koğuşlarında münhal vukuunda Galata Sarayı mekteblileri kıdemlilerinden biri alınır ve küçük oda ve hazine ve kiler koğuşlarına yeni gelen işbu Galata Saraylıya acemi ıtlak olunur idi. Koğuşlardaki kıdemli ağalardan biri bu acemiye lala yani mürebbi tayin edilir idi. Saray teşkilat maarifi icabınca iptidai tahsil Galata Sarayına, tali küçük odaya ve ali tahsil de hazine ve kiler koğuşlarına mahsus idi. Koğuşlarda tahsilde terakki etmiş ağalardan biri tahsili geri bulunan on iki ağaya halife tayin olunur idi. Bu halifeler refiklerinin derslerini ihzar ve müzakerelerini itmam vazifesiyle mukayyed idiler ve hizmetlerinden dolayı halifelere ayrıca aidat verilir idi. Halifeler koğuşların muteber ve mütehayyizleri bulunduklarından saray-ı Hümayun memurin ve gediklerinde mahlul vukuunda bunlar tercihen tayin edilir idi. Her asrın en güzide uleması ve hüner-veranı ve hattatini saray-ı Hümayun hocalığı ile taltif edilmek usulden idi. Salı günleri ulûm-u aliye ve  ilmiye muallimleri,  pazar günleri ilm-i kıraat muallimi reisü’l-kurra,  cumartesi ve çarşamba günleri de yazı alimleri saraya dahil olurlar idi. Bu mu alimler ak ağaların taht-ı muhafazasında bulunan babussaadeye  dahil oldukda  yukarıda isimleri geçen koğuşlardaki Enderun ağalarından altısı bu kapıya gidip istikbal ederler idi.  Muallim koltuğunda iki  halife ve o ve önünde  ve arkasında dört  Enderun ağası kemal-i hürmetle yürümekte bulunduğu halde dershaneye girer idi.  Ayn-ı i’zaz  ve ihtiram muallimin avdetinde de icra olunur idi. Enderun ağaları koğuşlarda tahsil-i maarifte bulunarak tasfiye-i vicdana ve tehzib-i ahlaka sa’y  etmekle beraber şecaat ve mertlik hasâiliye mütehalli olmaları ve kuvey-i bazuya muhtaç olan hususatta meleke ve iktisap eylemeleri için tenezzüh zamanlarında Saray-ı Hümayun sahalarında cirit, tomak oyunları gösterilir ve muharebat için seyf kullanılması talim edilir ve top nişancılığı ve tüfek endahtı  gibi fenne  talik eden hususat da gösterilir idi. Enderun hümayundaki usul tahsil Sultan Mahmud-u Sani Hazretleri asr-ı hümayunlarına kadar vech-i meşruh üzere devam etmiş ise de yeniçerilik lağvı üzerine teşkil olunan yeni askerliğin başına küçük ve büyük zabit olarak Enderunluların kısm-ı mühimminin geçirilmesi usul-ü mevzuanın devamına hail olmuş ve bilahare mekteb-i harbiye ile mekatibi sairenin küşadı Enderun usul-i tahsilini derece-i taliyede bırakmıştır. Binaenaleyh bu esbaptan ve daha sonraları maarif nezaretinin şehir dahilinde mektepler küşadıyla usul-i talim ve tedrisi vadi-i cedide kalb etmesinden dolayı Enderun mektebine olan rağbet bittab’ tenakus eylemiş ve her ne kadar maarif nezareti programları kısmen Enderunca da kabul olunarak muallimler tayiniyle usul-i cedide tedrisatı tatbikine başlanmış ve hatta  valid-i macid kesirü’l-hamid hazret-i şehriyar-ı a’zami cennet-mekan Gazi Sultan Abdülmecid Han Hazretleri Enderun-u Hümayun mektebini teşrif ile huzur-u hümayunlarıyla şehadet name tevzi’ ettirerek teşvikat ve telkinatta bulunmuş olmakla ve hakan-ı sabık dahi mektepte namına nutuklar irad ettirerek mektebe olan teveccühünü izhara çalışmış ise de her nedense mekteb-i feyz-i kadimini iktisap edememiş ve ila yevmina hazihi Enderun tahsili ulum-u diniyeye inhisar eylemiştir. Enderun-u Hümayunda iktisab-ı feyz ve kemal ile devletin en mühim makamlarını işgal etmiş zevatın adedi pek kesirdir. Ezcümle Enderun Mektebi altmış  sadrazam yetiştirmiş ve bunların içlerinde Mahmut Adeni Paşa,  Davut Paşa,  Hersek zade Ahmet Paşa, Gedik Ahmet Paşa,  Damat İbrahim Paşa,  Yemen Fatihi Sinan Paşa,  Sokullu Mehmet Paşa,  Köprülü Mehmet Paşa, Çorlulu Ali Paşa,  Şehit Ali Paşa gibi eazım-ı  Osmaniye mevcut bulunmuştur. Memleketimizde devir ve talim ve terbiyesini altı asır kadar idame etmiş ve pek ali bir maksadı istihdaf ederek bu müddet zarfında ilmi ve askeri ve mülki ashab-ı ilim ve irfan, erbab-ı besalet ve siyaset olarak pek çok ekabir yetiştirmiş yegane müessese-i maarif Enderun mektebi denilse hata edilmiş olmaz. Hafız Mehmet Refik *TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 11, s. 185-187, İstanbul 1995 

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak