Konu resmiTarihte Bu Ay
Tarihte Bu Ay

١ آرالق       ترك عسكرلرينڭ قوره ده  قنوري ظفري (١٩٥٠) ٢ آرالق       نامق كمالڭ وفاتي (١٨٨٨) ٣ آرالق       سلطان ٢نجی سليمڭ وفاتي (١٥٧٤) ٩ آرالق       قدسڭ المزدن چيقيشي (١٩١٧) ١٠ آرالق      انسان حقلري أورنسل بياننامه سنڭ يايينلانمه سي (١٩٤٨) ١٠ آرالق      تركيه  جمهوريتي ايله  آرناؤدلق حكومتي آراسنده  آنقره ده  "دوستلق آندلاشمسي" امضالاندي (١٩٢٣) ٢١ آرالق      ٣نجی مرادڭ تخته  چيقيشي (١٥٧٤) ٢١ آرالق      جنوره ده  اورته  طوغو قونفرانسي (١٩٧٣) ٢٢ آرالق      ١نجی احمدڭ تخته  چيقمسي (١٦٠٣) ٢٣ آرالق      ١نجی مشروطيتڭ اعلاني (١٨٧٦) ٢٦ آرالق      اولوسلر آراسي تقويم و ساعتڭ قبولي (١٩٢٥) ٢٧ آرالق      استقلال مارشي شاعري محمد عاكف ارسويڭ وفاتي (١٩٣٦)   1 Aralık       Türk Askerlerinin Kore'de Kunuri Zaferi (1950) 2 Aralık       Namık Kemal'in vefatı (1888) 3 Aralık       Sultan 2. Selim'in vefatı (1574) 9 Aralık       Kudüs'ün elimizden çıkışı (1917) 10 Aralık    İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin yayınlanması (1948) 10 Aralık    Türkiye Cumhuriyeti ile Arnavutluk Hükümeti arasında Ankara'da "Dostluk Antlaşması" imzalandı (1923) 21 Aralık    3. Murat'ın tahta çıkışı (1574) 21 Aralık    Cenevre'de Orta Doğu Konferansı (1973) 22 Aralık    1. Ahmet'in tahta çıkması (1603) 23 Aralık    1. Meşrutiyet'in ilanı (1876) 26 Aralık    Uluslararası takvim ve saatin kabulü (1925) 27 Aralık    İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'un vefatı (1936)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiOsmanlıca Yazabiliyorum
Osmanlıca Yazabiliyorum

Dergiyi takip edenler, yazmanın da zevkine ulaşıyorlar. Her ay ilerlediğinizi sizler de fark ediyorsunuz. Her işte olduğu gibi, bu işte de bizzat kendimizin gayret göstermesi önemli olacaktır. Bu ay da aşağıdaki metni Osmanlı Türkçesi/Kur’an harfleri ile yazmanızı istiyoruz. Azalarımız içinde en kıymetli olanı gözdür. Göz, güzelliğin bütün mertebelerini fark eder. Göz, kalbin aynasıdır. Kalp nasılsa göz öyle görür. Evet, siyah bir gözlüğü takan adam her şeyi siyah ve çirkin görür. Kişinin kalbinde haset, kıskançlık ve zararlı bir muhabbet varsa her şey ona çirkin ve kötü görünür. Ve bütün insanlara, belki kâinata karşı bir buğz ve bir düşmanlığa sebep olur. Hayatı kendine zehir eder. Fakat güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.             Ç  Ö  Z  Ü  M     

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiİstikbalimiz Emindir
Baş Muharrir

استقبالمز اميندر بر سنه نڭ صوڭنه  داها كلدك. عمر دقيقه لري خيزله  آقوب كيدركن، كريده  كوزل شيلر بيراقمش اولمه  اميدي بني و اكيبمي ممنون و مسرور ايلييور. ٢٠١٣’ده  باشلايان يولجيلغمز، حمد اولسون كسينتي يه  اوغرامادن دوام ايدييور. سري پاشانڭ دركي يه  آلديغمز ١٨٨٣ تاريخلي نطقنده  ديديگي كبي، ”سزي تبشير ايدرم. استقبالمز اميندر. علو همّت، خلوص نيته  مقارن اولورسه  هانگي مشكل واركه  اقتحام اولوناماسين.“ اوت، نيتلر خالص اولورسه  هانكي ايش كري قالير. نهايت نيت خالصه نڭ كرامتي ظاهر دگلميدر؟ بوكونه  قدر اولانلر أوزرندن و كلن دگرلنديرمه لر ايشيغنده  باقديغمزده  هپ برابر كوزل بر ايش ياپديغمزي و جدّي مسافه  آلديغمزي سويله يه بيليرز. بو نقطۀ نظردن بتون آبونه لريمزه  مديون شكران اولديغمزي خاصّةً بيان ايتمك ايسترم. اگيتيم بر سورچدر و بو سورجي دستكله يه جك اڭ أونملي شيلردن بريسي ده  اگيتيم ماترياللريدر. بزم دنيايي طانيمقله  برلكده ، كندي قديم مدنيت يولجيلغمزده  الزم اولان آناختاري الده  ايتمه  قونوسنده  كليد رول اوينايان دركيمز ده  بو ماترياللردن بريسي بلكه  ده  أوڭجيسي اولدي. قطعه لر آشارق كوڭللره  طوقوندي. قديم مدنيتمزه  دنيانڭ درت بر طرفندن ياپيلان يولجيلقلرده  كوپرولر قوردي. أونيورسيته يي هر ايسته ينڭ آياغنه  كوتوردي. درت سنه  سورن بلكه  ده  دوامنى ايسته ين سورچلري، سورديروله بيلير سيويل اگيتيم آڭلاييشي ايله  هر كسيمدن و ياشدن انسانمزه  قولاي بر شكلده  كچيرمش اولدي. عثمانلي تركجه سي، عثمانليجه  دينيلديگنده  اولوشان أوزللكله  زور آلغيسني، ١٥ دقيقه ده  أوگرنه بيليرسڭز موتتوسيله  يره  قوتلي باصان بر آديمه  چويردي. چونكه  ايشڭ ايچريسنه  بالذّات مخاطبڭ كنديسني صوقمش اولدي. بز ساده جه  آرقداش اولدق. كيم نه  ياپديسه  كنديسي باشاردي. هپ برابر باشاردق. نه  موتلو بزلره ! هر بيتيش يڭي بر باشلانغيجدر. بز بيتيرديگمزه  دونوب باقاجغز. اكسيكلريمزي كوروب اكمال ايتمه  يولنه  كيده جگز. بونڭ ياننده  يڭي يه  اوطاقلاناجغز. نه  ياپارسه ق داها خيزلي و اتكيلي صوڭوچلر آلابيليرز بونلري بولمه يه  غيرت ايده جگز. حياتمزي قوشاتاجق آديملري بولوب اونلري حياته  كچيرمه يه  چاليشاجغز. سزلرله  باشلايان يولجيلغمز اميد ايدييورزكه  سزلرله  دوام ايده جك. بر دركي ناصل اوقول اولور، ناصل بر أونيورسيته يه  دونوشور هپ برابر كوردك، كوستره جگز. زور ظنّ ايديلني قولاي ياپوب ان شاء اللّٰه هركسه  اثبات ايتدك، ايده جگز. سوز اطرافنى جامع اغيارينى مانع اولملي ديرلر بلاغت اوسته لري. اوزاتمادن سزلري دركي ايله  باش باشه  بيراقييورم. يڭي سنه ده  يڭيدن كوروشمك و سورپريزلرله  بولوشمق دعاسيله  هپڭزي اللّٰهه  امانت ايدييورم. عمريڭز بركتلي، بختڭز آچيق اولسون افندم.   Bir senenin sonuna daha geldik. Ömür dakikaları hızla akıp giderken, geride güzel şeyler bırakmış olma ümidi beni ve ekibimi memnun ve mesrur eyliyor. 2013’te başlayan yolculuğumuz, hamdolsun kesintiye uğramadan devam ediyor. Sırrı Paşanın dergiye aldığımız 1883 tarihli Nutuk’unda dediği gibi, “Sizi tebşir ederim. İstikbalimiz emindir. Uluvv-i himmet, hulus-u niyete mukarin olursa hangi müşkil var ki iktiham olunamasın.” Evet, niyetler halis olursa hangi iş geri kalır. Nihayet niyet-i halisenin kerameti zahir değil midir? Bugüne kadar olanlar üzerinden ve gelen değerlendirmeler ışığında baktığımızda hep beraber güzel bir iş yaptığımızı ve ciddi mesafe aldığımızı söyleyebiliriz. Bu nokta-i nazardan bütün abonelerimize medyun-ı şükran olduğumuzu hassaten beyan etmek isterim. Eğitim bir süreçtir ve bu süreci destekleyecek en önemli şeylerden birisi de eğitim materyalleridir. Bizim dünyayı tanımakla birlikte, kendi kadim medeniyet yolculuğumuzda elzem olan anahtarı elde etme konusunda kilit rol oynayan dergimiz de bu materyallerden birisi belki de öncüsü oldu. Kıtalar aşarak gönüllere dokundu. Kadim medeniyetimize dünyanın dört bir tarafından yapılan yolculuklarda köprüler kurdu. Üniversiteyi her isteyenin ayağına götürdü. Dört sene süren belki de devamını isteyen süreçleri, sürdürülebilir sivil eğitim anlayışı ile her kesimden ve yaştan insanımıza kolay bir şekilde geçirmiş oldu. Osmanlı Türkçesi, Osmanlıca denildiğinde oluşan özellikle zor algısını, 15 dakikada öğrenebilirsiniz mottosuyla yere kuvvetli basan bir adıma çevirdi. Çünkü işin içerisine bizzat muhatabın kendisini sokmuş oldu. Biz sadece arkadaş olduk. Kim ne yaptıysa kendisi başardı. Hep beraber başardık. Ne mutlu bizlere! Her bitiş yeni bir başlangıçtır. Biz bitirdiğimize dönüp bakacağız. Eksiklerimizi görüp ikmal etme yoluna gideceğiz. Bunun yanında yeniye odaklanacağız. Ne yaparsak daha hızlı ve etkili sonuçlar alabiliriz bunları bulmaya gayret edeceğiz. Hayatımızı kuşatacak adımları bulup onları hayata geçirmeye çalışacağız. Sizlerle başlayan yolculuğumuz ümit ediyoruz ki sizlerle devam edecek. Bir dergi nasıl okul olur, nasıl bir üniversiteye dönüşür hep beraber gördük, göstereceğiz. Zor zannedileni kolay yapıp inşallah herkese ispat ettik, edeceğiz. Söz etrafını cami ağyarını mani olmalı derler belagat ustaları. Uzatmadan sizleri dergi ile baş başa bırakıyorum. Yeni senede yeniden görüşmek ve sürprizlerle buluşmak duasıyla hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Ömrünüz bereketli, bahtınız açık olsun efendim.

Metin UÇAR 01 Ocak
Konu resmiMilli Ahlak Olmayan Yerde
Poster

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmi*Nutuk
Okuma Metinleri

Efendiler! Sizi tebşir ederim. İstikbalimiz emindir. Uluvv-i himmet, hulus-u niyete mukarin olursa hangi müşkil var ki iktiham olunamasın. Vakıa bazen bir bulut parçası da güneşe hail olabilir. Lakin mümkün değil onun ziyasını mahvedemez. An olur ki yine pertevriz-i incila olur. Hakikat de öyledir. Bulutun güneşe hayluleti kabilinden olarak bazen ruy-i hakikate de muvakkat perde çeken bulunur! Ama mümkün değil onu setredemez. Zaman olur ki yine perde bir endaz ve rûnüma olur. İşte bu gün öyle bir hakikat ve ümit, güneşin parlak ziyaları gözlerimizi kamaştırıp duruyor. Medeniyet ve marifet denilen ataya-yı kudret dahi seyl-i huruşana benzer ki ona hiçbir şey sedd-i rah olamaz. Karşısına geleni –dağ kadar kavi de olsa- has ü haşak gibi siler süpürür. Bugün biz de öyle bir mevc-i tufanhız terakki önünde bulunuyoruz ki tevfik-i ilahi ve saika-i nüfuz-u padişahi ile bizi ister istemez ileri sürüp götürecektir. Onun için yine tekrar ederim ki istikbalimiz emindir. Efendiler! Malumunuzdur ki vatan, evlad-ı vatan için sevilir. Evlad-ı vatana edilecek en büyük hizmet ise onlara saadet-i dünyeviye ve uhreviyeyi kazandıracak bir kazanca delalet etmekten ibarettir ki o da tahsil-i ilim ve marifettir. Tahsil-i ilim ve marifet, darü’t-talime muhtaçtır ki bunlar da padişah-ı dil agâh efendimiz hazretlerinin saye-i şahanelerinde çoğalıyor. Yine o saye-i mukaddestedir ki mülkümüzde sair terakkiyat-ı nafia-i medeniye dahi şimendüfer hızına müşabih bir süratle ileri gidiyor. Sözüm doğrudur. Hele maziye bir nazar-ı ric’î atf olunsun. Asr-ı hazır hazret-i padişahının terakkiyatıyla eski halimiz muvazene buyurulsun. Ol vakit şu sözümün aynı hakikat olduğu tereddütsüz teslim olunur. Evet! Muhakkak bilmeliyiz ki devlet-i aliyyenin tarih-i teessüsünden beri ki altı yüz bu kadar yıldır, Osmanlılar işbu devr-i hazret-i Abdulhamid Hanı gibi bir devr-i mes’ud-u terakki görmemişlerdir. Bir delilimiz de bugün saye-i şahanelerinde tesisiyle müftehir olduğumuz şu mekteb-i âlîdir. Bu bir mekteptir ki kapıları –cins ve millet, din ve mezhep tefrik etmeyerek- umumen evlad-ı vatana açık tutulacaktır. İnşallah Şevketmeab Efendimiz Hazretlerinin saye-i mülükanelerinde işbu mekteb feyzinden nice erbab-ı kabiliyet ve istidad yetişecektir ki bir zamanda mukaddes vatanımız onlarla iftihar edecektir. Onun için ben dahi yüzümü mihrab-ı meleküte çevirerek müsebbibü’l-esbab ve müshilü’s-saab olan Allah Zülcelale azim şükürler ederim ki saye-i sami-i veliyyü’n-nimette nef’i umuma şamil böyle bir tesis-i nefis-i ilmînin birinci taşını koymaya bu aciz kulunu muvaffak buyurmuştur. Kelimeler: Nutuk: Dinleyenleri belli bir düşünce ve duygu etrafında toplamak ve iknâ etmek maksadıyle bir kalabalığa karşı yapılan güzel ve etkili konuşma, hitâbeTebşir: MüjdelemeUluvv-i himmet: Gayreti yüksek olmakMukarin: Bir yerde, bir arada bulunan, birlikte olan, bitişik, yakınMüşkil: Halledilmesi, çözüme kavuşturulması güç iş veya mesele, zorluk, güçlükİktiham: Göğüs germe, karşı durma, dayanma, tahammül etmePertevriz-i incila: Parlak ışık saçanHaylulet: Araya girme, yolu kapama, engel olmaRuy-i hakikat: Hakikatin yüzüMuvakkat: GeçiciRûnüma: Yüz gösteren, ortaya çıkanAtaya-yı kudret: Kudret hediyeleriSeyl-i huruşan: Coşan selSedd-i rah: Yolu kapamaHas ü haşak: Çalı çırpı, çerçöpTevfik-i ilahi: Allah'ın yardımıEvlad-ı vatan: Vatan evlatlarıMarifet: Allah'ı bilme ve tanıma.  İlim, hüner, tanımaDarü’t-talim: Öğretim kurumu, okul, mektep (2. Abdülhamid devrinde açılan özel okulların en meşhûrunun adı olmuştur.)Padişah-ı dil agâh efendimiz hazretlerinin saye-i şahanelerinde: Basiretli Padişahımızın himayelerindeTerakkiyat-ı nafia-i medeniye: Medeniyetin faydalı ilerlemeleriŞimendüfer: TrenMüşabih: BenzerNazar-ı ric’î: Geriye dönük nazarTarih-i teessüs: Kurulma tarihiMüftehir olduğumuz: ÖvündüğümüzTefrik etmeyerek: AyırmayarakMüsebbibü’l-esbab: Sebeplerin yaratıcısı olan AllahMüshilü’s-saab: Zorlukları kolaylaştıran AllahSaye-i sami-i veliyyü’n-nimette nef’i: Nimet sahibi Padişahımızın himayelerinde faydasıTesis-i nefis-i ilmî: İlme ait güzelliğin kurulmasında *Trabzon mekteb-i idadisinin tesisinde irad olunmuştur, fi 18 zilhicce sene 1301 ve fi 27 Eylül sene 1300

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmi*Kadim Kelimelerimizden Kadim Medeniyetimize
Okuma Metinleri

قديم كلمه لريمزدن قديم مدنيتمزه  مودرنيته، ساده جه  بزم دگل، بتون دنيا طوپلوملرينڭ أوزرندن بر سيليندير  كبي  كچدي. آنجق البته  اسلام عالمنڭ مودرنيزم قارشوسنده  أوده ديگي بدل هر طوپلومدن براز داها فضله  اولدي. مودرنيزمڭ، متافيزيك ”او“ يرينه  هومانيستيك بني اقامه  ايديشي، انساني أوزنه يي عادتا وار اولوشڭ يگانه  فاعلي اولارق قورغولاييشي  كبي أوزللكلري، بر توحيد، تواضع و ديگركاملق آبده سي اولان مسلمانڭ قلبنه ده  سرايت ايتمشدي آرتيق. حقيقتله  آرامزه ، يوق ايديجي بر قاصيرغه   كبي  كيرن مودرن دوشونجه، بزي مدنيتمزدن، بزي وار اولوش غايه مزدن و بزي كندي كيملگمزدن أوته لره  فيرلاتوب آتدي. بو أويله  بر فيرلاتيشديكه، هر نه  قدر يونسڭ، حاجي بكتاش ولينڭ، حاجي بايرام ولينڭ ديلني قونوشديغمزي ادّعا ايتسه ك ده ، ديلمزڭ  كوسترگه لري، او اولولرڭ ديللرنده  اولديغي  كبي، الٰهي اولاني دگل، مادي و سكولر اولاني اشارت ايدر حاله   كلدي مع الاسف. بويله جه  قلبده كي دگيشيم، قالبده كي دگيشيمه  انقلاب ايتمش اولدي؛ يا ده  تعبير ديگرله ، قالبده كي دگيشيملر بزم قلبلريمزي ده   كونڭ برنده  دگيشديريويرمشدي. ”درويشڭ فكري نه  ايسه ، ذكري ده  او اولور“ حقيقتي سرنجه ، بتون بو دگيشيملر البته  ذكريمزي يعني لسانمزي ده  دگيشديردي زمانله . بو يازيمده  ايلكيلي دگيشيمي أورنكلنديرمك ايچون بش كلمه يي مثال اولارق صونمه يه  چاليشاجغم سزه . بو آڭلام دگيشيمي/فرقليلاشمه سي أورنكلري يوليله ؛ نره دن نره يه ، هانگي مدنيتڭ سياق و سباقندن هانگي اويغارلغڭ باغلامنه  سير ايتديگمزي ده  آڭلامش اولاجغز اصلنده . بو سير و سفرڭ تصويرينى ممكن قيلاجق أوزل أورنكلر اولارق سچديگم ”بنده ڭز، افندم، صاحب، خير، سربست“ كلمه لرينڭ، مودرنيزم أوڭجه سي مسلمان ترك طوپلومنڭ صوسيال و روحي ياشانتيسنڭ ناصللغنه  دائر جدّي ايپ اوجلري صوناجغنه  اينانديغمي ده  افاده  ايتمك ايستييورم بو نقطه ده . شيمديلرده   كنجلريمز ده  ”بنده ڭز“ كلمه سني آرا صيره  قوللانييور قوللانمه سنه  اما بني مطلقلاشديران بو مودرن چاغڭ  كنل آڭلایيشنه  اويغون بر شكلده … ”بنده ڭز“ افاده سي، ١نجی تكيل شخص ضميري اولان بنڭ، دڭزله ين آشيريلاشمسي اولارق دوشونولويور مع الاسف. ”بنده ڭز“ كلمه سنڭ ”أوزنه “ اولارق قوللانيلديغي جمله لرڭ يوكلملرينڭ ١نجی تكيل شخص اكلريله  چكيملنييور اولوشي، بو ادّعايي قوتلي بر بيچيمده  دستكلييور: ”بنده ڭز برازدن بو قونويي آڭلاتاجغم.“ بو شكلده كي بر قوللانيمي او قدر قانيقسامشزدركه ، بو جمله نڭ بو حالنده  موجود خطا دگل ده ، جمله نڭ طوغري قورولوشي قولاقلريمزي طيرمالييور: ”بنده ڭز برازدن بو قونويي آڭلاتاجق.“ اوت، ”بنده ڭز“ افاده سي  كرچكده ، قديم مدنيتمزده  صيقجه  قوللانيلان و ”كوله ڭز“ ( بنده -كوله ) آڭلامنه   كلن بر محويت و تواضع افاده سيدر: ”صيقيلما، بزمه   كل، بيكانه  يوق، دعوتليمز آنجق نديمه  بنده ڭز وار، بر دخي سلطانمز واردر.“ نديمڭ بيتنده  آچيقجه   كورولن بنده - سلطان تضادي، اصلنده  عثمانلي طوپلومنڭ أوته كي قارشيسنده كي رقّتنى، كنديسني أوته كيندن آشاغيده   كورمه  نزاكتنى آچيقجه  اورته يه  قويويور. أوسته لك نديم، ”بنده ڭز وارم“ دیمه يور. بوراده  بنده ڭز افاده سي ”بن“ه دگل، اوڭا اشارت ايدييور و بوندن طولايي ده  يوكلم ٣نجی تكيل شخص اولارق چكيملنييور البته . ميدانده  بر ”بن/انا“ دگل، سلطانه  كوله  اولمش بر ”او“ واردر. ”افندم“ افاده سي ده  بڭزر بر ”أوته كي“ حسّاسيتنڭ قديم بر فورميدر. حالاً داها بزه  سسلننلره  ”افندم“ دييه  جواب ويررز ويرمه سنه  اما، نه  بو افاده نڭ ”أوته كيني“ بزم قارشومزده  قونوملانديرديغي يوكسك مقامدن، نه  ده  بزم أوته كي قارشيسنده  كنديمزي نه  درجه  آلچالتديغمزدن ذرّه  قدر خبريمز يوقدر. ”افندم“ افاده سي مسلمان عثمانلينڭ ”أوته كينه“  دويديغي صايغينڭ نهائي نقطه ده  بر تظاهريدر. رومجه دن ديلمزه   كچن بو كلمه ؛ ”بگ“، ”امري ديڭلنيلن كيمسه “ بڭزري آڭلاملره   كلمكده در. پكي، بر عثمانلي انساني، مخاطبي يوجلتن بو افاده يله ، هر أوڭنه   كلن انسانه  ناصل خطاب ايده بيلمكده در؟ بوراده  كنديسني كبردن محافظه  ايتمك ايسته ين يوكسك بر روحڭ وارلغي  كوزه  چارپار. باشاقلر  كبي اگيلدكجه  دگرلنه جگنه  اينانان بر متواضع انساندر بو انسان. بلليكه ، ديگرلرينه  حكم ايدوب اونلرڭ افنديسي اولمه نڭ دگل، أغوسنه  حكم ايدوب انسان كامل اولمه نڭ يوللرينى آرامقده در. شيمديلرده  ايسه  ”افندم“ افاده سي، بليرسزلك و صوري آڭلاملرينه  داها ياقين طورويور. بز بريسنه  ”افندم“ ديديگمزده ، يا اوني آڭلاماديغمزي يا ده  سويله ديگني تكرار ايتمه سني ايسته ديگمزي ايما ايدييورز. ”افندم“ افاده سي، وار اولوش معمّاسنڭ جوابلريني بولمش طورو، استقامتلي، اولغون بر آڭلايشڭ ياڭسيمسي ايكن، شيمديلرده  بليرسزلگه  يلكن آچمش و صورونلر قارشيسنده  جوابسز قالمش بر قفانڭ تظاهري اولمش طورومده . ”صاحب“  كوسترگه سي ده  كوكلي بر باغلام دگيشديرمه  سياحتي  كرچكلشديرمش. ”جيب تله فونلريمزه  صاحبز، بر اوه  صاحبز، بر ايشه  صاحبز، بر آرابه يه  صاحبز“ ديرز ديمه سنه  اما بوراده كي ”صاحبلك“ يا ده  ”صاحب اولمق“ قوللانيملرينڭ حقيقتنى پك ده  دوشونمه يز. آڭلاشيلييوركه ، بز صاحب كلمه سني ”مالك“ (اييه ) اولمق آڭلامنده  قوللانييورز بو  كونلرده . مالك اولديغمز هر يڭي شيله  موتلو اولاجغمزه  اينانييورز بر ده . آنجق، يڭي بر شيلر ايديندكجه  موتسزلغمز قاتلانارق آرتييور. اويسه  آتالريمز مسئله يي چوقدن چوزمش. بو  كونلرده  بزم اڭ بيوك پسيقولوژيك/مادي صورونلريمزڭ قايناغنه  اشارت ايدن ”صاحب اولمق“ افاده سي، اجداديمزڭ بولديغي چوزومڭ تام ده  كنديسيدر اصلنده . ”صاحب“ كلمه سي ”صحابه “ ايله  عين كوكدن  كلييور. صحابه  كلمه سي ايسه ، ”صحبت“ كلمه سي ايله  اقربا... صحابه لر، حضرت محمّدڭ (ع ص م) صحبت آرقداشلريدر بيلديگڭز  كبي. ايشته  بز ده  او نسنه يه  يا ده  بو نسنه يه  ”صاحب“ اولمقلغمزله ، اونڭ مالكي اولديغمزي دگل، او امانت بزدن آلينانه  دك اونڭ ”صحبت آرقداشي“ اولديغمزي اعلان ايدييورز  كرچكده . شو اينجه لگه  باقارميسڭز؟ صاحب اولديغمز شيلر بزم مالك اولديغمز مملوكلريمز دگل صحبت آرقداشلريمز ساده جه . و ئولدكدن صوڭره  او شيلرله  ناصل ”صحبت ايتديگمز“ ده  بزه  صوريلاجق. وارلغڭ مالكي اولمه  جرئتنه  صويونان مودرن هومانيستيك بني ديزگينله مه نڭ بو آڭلايشدن باشقه  بر يولي وارمي سزجه ؟ ديلمزده  صيقجه  قوللانديغمز ”خير“ كلمه سي ده ، بيوك بر اينجه لگڭ ياڭسيمسي اصلنده .  كوچلي بر ايماندن ترشّح ايدن  كوچلي بر تسلّي… بيلینديگي أوزره  ”خير“ كلمه سي اسلاميتڭ قبولندن صوڭره  ديلمزده  قوللانيلمه يه  باشلانان بر كلمه . داها أوڭجه لري تركلر، عربجه  ”لا“، انگليزجه  ”نو“، آلمانجه  ”نَين“ آڭلامنه   كلن ”يو!“ افاده سني قوللانيرلردي اولومسز بر جواب ويرمك آماجيله . ”يوق“ كلمه سي ده  بو ”يو“دن توره مه . شيمدي قوللانديغمز ”خير“ كلمه سي، بقره  سوره سي ٢١٦نجی آيتده   كچن ”فقط اولوركه ، بر شيدن خوشلانمازسڭز اما او سزڭ ايچون خيرليدر“ آيت مئالنڭ لفظنده   كچن ”خيرٌ “ (خیر) افاده سندن آلينمش  كبي  كورونويور. يعني اجداديمز مخاطبلرينه  ”يو“ شكلنده  اولومسز بر جواب ويرمك يرينه ، ”خير“ ديمشلردر. بو افاده  مخاطبه ؛ ”هر باشنه   كلنده  خير واردر“ خاطرلاتمسيدر أوزليجه . شيمديلرده  ايسه  ”خير“ جوابنى دويدقلرنده  بوڭاليملره  دوشوب دپرسيونلره   كيرنلرڭ حدي حسابي يوق. حالبوكه ،  كورديگڭز  كبي بالذّات ”خير“ جوابنڭ كنديسنده يدي شفامز، باشقه  يرده  دگل. صوڭ اولارق أورنگني ويره جگمز ”سربست“ كلمه سي، ياشاديغمز ذهنيت و پاراديغمه  دگيشيمنڭ قورقونج بويوتلريني سزمه مز ايچون أونملي قاتقيلر صوناجق بزه . مودرن چاغده  توم باغلردن باغيمسز اولمه يي افاده  ايدييور ”سربست“ كلمه سي. صينيرسز بر أوزگورلك يعني... صاغدن صولدن ”بني سربست بيراق!“ ياقاريشلريني دويمدیغمز بر  كون نره ده يسه  يوق  كبي. حالبوكه  ”سربست“ كلمه سي  كرچكده  ”باشي باغلي“ آڭلامنه   كلمكده . بو فارسجه  كوكنلي كلمه يي ايلك اولارق قوللانان آتالريمز، حقيقي حريتڭ اللّٰهه  باغلانمقله  ممكن اولاجغنه  اينانييورلردي بلليكه . اوڭا قول اولماينجه ، مودرن زمانلرده  اولديغي  كبي، اوندن غيري هر شيئه  قول اولاجقلردي چونكه . آرابه يه  قول، اوه  قول، پاره يه  قول، شهرته  قول، آلقوله  قول،  كوچلي يه  قول،  كوزله  قول، زنگينه  قول وب… او حالده ، سربستلك (باشي باغليلق) آڭلایيشي، عقلمزي و  كوڭلمزي اللّٰهه  باغلايارق بتون ديگر شيلردن بزي أوزگورلشديرن حقيقي أوزكورلگڭ تام ده  كنديسيدي قديم زمانلرده . Modernite, sadece bizim değil, bütün dünya toplumlarının üzerinden bir silindir gibi geçti. Ancak elbette İslam âleminin modernizm karşısında ödediği bedel her toplumdan biraz daha fazla oldu. Modernizmin, metafizik “O” yerine hümanistik ben’i ikame edişi, insâni özneyi adeta var oluşun yegâne fâili olarak kurgulayışı gibi özellikleri, bir tevhid, tevâzu ve diğergamlık âbidesi olan Müslüman’ın kalbine de sirayet etmişti artık. Hakikatle aramıza, yok edici bir kasırga gibi giren modern düşünce, bizi medeniyetimizden, bizi varoluş gâyemizden ve bizi kendi kimliğimizden ötelere fırlatıp attı. Bu öyle bir fırlatıştı ki, her ne kadar Yunus’un, Hacı Bektaş-ı Velî’nin, Hacı Bayram-ı Velî’nin dilini konuştuğumuzu iddia etsek de, dilimizin göstergeleri, o uluların dillerinde olduğu gibi, ilâhî olanı değil, maddî ve seküler olanı işaret eder hale geldi maalesef. Böylece kalpteki değişim, kalıptaki değişime inkılap etmiş oldu; ya da tâbir-i diğerle, kalıptaki değişimler bizim kalplerimizi de günün birinde değiştirivermişti. “Dervişin fikri ne ise, zikri de o olur” hakikati sırrınca, bütün bu değişimler elbette zikrimizi yani lisânımızı da değiştirdi zamanla. Bu yazımda ilgili değişimi örneklendirmek için beş kelimeyi misal olarak sunmaya çalışacağım size. Bu anlam değişimi/farklılaşması örnekleri yoluyla; nereden nereye, hangi medeniyetin siyak ve sibâkından hangi uygarlığın bağlamına seyrettiğimizi de anlamış olacağız aslında. Bu seyr u seferin tasvirini mümkün kılacak özel örnekler olarak seçtiğim “bendeniz, efendim, sâhip, hayır, serbest” kelimelerinin, modernizm öncesi Müslüman Türk toplumunun sosyal ve rûhî yaşantısının nasıllığına dair ciddi ipuçları sunacağına inandığımı da ifâde etmek istiyorum bu noktada. Şimdilerde gençlerimiz de “bendeniz” kelimesini ara sıra kullanıyor kullanmasına ama ben’i mutlaklaştıran bu modern çağın genel anlayışına uygun bir şekilde… “Bendeniz” ifâdesi, 1. tekil şahıs zamiri olan “ben”in, denizleyin aşırılaşması olarak düşünülüyor maalesef. “Bendeniz” kelimesinin “özne” olarak kullanıldığı cümlelerin yüklemlerinin 1. tekil şahıs ekleriyle çekimleniyor oluşu, bu iddiayı kuvvetli bir biçimde destekliyor: “Bendeniz birazdan bu konuyu anlatacağım.” Bu şekildeki bir kullanımı o kadar kanıksamışızdır ki, bu cümlenin bu halinde mevcut hata değil de, cümlenin doğru kuruluşu kulaklarımızı tırmalıyor: “Bendeniz birazdan bu konuyu anlatacak.” Evet, “bendeniz” ifâdesi gerçekte, kadîm medeniyetimizde sıkça kullanılan ve “köleniz” (bende-köle) anlamına gelen bir mahviyet ve tevâzu ifâdesidir: “Sıkılma, bezme gel, bîgâne yok, dâvetlimiz ancak Nedîma bendeniz var, bir dahi sultanımız vardır.” Nedim’in beytinde açıkça görülen bende-sultan tezadı, aslında Osmanlı toplumunun öteki karşısındaki rikkatini, kendisini ötekinden aşağıda görme nezâketini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik Nedim, “bendeniz varım” demiyor. Burada bendeniz ifâdesi “ben”e değil, o’na işaret ediyor ve bundan dolayı da yüklem 3. tekil şahıs olarak çekimleniyor elbette. Meydanda bir “ben/ene” değil, sultana köle olmuş bir “o” vardır. “Efendim” ifâdesi de benzer bir “öteki” hassasiyetinin kadîm bir formudur. Hâlen daha bize seslenenlere “efendim” diye cevap veririz vermesine ama, ne bu ifâdenin “ötekini” bizim karşımızda konumlandırdığı yüksek makamdan, ne de bizim öteki karşısında kendimizi ne derece alçalttığımızdan zerre kadar haberimiz yoktur. “Efendim” ifâdesi Müslüman Osmanlı’nın ‘öteki’ne duyduğu saygının nihai noktada bir tezahürüdür. Rumca’dan dilimize geçen bu kelime; “bey”, “emri dinlenilen kimse” benzeri anlamlara gelmektedir. Peki, bir Osmanlı insanı, muhatabı yücelten bu ifâdeyle, her önüne gelen insana nasıl hitap edebilmektedir? Burada kendisini kibirden muhafaza etmek isteyen yüksek bir ruhun varlığı göze çarpar. Başaklar gibi eğildikçe değerleneceğine inanan bir mütevâzi insandır bu insan. Belli ki, diğerlerine hükmedip onların efendisi olmanın değil, egosuna hükmedip insan-ı kâmil olmanın yollarını aramaktadır. Şimdilerde ise “efendim” ifâdesi, belirsizlik ve soru anlamlarına daha yakın duruyor. Biz birisine “efendim” dediğimizde, ya onu anlamadığımızı ya da söylediğini tekrar etmesini istediğimizi ima ediyoruz. “Efendim” ifâdesi, varoluş muammasının cevaplarını bulmuş duru, istikametli, olgun bir anlayışın yansımasıyken, şimdilerde belirsizliğe yelken açmış ve sorunlar karşısında cevapsız kalmış bir kafanın tezâhürü olmuş durumda. “Sâhip” göstergesi de köklü bir bağlam değiştirme seyahati gerçekleştirmiş. “Cep telefonlarımıza sahibiz, bir eve sahibiz, bir işe sahibiz, bir arabaya sahibiz” deriz demesine ama buradaki “sahiplik” ya da “sahip olmak” kullanımlarının hakikatini pek de düşünmeyiz. Anlaşılıyor ki, biz sâhip kelimesini “mâlik” (iye) olmak anlamında kullanıyoruz bugünlerde. Mâlik olduğumuz her yeni şeyle mutlu olacağımıza inanıyoruz bir de. Ancak, yeni bir şeyler edindikçe mutsuzluğumuz katlanarak artıyor. Oysa atalarımız meseleyi çoktan çözmüş. Bugünlerde bizim en büyük psikolojik/maddi sorunlarımızın kaynağına işaret eden “sâhip olmak” ifâdesi, ecdadımızın bulduğu çözümün tam da kendisidir aslında. “Sâhip” kelimesi “sahabe” ile aynı kökten geliyor. Sahabe kelimesi ise, “sohbet” kelimesi ile akraba... Sahabeler, Hz. Muhammed’in (asm) sohbet arkadaşlarıdır bildiğiniz gibi. İşte biz de o nesneye ya da bu nesneye “sâhip” olmaklığımızla, onun mâliki olduğumuzu değil, o emanet bizden alınana dek onun “sohbet arkadaşı” olduğumuzu ilan ediyoruz gerçekte. Şu inceliğe bakar mısınız? Sâhip olduğumuz şeyler bizim mâlik olduğumuz memluklerimiz değil sohbet arkadaşlarımız sadece. Ve öldükten sonra o şeylerle nasıl “sohbet ettiğimiz” de bize sorulacak. Varlığın mâliki olma cüretine soyunan modern hümanistik ben’i dizginlemenin bu anlayıştan başka bir yolu var mı sizce? Dilimizde sıkça kullandığımız “hayır” kelimesi de, büyük bir inceliğin yansıması aslında. Güçlü bir imandan tereşşuh eden güçlü bir teselli… Bilindiği üzere “hayır” kelimesi İslâmiyet’in kabulünden sonra dilimizde kullanılmaya başlanan bir kelime. Daha önceleri Türkler, Arapça “Lâ”, İngilizce “No”, Almanca “Nein” anlamına gelen “yo!” ifâdesini kullanırlardı olumsuz bir cevap vermek amacıyla. “Yok” kelimesi de bu “yo”dan türeme. Şimdi kullandığımız “hayır” kelimesi, Bakara suresi 216. âyette geçen “fakat olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama o sizin için hayırlıdır” ayet mealinin lafzında geçen “hayrün” (خیر) ifâdesinden alınmış gibi görünüyor. Yani ecdadımız muhataplarına “yo” şeklinde olumsuz bir cevap vermek yerine, “hayır” demişlerdir. Bu ifâde muhataba; “her başına gelende hayır vardır” hatırlatmasıdır özlüce. Şimdilerde ise “hayır” cevabını duyduklarında bunalımlara düşüp depresyonlara girenlerin haddi hesabı yok. Hâlbuki, gördüğünüz gibi bizzat “hayır” cevabının kendisindeydi şifâmız, başka yerde değil. Son olarak örneğini vereceğimiz “serbest” kelimesi, yaşadığımız zihniyet ve paradigma değişiminin korkunç boyutlarını sezmemiz için önemli katkılar sunacak bize. Modern çağda tüm bağlardan bağımsız olmayı ifâde ediyor “serbest” kelimesi. Sınırsız bir özgürlük yani... Sağdan soldan “beni serbest bırak!” yakarışlarını duymadığımız bir gün neredeyse yok gibi. Halbuki “serbest” kelimesi gerçekte “başı bağlı” anlamına gelmekte. Bu Farsça kökenli kelimeyi ilk olarak kullanan atalarımız, hakiki hürriyetin Allah’a bağlanmakla mümkün olacağına inanıyorlardı belli ki. O’na kul olmayınca, modern zamanlarda olduğu gibi, ondan gayrı her şeye kul olacaklardı çünkü. Arabaya kul, eve kul, paraya kul, şöhrete kul, alkole kul, güçlüye kul, güzele kul, zengine kul vb… O halde, serbestlik (başı bağlılık) anlayışı, aklımızı ve gönlümüzü Allah’a bağlayarak bütün diğer şeylerden bizi özgürleştiren hakiki özgürlüğün tam da kendisiydi kadîm zamanlarda. Oğuz Düzgün

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiEflatun
Okuma Metinleri

Eflatun’a, “Muvafık-ı hakikat olsa bile söylenmesi caiz ve müstahsen olmayan şey nedir?” diye sorulmakla müşarun ileyh dahi “İnsanın kendi nefsini sitayişte bulunmasıdır” demiş. İmsak Hukemadan Sülün nam zata, “Dünyada insanın nefsine en güç ve meşakkatli gelen hal nedir?” derler. Hakim-i müşarun ileyh dahi cevaben, “Nefsinde olan aybı görmek ve malayani sözden imsak-ı lisan eylemektir” demiş. Mülk Müluk-ı Acemden Hüsrev ve Perviz bir gün Şirin’e, “Bu mülk ve saltanat daimi olaydı ne güzel olurdu” demekle Şirin dahi “Saltanat daimi olaydı o halde bize de intikal etmezdi” demiştir. Mütalaa İbn Mübarek Hazretleri diyor ki: “Her hangi bir kitabı nazar-ı mütalaaya alsam müellifinin derece-i akıl ve zekâsına vakıf olurum.”

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiEvsaf-ı İstanbul
Belge Okumaları

İstanbul... Hadiste geçen ifadeyle Kostantiniyye... Yedi tepesi asumanlara ulaşan belde... Güneşin komutan, yıldızların er olduğu medeniyet kalesi... İki denizin arasında korunan tarih hazinesi... Tabiatı ve medeniyetiyle iki yönden de şaheser bir şehir… Fetihten önce bir tabiat şaheseri iken, fetihten sonra hem tabiat hem de medeniyet şaheserine dönüşen kent... Bu kıvanç her şehre nasip olmamıştır. Fetihle müjdelenen şehir İstanbul, bu müjdeye nail olmak isteyen Müslüman yiğitlerin defalarca kuşatmasına tanık olmuş, ezeldeki fetih vakti vuku bulmadan şehid olanları surlarının dibinde ağırlamıştır. Nihayet 1453 yılının 29 Mayıs’ında kutlu kumandan ve askerin kimler olduğu şehadet âleminde ortaya çıkmış, bu tarihten sonra İstanbul “beldetün tayyibetün” sırrına ulaşmıştır. İstanbul’u hakiki değerine ulaştıranların en başında, kutlu kumandan Fatih Sultan Mehmed Han-ı Sânî gelmektedir. Ebulfeth unvanını fazlasıyla hak eden Fatih, İstanbul’un fethini müteakip ni’melceyş denilen kutlu askerlerle birlikte hummalı bir imar faaliyeti başlatarak, şehri ilim meclisleri, medreseler, kervansaraylar, hamamlar, imaretler, darüşşifalar, su yolları, camiler, tekkelerle donatmıştır. Bizzat huzurunda ilim ve sanat toplantıları yaptıran Fatih’in başlattığı bu medenileşme hareketi çağları aşarak günümüze kadar gelmiştir. Adı Kostantiniyyedir ânınTahtgâhıdır Âl-i Osmân’ın İki bahr eylemiş o şehri penâhBiri Bahr-i Sefîd biri Siyâh Girdi bahr içine o şehr ammâDizine çıkdı anın deryâ  Bu acebdir ki âsmân-ı kirdârBir kenârında yedi kullesi var  Ana dizdâr olsa güneş yeridirEncüm ol kal’ada hisâr eridir Hak bu kim yüzü suyudur dehrinYok cihânda nazîri ol şehrin Solakzâde’nin satırlarında geçen bu övgü dolu sözlerin, yüzyılları aşan bir solukla İstanbul’un hâlâ yazılıp çizilmesinin sırrı bu olsa gerek. İstanbul’da yaşayanlar, Resulullah’ın (sav) övdüğü bu şehri övmemek olmaz diyerek, kalemleriyle ve eserleriyle bu beldeyi manen de fethetme arzusunda olmuşlar, İstanbul’un her taşına ve kâğıdına aşkın adını kazımışlardır. Gerçekten de nesirlerde, gazellerde, taşlarda, derilerde, ahşaplarda, mermerlerde nice medh ü senalarla övülen İstanbul, içinde yaşayanların olduğu kadar, bu imkânı bulamamış sevdalılarının da nasiplendiği bir şehirdir. İstanbul’u farklı kılan bir başka neden de, bu şehrin olağanüstü ve rengârenk bir atmosfer içerisinde tarihin en büyük kültür kartelasını bünyesinde barındırmasıdır. Yalılar, saraylar, köşkler, korular, serviler, sarnıçlar, kiliseler, havralar, camiler, türbeler, medreseler, hamamlar, çeşmeler, surlar, Haliç, Sadabad, Boğaziçi, Adalar... Bu efsaneler payitahtı için Yahya Kemal’in dile getirdiği “Toprağın en güzel beldesinde yaşıyoruz.” sözü sadece onun için mi geçerli, yoksa İstanbul’da yaşayan herkes için mi? Bunun cevabını tam olarak bilemiyoruz; ancak tarih boyunca hem İstanbul’da hem de İstanbul’u yaşayanların, gök kubbemizin şairine hak verdiğini söyleyebiliriz. “Her büyük şehir nesilden nesile değişir.” der Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu şehir de zamana karşı konulmaz şekilde değişiyor. Ancak İstanbul’u diğerlerinden ayıran bir şey var, bu değişim tek taraflı değil. İstanbul, aynı zamanda içinde yaşayan nesli de değiştirmekte. Gün geçtikçe kozmopolit bir hâle dönüşse de, temel karakteristiği sayılan diliyle, terbiyesiyle, nezaketiyle, hoşgörüsüyle, kültürüyle bu kent, her sakinine az veya çok tesir etmiştir. İstanbul’un hazineleri anlatmakla bitmeyeceği gibi, anlatmadan da bilinemez. Biz de bu sayımızda 16. yüzyılda yaşamış olan Kastamonulu Latifî’nin İstanbul hakkında yazılan ilk müstakil kitap olan Evsâf-ı İstanbul adlı eserinin sayfalarını aralıyoruz. Eserde İstanbul şehrinin tarihî gelişimi, Ayasofya, Eyyûb Sultan Camii, Topkapı Sarayı, Fatih Camii, Sahn-ı Seman Medreseleri, İstanbul bostanları, bahçeler, yemek kültürü, Tahtakale, Tophane, Galata gibi şehir tarihi ve kültürünü yansıtan konular işlenmektedir. Birçok nüshası olan Evsâf-ı İstanbul’un Milli Kütüphane yazmasından (06 Mil Yz A 894/2) aldığımız örnekte Fatih Camii ve minareleri tavsif edilmektedir. Ayet ve hadislerle süslenmiş eserin ağdalı üslubundan ötürü metin sonuna ayrıntılı bir sözlük ilave edilmiştir. Geçen sayı için bir düzeltme: Kasım 2018 sayımızda stokçulukla ilgili işlediğimiz belgede yazışmaların sıralaması teknik nedenlerden ötürü yanlış verilmiştir. Sıralamada C belgesi ile B belgesi yer değiştirecektir. Yani “Sahh. İstanbul Kadısı...” şeklinde başlayan belge “B”, “Maʻrûz-ı dâʻî-i devlet-i aliyyeleridir ki...” ile başlayan belge “C” belgesi olacaktır. Düzeltir, okuyucularımızdan özür dileriz. LATİFÎ’NİN (Ö.1582) EVSÂF-I İSTANBUL ESERİNDE FATİH SULTAN MEHMED CAMİİ VE MİNARELERİNİN TASVİRİ Sıfat-ı Câmiʻ-i Sultân Muhammed Hân Nevverallâhu merkadehû ve ol cây-ı zîbâ-yı muʻazzam-ı müşeyyed ki, cevâmiʻ-i selâtîn-i Osmâniyye içre câmiʻ-i Sultân Muhammed’dir. Aceb binâ-yı bülend ve makâm-ı şerîf-i şeref-peyvenddir. Bir câmiʻ-i vâsiʻdir ki, kubbe-i meşâʻil-i zeyn ve felek-i tezyîn-i kanâdil-encümen tâb-ı encüm-hisâb ile “ve lekad zeyyenne’s-semâe’d-dünyâ” sırrın beyân ider. Beyt: Yanar encüm hesâbınca kanâdil / Felek-veş içi pür-şemʻ-i meşâʻil Nesr: Gâlibâ câmiʻ-i sebʻ tıbâk ve nüh revâkın tâk-ı revâkında her şeb sûzân ve fürûzân olan şemʻ-i şeb-efrûz-ı encüm-sûz ol câmiʻ-i felek-kadr ki, aks-i meşâʻîl ve envâr-ı kanâdîldir. Beyt: Rûşen itmiş meşâʻil ve nûru / Sakf-ı merfûʻu beyt-i maʻmûru. Sıfat-ı Minâreteyn Ve iki cânibde iki minâr-ı âlî-mikdâr ve bülend-iktidâr her biri sütûn-ı sakf-ı , mînâ-fâm-ı gerdûn veyahud amûd-ı hayme-i zeberced- fâm-ı [çarh-ı] nîlgûndur. Veyahud her minâr-ı sâbitü’l-karâr istihkâm-ı dâr-ı İslâm içün dînin direği ve deverânın mihver-i kutb-ı felekidir. Beyt: Kıyâmet-i kâmet ile her minâre / Feleke hem-ser ve mâha sitâre Nesr: Ve her bir minâr-ı semâ sümüvv-i felek-peyvend âlî himmetlü himmeti gibi gâyetde bülend ve nihâyetde âlî ve ercümenddir. Ne bâlâ-yı bâm-ı bülendinin fark-ı firâzına yeter ve ne nazar-ı dûrbîn irişür. Ve ne tabakât-ı eflâkin mirkât-ı nüh pâresi nerdbânının kem-pâyesine yetişür. Şerefe-i şeref-nümâlarından teveccüh ve nazâre kılan seyr-i mağribîn ve temâşâ-yı meşrıkîn idenler tahtında kûh-ı Elvend-i bülendî bir beyzadan kemter ve bir cüsse-i cesîm ve azîmi mûrdan ednâ ve zerreden efkar u asgar görünür. Beyt li-müellifihî: Meğer kadrile başı göğe ermiş / Ki varmış çak mehin gözüne girmiş Nesr: Ve draht-ı Tûbâ ve sidretü ’l-müntehâ gibi seri semâya hem-ser olan minâr-ı mehbiti ’l-envâr üzre hurûs-ı [hurûş-ı] arş-ı âlî-mikdâr gibi dânende-i evkât ve şinâsende-i sâʻât müezzin ve müzekkirler evkât-ı hamsede bülend-âvâz ile âvâze-i pençgâhı penç vakitde Isfahan ve Irak’a ve nevâ-yı nevrûz ve neyrûziyye karârgâh-ı uşşâk-ı çârgâha ir- gürüb ol ezân ü ezkârile zîr-i feleki pür-nidâ ve âvâze-i temcîd ü tahmîd ile mülk-i Melik’e pür-sît ü sadâ kılurlar. Lâ-cerem mesâmiʻ-i cihâniyân ol ezkâr ü ezânı ısgâ ve izʻân itdikde kâffe-i ahâlî ve İslâmiyân emr-i salâta kıyâm-ı tâm getürürler. Beyt: Bilür idrâki yetdüğünce her cins / Ki hakdır “mâ halaktu’l-cinne ve’l-ins” Meğerki “tekâsülü’l-mer’ü fi’s-salâti min-zaʻafü’l-İslâm” iktizâsı mûcibince bir zaʻîfü’l-îmân ve nâ-sipâs ve nâ-müslümân ola ki, ol nefes-i nefîsle okunan ezân-ı vâcibü’l-izʻânı izʻân itdikde elhân-ı müessiresinden müteessir olmayub ol gülistân-ı Kur’ân’ın bülbül-i hoş-elhânlarından ve bostân-ı tertîl ve tecvîdin, andelîb-i şîrîn- zebânlarından semʻ-i cân ve sımâh-ı cenân ile istimâʻ-ı kelâm-ı Rabbânî ve ısgâ-yı suhuf-ı Sübhânî kılub ol mukaddes makâmlarda namâz kılmaya. Ve namâz ü niyâzın saʻâdet-i dü-cihânı bilmeye. “Men tereke’s-salâte müteʻammiden fe kad kefera” her vechile hasb-i hâli ve beyyine-i ahvâli vâkiʻ olur. Beyt li-müellifihî: Ey namâzı şehr-i İstanbul’da dahi kılmayan / Ehl-i İslâm deyü daʻvâ-yı İslâm itme hiç.   BELGEDE GEÇEN BAZI KELİMELERİN YAZILIŞ ŞEKİLLERİ Kelimeler: Aks-i meşâʻil: Meşalelerin yansımasıÂlî-mikdâr: Kıymeti yüceAmûd-ı hayme-i zeberced-fâm-ı [çarh-ı] nîlgûn: Çivit rengi semanın zeberced kaplı çadır direği, minareAndelîb-i şîrîn-zebân: Tatlı dilli bülbülAsgar: En küçükÂvâze-i pençgâh: Beş vaktin haykırışıÂvâze-i temcîd: Yüceltme haykırışıBâlâ-yı bâm-ı bülend: Yüksek çatıBeyt li-müellifihî: Eseri yazana ait olan beyitBeyt-i maʻmûr: İmar edilmiş evBeyyine-i ahvâl: Hâl ve hareketlerin şahidiBeyza: YumurtaBülend: YüksekBülend-âvâz: Heybetli sesBülend-iktidâr: Kudreti yüce olanCâmiʻ-i felek-kadr: Kıymeti semalar kadar olan camiCâmiʻ-i sebʻ tıbâk: Yed tabakalı camiCây-ı zîbâ: Güzel yerCevâmiʻ-i selâtîn-i Osmâniyye: Osmanlı sultanlarının camileriCism-i cesîm: Büyük vücuduÇak: Ta, tamDânende-i evkât: Vakitleri bilenDeverân: Dönmek, dönen şey, dünyaDraht-ı tûbâ: Cennetteki Tuba AğacıEdnâ: Pek alçakEfkar: En fakirElhân-ı müessire: Tesirli nağmeEncüm: YıldızlarEnvâr-ı kanâdil: Kandillerin nurlarıErcümend: Şerefli, azizEvkat-ı hamse: Beş vakitEzân-ı vâcibü’l-izʻân: Uyulması gereken ezanEzkâr: ZikirlerFark-ı firâz: Yükseklik farkıFelek-i tezyîn-i kanâdil-encümen: Etrafı kandillerle süslenmiş semaFelek-veş: Sema gibiFürûzân: Parlak, parlayanGâlibâ: Her halde, ekseriyetle, çoğu zamanGülistân: Gül bahçesiHasb-i hâl: Durum ve hâlin hesabı, davranış boyutuHem-ser: ArkadaşHoş-elhân: Hoş nağmeliHurûş-ı arş: Arşın (göğün) coşkusuIsgâ-yı suhuf-ı Sübhânî: Allah’ın indirdiği sayfaları kulak verip dinlemeİktizâ: Gerekİrgürmek: Ulaştırmakİstihkâm-ı dâr-ı İslâm: İslam memleketinin kuvvetlendirilmesiİstimâʻ-ı kelâm-ı Rabbânî: Allah’ın kelamını dinlemekİzʻân: Anlayıp bilmek, itaat etmekKâffe-i ahâlî: HerkesKanâdil: KandillerKarârgâh-ı uşşâk-ı çârgâh: Aşıkların dört taraftaki karargâhıKem-pâye: Derecesi, seviyesi düşükKemter: Pek aşağı, noksanKıyâmet-i kâmet: Ayağa kalkmış boy, endamKubbe-i meşâʻil-i zeyn: Süslü meşaleleri olan kubbeKûh-ı Elvend-i bülend: İran’ın Hemedan bölgesindeki büyük Elvend DağıLâ-cerem: ŞüphesizMâ halaktu’l-cinne ve’l-ins: Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım (Zâriyât, 56) ayetinden bir kısımMâh: AyMeh: AyMen tereke’s-salâte müteʻammiden fe kad kefera: Namazı kasten terk eden kâfir olmuştur (Hadis-i şerif)Mesâmiʻ-i cihâniyân: Dünya halkının kulaklarıMihver-i kutb-ı felek: Dünyanın ortasından geçen milMinâr: MinareMinâreteyn: İki minareMinâr-ı mehbiti’l-envâr: Nurların indiği minareMirkât-i nüh pâre: Dokuz parça basamak, merdivenMûcibince: GereğinceMûr: KarıncaMülk-i Melik: Allah’ın mülküMüşeyyed: Yüksek, sağlamMüteessir: EtkilenenMübzekkir: ZikredenNâ-sipâs: Nankör, şükretmeyenNazâre: Nazar etmek, gezinti yapmakNazar-ı dûrbîn: Uzağı gören bakışNerdbân: MerdivenNevâ-yı nevrûz: İlkbaharın güzel sesiNevverallâhu merkadehû: Allah kabrini nurlandırsınNeyrûziyye: Yaz günüNîlgûn: Lacivert, çivit rengiNüh-revâk: Dokuz kemer, kubbePenç: BeşPür-nidâ: Sesle doluPür-sît: Yüksek sesPür-şemʻ-i meşâʻil: Her tarafı aydınlık meşalelerle doluRûşen: ParlakSaʻâdet-i dü-cihân: İki cihan saadetiSakf-ı merfûʻ: Yükseltilmiş damSalât: NamazSemʻ-i cân: Can kulağıyla dinlemekSer: BaşSeyr-i mağribîn: Batıdakilerin seyriSımâh-ı cenân: Kalp kulağıSidretü’l-müntehâ: Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen kâinatın en yüksek sınırıSitâre: ÖrtüSûzân: Yakıcı, ateşliSümüvv-i felek-peyvend: Feleğe ulaşmış yükseklikteSütûn-ı sakf-ı mînâ-fâm-ı gerdûn: Dünyanın cam mavisi rengindeki gökyüzü gibi olan sütun, minareŞeb: GeceŞemʻ-i şeb-efrûz-ı encüm-sûz: Yanan yıldızların gece vakti parlayan ışıklarıŞeref-nümâ: ŞerefliŞeref-peyvend: Şerefe ulaşmış, şerefliŞinâsende-i sâʻât: Saatleri bilen Tabakât-ı eflâk: Gökyüzünün tabakalarıTâb-ı encüm-hisâb: Sayılı yıldızların parıltısıTahmîd: Övmek, methetmekTaht: Alt, nazarTâk-ı revâk: Kemerin üst tarafıTecvîd: Kur’ân-ı Kerîm’i harflerin çıkış yerleri ve sıfatlarına uyarak okumakTekâsülü’l-mer’ü fi’s-salâti min-zaʻafü’l-İslâm: Kişinin namazda gevşeklik göstermesi inancının zayıflığındandırTemâşâ-yı meşrıkîn: Doğudakilerin bakışıTertîl: Kur’ân-ı Kerîm’i usul ve kaidesine göre yavaş ve güzel bir şekilde okumakVâsiʻ: Geniş Ve lekad zeyyenne’s-semâe’d-dünyâ: Andolsun biz dünya semasını süsledik. (Mülk, 5)Vechile: YönüyleZaʻîfü’l-îmân: İmanı zayıf olanZîr: Alt, aşağı

H. Halit ATLI 01 Ocak
Konu resmiEdirne İşgal Altında
Biliyor muydunuz?

Edirne, Sultan I. Murad’ın komutasındaki Osmanlı ordusunca 1362 senesinde fethedilmiştir. Fethin ardından Osmanlı Devletinin başşehri olmuştur. İstanbul’un fethine kadar geçen 90 seneden fazla bir zaman müddetince, baş şehirlik vazifesine devam etmiştir. İstanbul’un fethinden sonra ise İstanbul ve Bursa ile birlikte Osmanlı Devletinin üç önemli merkezî şehri arasında yer almıştır. Zaten Selimiye Camii de, Edirne’nin Osmanlı Devleti için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Sultan II. Abdülhamid’in 1909 senesinde tahttan indirilmesinin ardından, İttihat Terakki yönetiminin yanlış uygulamaları yüzünden Balkan Devletleri önce Osmanlı’ya karşı sırayla bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Daha sonra da birleşerek Osmanlı Devletine karşı savaş ilan etmişlerdir. İşte tarihe I. Balkan Savaşı olarak geçen bu muharebe sırasında Edirne, 26 Mart 1913 günü Bulgarların eline geçmişti. Ancak daha sonra Bulgaristan ile diğer Balkan Devletleri arasında toprak paylaşımı yüzünden II. Balkan Savaşı patlak verdi. Bu anlaşmazlıktan istifade eden Osmanlı Devleti 21 Temmuz 1913 günü, Edirne’yi Bulgarlardan geri aldı. Edirne’nin 26 Mart 1913 günü Bulgarların eline geçmesinden iki gün önce Edirne Valisi Halil Bey, İstanbul’a acele kaydıyla şifreli bir telgraf çeker (Devlet Arşivleri Başkanlığı, BEO, 4157/311723-2). Çünkü Bulgarlar, uçaklarla Edirne üzerine beyanname atmışlardır. Bu beyannamelerde Osmanlı ordusunun yenildiği ve ateşkes talep edildiği yazıyor, Edirne’nin kan dökülmeden Bulgarlara teslimi isteniyordu. Edirne Valisi beş gündür, İstanbul’dan savaşın seyriyle alakalı bir haber alamamıştı ve açıkçası ne yapacağını bilemiyordu. Telgrafta Bulgarların bu iddialarının doğru olup olmadığını soran Edirne Valisinin ifadeleri Osmanlı Devletinin düştüğü sıkıntılı durumu da gözler önüne sermektedir. Veya bir başka deyişle, Sultan II. Abdülhamid’i darbeyle indirenlerin 4 sene içinde ülkeyi ne hale getirdikleri açık bir şekilde görülmektedir. ادرنه  اشغال آلتنده  ادرنه ، سلطان ١نجی مرادڭ قوموته سنده كي عثمانلي اوردوسنجه  ١٣٦٢ سنه سنده  فتح ايديلمشدر. فتحڭ آردندن عثمانلي دولتنڭ باش شهري اولمشدر. استانبولڭ فتحنه  قدر كچن ٩٠ سنه دن فضله  بر زمان مدّتنجه ، باش شهرلك وظيفه سنه  دوام ايتمشدر. استانبولڭ فتحندن صوڭره  ايسه  استانبول و بروسه  ايله  برلكده  عثمانلي دولتنڭ أوچ أونملي مركزي شهري آراسنده  ير آلمشدر. ذاتًا سليميه  جامعي ده ، ادرنه نڭ عثمانلي دولتي ايچون نه  قدر أونملي اولديغني كوزلر أوڭنه  سرمكده در. سلطان ٢نجی عبدالحميدڭ ١٩٠٩ سنه سنده  تختدن اينديريلمه سنڭ آردندن، اتّحاد ترقّي يوڭتيمنڭ ياڭليش اويغولامه لري يوزندن بالقان دولتلري أوڭجه  عثمانلي يه  قارشي صيره يله  باغيمسزلقلريني اعلان ايتمشلردر. داها صوڭره  ده  برلشه رك عثمانلي دولتنه  قارشي صاواش اعلان ايتمشلردر. ايشته  تاريخه  ١نجی بالقان صاواشي اولارق كچن بو محاربه  صيره سنده  ادرنه ، ٢٦ مارت ١٩١٣ كوني بولغارلرڭ النه  كچمشدي. آنجق داها صوڭره  بولغارستان ايله  ديگر بالقان دولتلري آراسنده  طوپراق پايلاشمي يوزندن ٢نجی بالقان صاواشي پاتلاق ويردي. بو آڭلاشمازلقدن استفاده  ايدن عثمانلي دولتي ٢١ تمّوز ١٩١٣ كوني، ادرنه يي بولغارلردن كري آلدي. ادرنه نڭ ٢٦ مارت ١٩١٣ كوني بولغارلرڭ النه  كچمه سندن ايكي كون أوڭجه  ادرنه  واليسي خليل بك، استانبوله  عجله  قيديله  شفره لي بر تلغراف چكر (دولت آرشيولري باشقانلغي). چونكه  بولغارلر، اوچاقلرله  ادرنه  أوزرينه  بياننامه  آتمشلردر. بو بياننامه لرده  عثمانلي اوردوسنڭ يڭيلديگي و آتش كس طلب ايديلديگي يازييور، ادرنه نڭ قان دوكولمدن بولغارلره  تسليمي ايستنييوردى. ادرنه  واليسي بش كوندر، استانبولدن صاواشڭ سيريله  علاقه لي بر خبر آلامامشدى و آچيقجه سي نه  ياپاجغني بيله مييوردي. تلغرافده  بولغارلرڭ بو ادّعالرينڭ طوغري اولوب اولماديغني صوران ادرنه  واليسنڭ افاده لري عثمانلي دولتنڭ دوشديگي صيقينتيلي طورومي ده  كوزلر أوڭنه  سرمكده در. ويا بر باشقه  دييشله ، سلطان ٢نجی عبدالحميدي ضربه يله  اينديرنلرڭ ٤ سنه  ايچنده  ئولكه يي نه  حاله  كتيردكلري آچيق بر شكلده  كورولمكده در. Belge no: Devlet Arşivleri Başkanlığı, BEO, 4157/311723-2 Tarih: 15 Rebiulahir 1331 (24 Mart 1913) (1)Hû (2)Bâb-ı Âlî (3)Dâire-i Sadâret (4)Şifre Kalemi (5)Müsta’celdir (6)Edirne’den gelen şifre telgrafnâmenin hallidir (7)Ahvâl-i siyâsiye ile şark ordumuzun harekât ve muvaffakiyâtına dâir beş günden beri bir gûnâ irâdât ve tebşîrât-ı celîle-i sadâretpenâhîleri (8)şeref-zuhûr etmemesinden dolayı endîşeye dûçâr olduk dünkü gün düşman tayyâresi tarafından derûn-ı şehre atılan bir beyânnâmede (9)Şark ve Gelibolu ordularımızın istihsâl-i muzafferiyet edememesinden ve Enver Bey’in kumandasında Şarköy cihetinden düşman üzerine (10)sevk edilen kuvvetin altı bin şehîd ve mecrûh vererek ric’ate mecbûr ve bu sebeble Bâb-ı Âlî’ce mütâreke taleb edildiği ve Yanya’nın (11)harben zabt olunarak oradaki otuz bin kişilik kuvve-i Osmaniye’nin esîr alındığı ve Edirne’nin beyhûde kan dökülmeksizin (12)teslîmi Osmanlılar için mûcib hayır olacağı gibi hezeyân münderic olması da teşviş-i ezhâna bâdî olmuşdur endîşe ve me’yûsiyetimizi (13)mübeddil-i sürûr ve ümid edecek tatmînât ve ale’l-husûs Şark ordumuzun muvaffakiyâtına dâir tebşîrât-ı sâmî-i sadâretpenâhîlerine şiddetle (14)intizâr olunduğu ve şâyed hudâ ne-gerde mûcib-i endîşe bir hâl varsa mahrem tutulmak üzere ânın da emr ve iş’ârı ma’rûz ve müsterhamdır fermân (15)Fî 11 Mart sene 1329 (16)Edirne Vâlisi (17)Halil (18)Sadâret şifre kalemine vürûdu fî 11/12

Arif Emre GÜNDÜZ 01 Ocak
Konu resmiKelimelerin Kökenlerine Yolculuk
Kelimelerin Kökenkerine Yolculuk

Kıymetli dostlar, her kelime kendi kültür ve medeniyet havzasının etkilerini üzerinde taşır. O kelime başka bir dile geçerken aslında bir kültür ve medeniyet etkileşimi de kaçınılmaz olarak yaşanır. Eğer o kelimelerin geldiği kültür baskın ve bozucu ve bizim değerlerimize ters bir kültürse o kelimeler üzerinden lisanımız da kültürümüz de olumsuz etkilenir. Evet, yine farklı coğrafyalardan dilimize girmiş kelimeleri incelemeye devam ediyoruz. Sevgili dostlar kökenlerine yolculuk yapacağımız ilk kelimemiz “gazete” قيمتلي دوستلر، هر كلمه  كندي كولتور و مدنيت حوضه سنڭ اتكيلريني أوزرنده  طاشير. او كلمه  باشقه  بر ديله  كچركن اصلنده  بر كولتور و مدنيت اتكيله شيمي ده  قاچينيلماز اولارق ياشانير. اگر او كلمه لرڭ كلديگي كولتور باصقين و بوزيجي و بزم دگرلريمزه  ترس بر كولتورسه  او كلمه لر أوزرندن لسانمز ده  كولتوريمز ده  اولومسز اتكيلنير. اوت، يينه  فرقلي جغرافيه لردن ديلمزه  كيرمش كلمه لري اينجه له مه يه  دوام ايدييورز. سوگيلي دوستلر كوكنلرينه  يولجيلق ياپاجغمز ايلك كلمه مز ”غزته “     GAZETE: Bu kelimenin aslı “gazeta”dır. Türkçeye İtalyancadan geçmiştir. “Gazeta” bozuk para birimidir. Venedik’te gazete, o zamanın bozuk para birimi olan “gazeta” karşılığında satılırdı. Zamanla bu para biriminin adı bir yayın organı olan gazeteye isim oldu. NEKTAR: Bu kelime dilimize Latince ve Yunancadan geçmiş bir kelimedir. “Arıların bal yapmak için çiçeklerden topladıkları şekerli sıvıya, bal özüne veya meyvelerin öz kısmına” bu ismi veriyoruz. Lakin aslında bu kelime “Yunan mitolojisinde içenleri ölümsüzlüğe kavuşturduğuna inanılan içecek” olarak biliniyor RÜŞVET: Arapçadan dilimize geçen bu kelimenin aslı “rişvet”dir. “Bir görevliye, kanunen yapması veya yapmaması gereken bir işte kanun dışı bir kolaylık sağlaması için verilen para yahut sağlanan menfaate” rüşvet diyoruz. Peygamber Efendimizin, “Alan da veren de melundur!” dediği bu uğursuz menfaat eskiden ”rişvet” şeklinde de kullanılmıştır. Zamanla da günümüzde kullanım şeklini bulmuştur. Eskiler rüşvetin mesuliyetini belirtmek için ne güzel demişler: Rüşvet ile yaşayan ahmaktır / Onu bilmez ki sonu topraktır! Bir de “rüşvet-i kelâm” diye bir ifademiz var. Yani “Sözle rüşvet verme” anlamındaki bu ifade “karşısındakinin hoşuna gidecek, fikir ve görüşlerine uygun düşecek şeyler söylemek”le gerçekleşir.” KABZIMAL: Bu kelime Arapça kökenli iki kelimeden oluşan bir birleşik kelimedir. “Kâbız” kelimesi ile “mal” kelimesinin izdivacından oluşan bu kelimenin aslı “Kâbız-ı mal” şeklindedir. Kelime “malı elinde tutan” anlamına gelmektedir. Osmanlıda meyve ve sebzeyi üreticiden alarak komisyon karşılığı satıcıya intikal ettiren aracıya bu isim verilirdi. Ayrıca  devletin bazı resmi gelirlerini toplayan tahsildarlara da bu ismin verildiği görülmektedir. ZIRNIK: Farsçadan dilimize gelmiş bu kelimenin aslı “zernih”tir. Olumsuz cümlelerde “bir şeyin çok ufak, çok önemsiz parçası” için bu kelime kullanılır. Mesela “zırnık bile vermemek, zırnık bile koklatmamak” bu anlamdadır. KARYOLA: Bu kelime de dilimize İtalyancadan geçmiştir. Ağaç, pirinç veya demirden içine yatak konacak şekilde yapılmış, baş ve ayak tarafları yüksekçe, yatmaya mahsus dört ayaklı sedirlere biz karyola diyoruz. Hâlbuki İtalyancada “carriola” el arabası demektir. İtalyan gemiciler kullandıkları taşınabilir tekerlekli yataklara bu ismi veriyorlardı. Kelimenin kökü Latin dillerinden alınmadır.  “Carri” “karri” zaten taşımak anlamındadır. MARAZ: Bu kelime Kur’an kökenli bir kelimedir. “hastalık, illet” anlamına gelmektedir. Mesela Osmanlıda sinir hastası olan kişilere “maraz-ı asabi”ye yakalanmış denirdi. “Maraz-ı rûhî” ruh hastalığı. “Maraz-ı sârî” bulaşıcı hastalık olarak bilinirdi. Yine eski ahlâk kitaplarında kibir, gurur, enaniyet, bencillik gibi manevi bünyeyi rahatsız eden kusurlardan her biri manevi marazlar olarak anlatılırdı.

Mirza Ayhan İNAK 01 Ocak
Konu resmiOsmanlı Tokadı
Deyimlerimiz ve Hikayeleri

عثمانلي توقادي عثمانلي توقادي، عثمانلي اوردوسي عسكرلرينڭ سلاحسز صاوونمه  يا ده  صالديري طورومنده  قوللاندقلري، الڭ هر ايكي يانيله  ياپيلابيلن دشماني سرسملتمك آماجيله  اويغولانان بر اوروشدر. الڭ و قولڭ اوموزدن خيزلي و آچيسز بر شكلده  هدفلنن نقطه يه  سرت بر شكلده  تماس ايتمه سيله  كرچكلشير. ياناقلره  و اڭسه  قسمنه  طوغري ياپيلير. اوروشڭ شدّتنه  و يرينه  كوره  ئولديروجي اولابيلير. عثمانلي اوردوسنده  كنللكله  صواشلرده  بره بر و يوز يوزه  ياپيلان مجادله لر اثناسنده  صيق صيق ياشانان سلاحڭ الدن دوشمسي يا ده  قيريلمسي طورومنده  قوللانيلمشدر. عثمانلي كولتورنده  بر غوغاده  طرفلر بربرلرينه  يومروقله  مداخله  ايتمزلردي. طبقي ياتاغان قليجي اولانلرڭ دوگوشلرده  قارشيلرنده كيني آشاغيلامق ايچون قليجڭ كسمز ياني ايله  صالديرمه لري كبي، توقات آنجق يري زماني، غوغاده كي طرفلرجه  بيلينن قوراللرله  قوللانيليردي. عثمانلي اوردوسنده  ميدان صاواشلرنده  اڭ أوڭ صافده ير آلان عذاب عسكرلرينڭ اساس آماچلري، قارشيده كي دشمانڭ سچكين برلكلريني يورمه يدي. وظيفه لري صيره سنده  خفيف سلاحلرڭ قيصه  زمانده  قوللانيلماز طورومه  كلمسي و آغير سلاحلرڭ قوشانمه لرينڭ زمان آلمسي سببيله  توقات آتمه يه  باشلامه لري ايله  عسكرلر آراسنده  ييگيتلگڭ ايريشديگي صوڭ نقطه  اولارق كورولمه يه  باشلانمشدر. سسي ايله  دشمانڭ أوزرنده  پسيقولوژيك أتكي بيراقمه لري سببيله  زمانله  كليشديريلمشدر. بو عسكرلر داها اگيتيم صفحه سنده  مرمر دوگه رك يتيشديريلدكلري ايچون، چوق قوتلي اللره  و قول ياپيسنه  صاحب اولورلر. عثمانلي اوردوسنڭ اڭ ايي طوقاتجيلري، باشي بوزوق (دلي باش) دييه  آدلانديريلان دوزنسز اوردودر. Osmanlı tokadı, Osmanlı Ordusu askerlerinin silahsız savunma ya da saldırı durumunda kullandıkları, elin her iki yanıyla yapılabilen düşmanı sersemletmek amacıyla uygulanan bir vuruştur. Elin ve kolun omuzdan hızlı ve açısız bir şekilde hedeflenen noktaya sert bir şekilde temas etmesiyle gerçekleşir. Yanaklara ve ense kısmına doğru yapılır. Vuruşun şiddetine ve yerine göre öldürücü olabilir. Osmanlı Ordusunda genellikle savaşlarda birebir ve yüz yüze yapılan mücadeleler esnasında sık sık yaşanan silahın elden düşmesi ya da kırılması durumunda kullanılmıştır. Osmanlı kültüründe bir kavgada taraflar birbirlerine yumrukla müdahale etmezlerdi. Tıpkı yatağan kılıcı olanların dövüşlerde karşılarındakini aşağılamak için kılıcın kesmez yanı ile saldırmaları gibi, tokat ancak yeri zamanı, kavgadaki taraflarca bilinen kurallarla kullanılırdı. Osmanlı Ordusunda meydan savaşlarında en ön safta yer alan azab askerlerinin esas amaçları, karşıdaki düşmanın seçkin birliklerini yormaydı. Vazifeleri sırasında hafif silahların kısa zamanda kullanılmaz duruma gelmesi ve ağır silahların kuşanmalarının zaman alması sebebiyle tokat atmaya başlamaları ile askerler arasında yiğitliğin eriştiği son nokta olarak görülmeye başlanmıştır. Sesi ile düşmanın üzerinde psikolojik etki bırakmaları sebebiyle zamanla geliştirilmiştir. Bu askerler daha eğitim safhasında mermer döverek yetiştirildikleri için, çok kuvvetli ellere ve kol yapısına sahip olurlar. Osmanlı ordusunun en iyi tokatçıları, Başıbozuk (Delibaş) diye adlandırılan düzensiz ordudur.

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiHüsn-i Hat Çalışmaları
Hüsn-i Hat Çalışmaları

Bu sayımızda öğrendi- ğimiz harflerden “ه ”  (He)’nin diğer harflerle  birlikte nasıl yazılacağını göreceğiz. Harfleri yazarken, daha önce öğrendi- ğimiz başlama ve bitiş şekillerini unutmayalım.

Mesut HIZARCI 01 Ocak
Konu resmiÜtrünc (Ütrüc)
Osmanlı Tıbbından

Metnin Transkripsiyonu Fârisîce turunc dirler. Türkçe ağaç kavunu dirler. Ekşidir, sovukdur, kurudur. Ahlâtı latîf ider. Katʻ ider. Sevretini ve yüreği sovudur. Ciğerün harâretini sâkin ider ve miʻdeyi kavî ider. Ve safrâyı katʻ idüb safrâda olan teşvîşleri giderir. Ve dahi ıssı mizâclü kişilerin kalbini ferah eyler. Ve ıssı hafakânı giderir. Ve yılan sokduğuna fâide ide. Ve kahl idüb göze çekseler yerakanı giderir. Ve göze fâide ider. Kaçan sirkeyle bişürseler yarım üsküresini sülük yudan kişi içse sülükü öldüre çıkara. Ve ısıtmaya fâide ide. Ve mâlihulyâsı ki safrâ göyünmüşden olur, fâide ider. Ve geç hazm ider. Dahi miʻdeye yaramazdır. Kulunç götürür. Vâcib budur kim yalnız yiyeler. Önünde ve sonunda taʻâm yimeyeler. Ammâ balla mürebbâ olmuşu eyüdür. Hazmı tiz olur. Ammâ kuruducudur ve susadıcıdır. Ammâ müferrahdır. Eğer kabuğun göyündürseler yaku eyleseler barasa ursalar fâide ide. Ve dahi ağız kokusunu eyü ide. Ağızda tutsalar ve bişürseler suyun içseler kusmağı giderir. Ve kabını sıksalar suyun içseler efʻâ sokduğuna fâide ide. Ve sokundusuna dahi ursalar fâide ide. Ve dahi eyyâm-ı tâʻûnda kokulamak azîm fâide ider. Metnin Güncel Çevirisi Turunç, “Ağaç kavunu” diye de adlandırılır. Soğuk karakterli bir bitki olmakla birlikte yemek suretiyle hıltları temizler. Ciğeri ve safrayı pak eder ve mideyi de güçlendirir. Sıcak mizaçlı insanlara da faydalıdır. Ayrıca kalp çarpıntısına şifâlı özelliktedir. Gözlere sürme edilirse sarılığa ve göze faydalı bir bitkidir. Sirke ile pişirilip yarım tas kadarı içirilerek sülük yutana, sıtma ve karasevda hastalıklarına faydalıdır. Fakat bu şekilde kullanım, kısmen mideye zararlıdır ve kulunç oluşturur. Sade yenilmesinde daha çok fayda vardır. Kullanım öncesinde ve sonrasında başka bir şey yememek lazım gelir. Bal ile şerbet yapılırsa da faydalıdır. Susatır fakat ferahlık verir. Kabuğu kavrularak vitiligo hastasının alaca olan yerlerine yakı etmek hastalığın iyileşmesinde fayda verir. Ağız kokusuna iyi gelmekle birlikte bu bitkiyi ağızda tutmak kusmayı giderir. Turunç’un kabuğu sıkılsa ve içirilirse zehirli yılan sokmasına ve zehrin giderilmesine faydalı olur. Ayrıca Veba hastalığına tutulan kişinin bu bitkiyi koklaması iyileşmesinde büyük etki sağlar. Kelimeler Hafakân: Kalp çarpıntısıYerakan: SarılıkTeşvîş: BulanıklıkKahl: Göze sürme çekmekMâlihulyâ: Alzeimer, karasevda hastalığıÜsküre: TasMürebbâ: ŞerbetBaras: Abras, vitiligoEfʻâ: YılanTâʻûn: Veba hastalığıSüdde: Tıkanıklık

Mesut BUDAK 01 Ocak
Konu resmiKitabe Okumaları
Kitâbe Okumaları

Hekim Ali Paşa Camii’nde Çeşme Ve mine’l-mâi külli şey’in hayySûbesû etti Ali Paşa binâFî sebilillah uyûn-ı câriyeBu musaffâ çeşme tarihin(i) münîfDediler aynu’l-hayât .. 1236 و من الماء كل شيئ حیسوبسو ايتدي علي پاشا بنافي سبيل اللّه عيون جاريه بو مصفّا چشمه  تاريخن منيفديديلر عين الحيات .. ١٢٣٦ Gâzi Ali Paşa Türbesi Türbe-i Gâzi Ali Paşaya eyle yadigârRûh-i pâkin şâd idüb eyle küşâd el-FâtihaTürbei- abdâl Ya’kûb ile Şeyh İbrahim’eGel rızâ ile duâ eyle oku bir Fâtiha تربۀ غازي علي پاشايه  ايله  يادكارروح پاكن شاد ايدوب ايله  كشاد الفاتحه تربه ي- آبدال يعقوب ايله  شيخ ابراهيمه گل رضا ايله  دعا ايله  اوقو بر فاتحه  Hayme Ana Türbesi Kelimeler: Sûbesû: Her yana, her yanda, her yönde, her yöne, her tarafa, her tarafta, taraf tarafFî sebilillah: Allah yolundaUyûn-ı câriye: Akan pınarlarMusaffâ: Yabancı maddelerden temizlenmiş, arı duru ve saf duruma getirilmiş, arıtılmış, tasfiye edilmişMünîf: Yüce, yüksekAynu’l-hayât: Hayat çeşmesi, dirilik veren su, âb-ı hayatRûh-i pâk: Temiz ruhKüşâd: AçmaŞâhinşeh-i âlî haseb: Yüksek haslet sahibi ŞahMebrûkü’n-neseb: Nesli mübarek kılınmışMüstefîd: İstifade edenGâzî-i meydân-ı vegâ: Cenk meydanının gazisiİkbâl: TalihBedîd: Belli, açıkDest-i miknet: Kudret eliSedd-i sedîd: Aşılmaz sağlam engelEyyâm-ı ömr ü şevketin: Haşmetli ömür günleriMezîd: Artma, çoğalmaAsr-ı medîd: Uzun asırRa‘nâ: Güzel, hoşKetebehû: “Bunu yazdı” anlamında olup eskiden hattatların eserlerinin altına imzaları ile birlikte yazdıkları klişeleşmiş söz. (Aynı şekilde harrerehû, nemekahû, sevvedehû sözleri de kullanılmıştır.)

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiUskumru Balığı Külbastısı Tarik-i Tabhı*
Osmanlıdan Yemek Tarifleri

Uskumru balığından bir miktar tedarik olunup karınlarını yarıp içi çıkarıldıkta tathirden sonra tuzlanıp bir saat meks[2] oluna ba’de[3] ızgarayı bir miktar ruğan-ı zeyt[4] ile yağladıkta balıkları dizip pişdikte bir tabak üzerinde koyup üzerine soğanı ince doğrayıp midenüvasla[5] karıştırarak vaz’ olup ve limon sıkmak lazımdır. En meşhuru budur. Eğer ızgara üzerine pişerken talaya pişdikte bir mikdar-ı dakik[6] ekilse veyahud ızgaraya konulmazdan mukaddem[7] una batırılsa da olur, fena olmaz. Susuz Pilav Sanatı Yarım kıyye[8] yahut üç yüz dirhem koyun etini ufarak[9] doğrayıp ba’de’t-tathir[10] tuz biberledikte bir tencerenin dibine döşeyeler. Bir kıyye pirinci lahm[11] pareleri üzerine döşeyip revgan-ı sade[12] ve biraz sakız koyup kapağını aksine kapayıp biraz su kodukta etrafına yaş astar sarıp mutedil kor üstüne koyalar. Altında ateşi azaldıkta başka mahalde yanmış kor pareleri koyup dört saat miktarı pişireler. İndirip açıp kataif[13] tepsisine tencereyi baş aşağı edip endamıyla silkeler. Gayet’ül-gaye[14] latif ve leziz olur. *Pişirme usulü [2] Durma, durup dinlenme, bekleme [3] Sonra [4] Zeytinyağı [5] Mideyi iyi edici (Maydanoz) [6] Un [7] Önce [8] Okka, 400 dirhemlik ağırlık ölçüsü: “Kıyye-i âşârî: Eski okka (1282 gr.).” “Kıyye-i cedîde:Yeni okka, kilo (1000 gr.).” [9] Biraz ufak, ufakça, küçükçe [10] Temizledikten sonra [11] Et [12] Sade yağ [13] Kadayıf [14] Son derece

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak
Konu resmiTarihten Notlar
Tarihten Notlar

Bülbül ile Prenses Bir genç prens mürebbisiyle beraber küçük bir ormanda gezinir ve adet olduğu üzere sıkılır idi. Bu büyüklüğün faidesidir. Bir bülbül yaprakların arasında ötmekte idi. Prens onu görür ve pek beğenir. Kendi bir prens olduğundan onu derhal tutup kafese koymak ister. Lakin tutmak için gürültü yapar, kuş da kaçar. O vakit prens hiddetlenerek niçin kuşların en sevimlisi vahşi ve yalnız olarak ormanda duruyor? Hâlbuki benim sarayım serçelerle doludur diye sorar. Mürebbisi de, “Bu bir gün sizin başınıza gelecek olan şeyden sizi haberdar etmek içindir. Ekseriya ahmakların cümlesi kendilerini gösterirler. Erbab-ı ehliyet ve liyakat ise saklanırlar. Onları aramak lazım gelir” der. Ördek Kendini beğenen ve ahmak bir ördek (bu iki sıfatın bir kimsede bulunması nadir değildir) bir su birikintisinin kenarında yüzerek gidiyordu. Bu bir ormanın tam ortasında idi ve tenha olan bu mahalde bizim ördek sağdıcı olan bir turna balığı, kıçı üzerine vakarlı bir vaziyette oturmuş bir tavşan nihayet bir de kuş ki zannederim çulluktur birbirlerine defaten rast geldiler. Ördek suyun üzerinde ayaklarıyla kürek çekerken kendisine memnuniyetle ve küstahane bir hodbinlik tavrıyla hayran oluyordu. Balıklara, dört ayaklı hayvanlara, kuşlara hiçbir ehemmiyeti olmayan değersiz hayvanlar nazarıyla, elhasıl kendi tebaası gözüyle bakıyordu. Onlara, “Siz tabiatın mevahibinden mahrum, miskin hayvanlarsınız. Bu dünyada benimle beraber akranım olarak yürümek şöyle dursun, benim yanımda pek çirkin görünüyorsunuz. Bana layık bir refik olmak için sizde üç şey bulunmak lazım gelir. Ben uçmaya, koşmaya, yüzmeye muktedirim ve başka muhtelif hünerlere de malikim. Bunların hiçbiri sizde yoktur. Bana öyle geliyor ki tüylerimi, sesimi ve bütün ziynetlerimi hesaba koymaksızın, ben yalnız olduğum halde, sizin üçünüzden daha değerli olduğumu iddia edebilirim” dedi. Bu tavırla söz söylerken beyana hemen hacet yoktur ki çulluk, tavşan ve balık kendilerini gülmekten men’ edemiyorlardı. Bir de baktılar ki bunların sevincini bozmak için gayet büyük bir akbaba kuşu havanın yukarısında duruyor. Bunun keskin ve azametli bakışı mesafeyi ölçüyor ve avını tayin ediyor. O vakit bunların her biri haklı olarak yalnız kaçmayı düşünüp her şeyi unuttu. Tavşan kaçalım dedi ve üç dört atlayışta kaba bir çalılığın içinde yatağını buldu. Çulluk çabuk biz de savuşalım dedi. Balık biz de suya dalalım dedi. Ördek gölden dışarı çıkar çıkmaz bunların üçü de ricatlerini icra etmişlerdi. Bizim kendini beğenmiş olan hayvanımız evvela koşmak istediyse de yanı üzere düştü. Sonra müthiş düşmandan uçarak kaçmak istedi. Lakin koşmakta çabuk davranamadığı gibi bunda dahi davranamayıp ağırlığıyla suyun içine düştü. Nihayet böyle büyük bir tehlikede son çare olmak üzere zavallı ördek dalmaya çalıştı. Bu teşebbüs de faidesiz oldu. Vücudunun hiç değilse bir kısmını saklamak için boşuna çabaladı. Bu esnada akbaba yukarıdan süratle hücum ederek onu kuvvetli pençeleriyle tuttu. Ve yuvasına, sabah yemeği olmak üzere sevinçli yavrularına götürdü. Deniliyor ki bu hazin yolculuk esnasında şuraya yazacağım hakimane mütalaa da bulundu. “Dostum ördek gibi her şeyden biraz bilmenin faidesi azdır. Bir şeyi iyi bilmek üç şeyi yarım bilmekten evladır.” İki Ada Tavşanı Çalılar içinde iki köpek tarafından takip edilmekte olan bir ada tavşanı koşuyordu demeyeceğim, uçuyordu. Arkadaşlarından biri ininden çıkarak ona “Dur dostum! Ne var?” dedi ve aralarında şu muhavere cereyan etti: Birinci tavşan: Ne mi var? Nefesim tükendi, iki tazı haydudu izimdedir. İkincisi: Evet ben onları orada görüyorum lakin onlar tazı değil. Birincisi: Tazı değil de nedir? İkincisi: Zağar Birincisi: Zağar mı? Ben sana diyorum ki onlar tazıdır. Âladan âla tazıdır. Ben onları kifayet edecek kadar görüyorum. İkincisi: Onlar zağardır. İşine git, sen bir şeyden anlamıyorsun. Birincisi: Sana tazıdırlar diyorum. İkincisi: Yok canım, zağardırlar. Bunun üzerine köpekler yetişirler. Bizim iki tavşanı münazaanın ortasında ansızın yakalarlar. Ehemmiyetsiz teferruat için esas olan işi ihmal edenler bu masalı tahattur etsinler.

Ahmet ÇAKIL 01 Ocak
Konu resmiBulmaca
Bulmaca

Aşağıdaki kelimeleri Osmanlıcaya çevirdikten sonra yukarıdaki kutucukların içerisine yerleştiriniz. Daire içerisine denk gelen harflerle aşağıdaki numara sıralı yere yerleştirerek cümleyi Latin harfli Türkçeye çevirip bize gönderiniz. Bulmacayı doğru cevaplayanlar arasından yapılacak çekilişle 5 kişiye isimlerine özel defter hediye edilecektir.               Ç Ö Z Ü M      

Osmanlıca DERGİ 01 Ocak